Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

İlker Başbuğ’un çıkışına bir de bu gözle bakmalı

Yeni Şafak Gazetesi yazarı Mehmet Acet, eski Genelkurmay Başkanı ilker Başbuğ'un, vesayetçi sistemden yana oluşan ve niyeten fiiliyata dökmeye çalıştığı söz, tutum ve davranışlarını analiz ediyor.

İlker Başbuğ’un çıkışına bir de bu gözle bakmalı

Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un 2009 yılında Meclis’ten geçen düzenlemeye değinerek, “FETÖ’nün siyasi ayağı orada araştırılsın” anlamına gelen sözleri, son bir haftanın en tartışmalı siyasi konusu haline geldi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu sözlerdeki maksadın ne olduğunu hemen fark ettiği için sert bir şekilde karşılık verdi.

Nedir o maksat?

Hem siyasi iradeyi, hem de Meclis kararını, kriminal bir zemine taşıyarak, FETÖ’nün siyasi ayağı bağlamına oturtma arayışı.

Doğrusu bu kadarı, siyasi ayak tartışmalarını sık sık AK Parti’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın üstüne yıkmaya çalışan CHP lideri Kılıçdaroğlu ve parti sözcülerinin bile bugüne kadar aklına gelmemişti.

Başbuğ’un, asker-sivil ilişkilerini yeniden 2010 öncesine taşımaya hevesli vesayetçi odakların değirmenine su taşıma niyetiyle hareket ettiği ortada.

Son çıkışından önce yaptığı bir takım açıklamalar da bu konuda fikir veriyor.

Hatırlayalım.

15 Temmuz sonrası ‘darbe kültürünün’ yeniden filizlenmesini engelleme ve asker-sivil ilişkilerini gelişmiş demokratik standartlara taşıma hedefiyle yapılan değişikliklere de en sert tepkiyi Başbuğ’un kendisi göstermişti.

15 Temmuz’un üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra Başbuğ’un o düzenlemelere ilişkin yorumlarından iki tanesini paylaşalım.

Başbuğ, darbe girişiminden 15 gün sonra CNNTürk’te yayınlanan Tarafsız Bölge programında yeni darbeler olmasın niyetiyle yapılan o düzenlemelere karşı olduğunu dile getiriyor ve bu adımların TSK’nın yapısını bozduğunu savunuyor:

“Darbe girişimi sonrası ilan edilen üç aylık Olağanüstü Hâl (OHAL) kapsamında verilen Kanun Hükmündeki Kararnamelerle (KHK) Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yapısı bozulmuştur. Bu kararlarla TSK’nın yapısı zayıfladı”.

Aynı programda Başbuğ, gelişmiş demokrasilerde örneği olmayan YAŞ’ın eski yapısını da savunuyor, bunun ‘siyasal üstünlük’ elde etmek için yapıldığını söylüyor:

“YAŞ’ta Adalet Bakanı ne yapacak? Dışişleri Bakanı ne yapacak, anlamıyorum. İçişleri Bakanı düşünülebilir. Bu yapılanma, MGK yapılanmasının aynısı. Amaç ne, sayısal üstünlük. Sivil üyelerin sayısı artıyor. Terfide siz elinizi kaldırdığınız zaman, sizin dediğiniz olur. YAŞ’ın yapısının değişmesindeki amaç sayısal üstünlüktür.”

Nedir bütün bunlar?

Bir didişme hali, siyasetten rol kapma çabası ve günün sonunda vesayet düzenine dönüş arayışlarının yansımaları.

Bu tezlerin çıkış noktasında, bu türden yapısal değişikliklerle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin zayıflatıldığı, görevlerini yapamaz hale geldiği savunusu var.

Oysa, 15 Temmuz’un üzerinden geçen 4 yıla yakın süre, bu tartışmalarla ilgili hükümler vermek için önümüze yeterli ölçüde veri sundu.

Şöyle bir soru ile devam edelim:

Bugünden geriye baktığımızda “Ordu, 15 Temmuz travmasının ardından güçten düştü” tezini destekleyecek ne tür argümanlar var karşımızda?

Normal şartlarda generallerinin yarısı darbeye karışmış bir ordu gerçekten fonksiyonlarını icra edemeyen bir yapıya dönüşme riskiyle karşı karşıya kalabilirdi.

Bu böyle olsaydı, sadece darbe girişimi nedeniyle değil, 20 Temmuz sonrası yapılan düzenlemelerin de TSK’nın yapısını ‘paralize ettiği’ düşünülebilirdi.

Ancak aradan geçen 4 yıla yakın süre zarfında, bu tezlerin ‘üstünü açıkta bırakan’ başka türlü bir hikâye karşımıza çıktı.

Nedir bu hikâye?

Ordunun kendi görev sahasıyla ilgili alanlara yöneldiğinde, aslında çok daha başarılı olduğunu gösteren bir hikâye.

15 Temmuz’dan 40 gün sonra başlatılan Fırat Kalkanı Harekâtı, devamında Afrin’in temizlenmesi için yürütülen operasyonun beklenenden çok daha erken bir süre içerisinde tamamlanması, Ekim 2019’da ise, Barış Pınarı Harekâtı’yla bu zaferlerin taçlandırılması.

Bunlara PKK’ya yönelik sınır ötesi operasyonlarla örgütün nefes alamaz hale getirilmesini de eklemeliyiz.

Bu örnekler, Başbuğ’un savunduğu gibi ‘yapısı bozulmuş’ bir Ordu’ya değil, aksine gücüne güç katmış, özgüveni artmış, savaş yeteneklerini geliştirmiş bir TSK’ya işaret ediyor.

Savunma Sanayii’nde dışarıya bağımlılık oranının yüzde 30’ların altına çekilmesi, yerli ürünlerin bu mücadelede başarılı sınavlar vermesi, yapılan operasyonlarda dağların taşların değil, doğrudan terör hedeflerinin vurulması türü örneklerin, İlker Başbuğ’un “TSK’nın yapısı bozuldu” dediği dönemlerde karşımıza çıkması kimleri niçin rahatsız ediyor olabilir ki?

Dün, kendisiyle bu konuları konuştuğumuz AK Parti Genel Başkan Vekili Numan Kurtulmuş, “Ordu bu düzenlemelerden sonra zayıfladı” tezine ne dersiniz şeklindeki soruma şöyle bir yanıt verdi:

“Bu nasıl zayıflamadır? Dünyanın bütün orduları Ortadoğu’dayken ordumuz Türkiye’nin göz bebeğidir. TSK’nın asli görevi vatanı ve milleti korumaktır. Bu bölge bize şunu öğretiyor: Güçlü olarak ayakta durmanız lazım. Güçlü bir ordunuz, güçlü bir savunma sanayinizin olması lazım. TSK çok daha güçlü yolunda ilerliyor.”

Sivil asker ilişkilerinin dengeye oturmaya başladığı ve bunun bu ülke için yapılmış en büyük  çalıştığıiyiliklerden biri olduğunun anlaşıldığı bir dönemde, vesayet rejimine dönüş niyetiyle hareket edenlere daha fazla dikkat edilmeli.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz