Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Hindikuştu Dağları Mücahitti Adları

Zeynep Kılıç Yazdı;

Hindikuştu Dağları Mücahitti Adları

Kutsi bir başlangıçla Hicri mevsimleri soluduğumuz bu manidar gün ve aylarda Muharrem ayı diğer haram aylar gibi Allahın şiarıdır,  Allah’ın haremidir. Allahın hareminden kasıt yer gök arasında bulunan bütün bir varlığın ilahi yasa ve kanunla çizilmiş bir mahremiyet alanı yani geçilmemesi gereken ihlal edilmemesi gereken bir hak hukuk alanını teşkil etmesidir. Bu kutsi gün ve ayların tefekkürüyle sınırları, hudutları aşıp; mülteci dediğimiz, sığınmacı dediğimiz, göçmen dediğimiz, halklara baktığımızda şöyle kanaate varabiliriz. Aslında onlar hadsizce sınırları hudutları aşanlar değildir, iltica edenler değil onlar konar göçerler göçmenler de değiller, onlar hicret edenlerdir. Mülteci, değil muhaciridirler. Sığınmacıdan öte münkeri terk edenlerdir, güçleri yetmeyen münkerden kötülükten yüz çevirip hicret edenlerdir. Kutsi referansla ‘o iman edenler ki hicret edenler, Allah yolunda malıyla canıyla cihat edenler ve onlara yardım edip barındıranlar işte onlar birbirlerinin dost ve yardımcılarıdır.

İslam tarihinde hicretin ilki Peygamber efendimizin oraya Habeşistan’a gidin orda adil bir hükümdar var direktifiyle bir avuç sahabe Habeş (Etiyopya) kralı Necaş’a hicret etmişlerdi. Mekke’den Medine’ye Hicret ise 622’de gerçekleşmiştir. Allah Resulü ve sahabeler müşriklerin şirk koşanların şirkinden, inkar edenlerin küfründen baskı ve işkencesinden Medine’ye hicret  etmişlerdir, böylece muhacir vasfını almışlardı. Onlara yardım eden Ensar ile kardeş olmuş varını yoğunu bölüşmüşler ve böylece tarihe dünyanın gelmiş geçmiş benzersiz rol model toplumunu inşa etmişlerdir. Allahın elçisi ensar çocuklarının tef ve şarkılarına eşlik eden şu methiyelerle giriyordu eşsiz medeniyete beşiklik edecek olan Medine’ye ‘ay doğdu üzerimize veda tepelerinde şükür gerekti bizlere Allah’a davetinden…

Derler ya coğrafya kaderdir diye. Bulunduğumuz konum itibarıyla Avrupa ile Asya güney ile kuzey doğu ile batı arasında önemli koordinatların kesişim noktasında bulunduğumuzdan tarih boyunca dört bir çevreden göçlere maruz kalma özelliğine haizizdir. Tarih bunun örnekleriyle doludur.  Yakın geçmişte dönüp baktığımızda Halep’çe katliamı sonrasında (1988/1991) Kuzey Irak Kürtlerinin Peşmergenin Iraktan G. Doğuya sığınmaları cumhurbaşkanı Turgut Özal dönemine denk gelmektedir. 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından ise 1982’de Rusya’nın Afganistan’ı işgali sırasında birçok Afganlı Pakistan üzerinden Türkiye’ye getirilip Türkiye’nin değişik şehirlerine yerleştirilmişlerdir. Güney G. Doğu sınırlarımızda hala sürmekte olan Suriye savaşı ve hala bir fay hattı gibi aktif olan Afganistan doğu hattından Türkiye’ye göçmenlerin uğrak noktasıdır. Afganistan savaşı Suriye savaşından en az bir on yıllık daha fazla bir maziye sahiptir. Neredeyse üç kuşak bu savaşta can vermiştir. Haberin birinde Afganlı bir gencin dedem bu savaşta can verdi babam can verdi ben de can vermek istemiyorum baya insani bir haklılık payına sahip gerekçeyle memleketini niye terk ettiğini bütün dünyaya haykırıyordu. Moskofların işgaliyle başlayan ve günümüzde bir iç savaşa dönen bitmez tükenmez bir savaş… Zamanında Allah yolunda cihat etme hasebiyle dünyanın bir çok yerinden olduğu gibi bizden de gençler ömürlerinin baharında Afganistan’a sosyalist Sovyet devlete karşı savaşmaya gittiler bunlardan dönmeyenler de oldu. Hatta bu uğurda söylenen marşlar hala hafızalarımızda canlılığını da koruyor. ‘Hindikuştur dağları mücahittir adları cihattır okulları yıktılar tağutları o dağlarda o dağlarda anlatırlar dünyaya anlatırlar çağlara Lailaheilallah… Akabede elleri bedirde kardeşleri vuruşurlar vuruşurlar bulurlar cennetleri savaş bitmez şehit bitmez anlatırlar dünyaya anlatırlar çağlara Lailahe ilallah..  Aynı şekilde Bosna’da, Filistin’de gençler emperyalizme karşı cihat etmişlerdir savaşmışlardır. Eskilerden sağcısı da solcusu da hemen hemen aynı hassasiyetle emperyalizme karşı dik durmaya çalışmışlardır. Sol cenahın Che Guevarası olarak bilinen Deniz Gezmişin Filistin’de emperyalizme karşı cenke gittiği başka bir şaşırtıcı gerçeği teşkil etse de eskiden niyetler de daha berraktı fiiller de.  Savaşların da kavgaların da bir omurgası vardı. Niyetler daha halis saflar daha belirgindi kim kimin yanında kim kimin karşısında olduğu belliydi. Afganistan dendiğinde yüreklerde bir yara depreşirdi. Uykusu kaçardı insanın… Fakat şimdi durum apayrı, bir ara camiye giden bir sokakta tevafukken karşılaştığım yeşil gözlü esmer tenli bir genci yerli sanıp çevreyi sorunca bana kırık dökük Türkçesiyle bilgi vermeye çalışırken merak ettim hangi dil konuşursun diye sordum. Çocuk Afgan ben deyince sıradan bir refleksle aaa Afgan mı? Dedim demez olaydım. Çocukcağız satmaya çalıştığı küpelerini, kolyelerini oracıkta bırakıp korkudan izini kaybettiriverdi. Sahiden muhacirlere karşı tutumumuz nasıl olmalı diye sorgular insan kendini. Bunun formülü çok zor görünse de aslında bir o kadar basittir.  Eğer Peygamberce bir tutum içinde olsak sahabece Ensarca, Evs ve Hazrec kabilesinin yaptığı gibi yapsak muhacirlerle hiçbir sorunumuz kalmaz, art niyetlerimiz de gelecek kaygımız da. Yok eğer krallığa tam terfi etmek üzereyken İslam’a yakalanan münafıkların başı  Abdullah bin ubey bin  selul gibi Bilalin teninden renginden gocunuyorsak, inciniyorsak mesele başkadır o zaman.

Ebetteki coğrafik de olsa demografik olarak da yükümüz ağır sorumluluğumuz çoktur, kalbi olan bunu idrak eder ağzı olan da laf edip, konuşur. Yok, efendim göçmenlerin ne işi var burada defolsunlar istemiyoruz kimi Hikmetyar der kimi Taliban der. Cihadist muhabbeti eder… Kimisi bunlarla mevcut bürokrasiyi hem geçmiş hem de gelecek üzerinden dövmeye çalışır. Herkes birbirini karalama ve çamur atmadan besleniyor böylece… Sahiden Orta doğuda dini yapılanmadan tutun da laik yapılanmaya kadar hangisi yüzde yüz  natüreldir ve hangisi içi dolu dolu olarak bize sunulmuştur. Cihadist hareketler mi, liberal olan mı, laik demokratik olanı mı? Demokrasinin sanıldığı yerde asılan cumhurun reisleri değil midir yakın geçmişte Türkiye örneğinde olduğu gibi günümüzde Mısır’da yaşanan faili meçhul reisi cumhur vakası… Kaç kişimiz cihadı hakkıyla biliyoruz kaç kişimiz laikliğin ne olduğunu? Laikliği savunurken dini katleden biz dini savunurken de laikliği… Emperyalizmin Kapitalizmin, sosyalizmin güreş bileği gölgesinde türeyen moderen ulus devletler mi masum olan… Fakat geçmiş geçmişte kalmış olan olmuş, ölen ölmüş, ne olmuşa çare var ne de ölmüşe… Bir başkası da çıkar kendi siyasi partinin vaatlerini sıralar. Ben bütün mültecileri memleketlerine geri göndereceğim onlara lütuf yapar gibi ha onlara ev de yapacağım yol da okul, hastane derken köprüleri unuttu galiba. Kahkaha atmamak elden değildi gerçekten gülerken ağlanacak halimize. Sahiden kime konuşuyordu kürsüden seslenen bu tospenbe adam. Aladin’in sihirli lambasıyla aydınlatırken bin bir gece masallarını… Millet marstan arsa alırken bizimki hala doğum günü pastası peşinde… Sonrasında dağılın evli evine köylü köyüne… İyi hoş tabi ki de gönül ister ki evli evine köylü köyüne olsun da ev nerde köy nerde mezra nerde? Dünyanın global bir köye dönüştüğü bu tuhaf zamanda… Ulus devletin bile etkisini yitirdiği halkların birbirine girip nerdeyse ikinci kavimler göçünün yaşandığı bir dönmede neöryon Çin Seddini mi?  Eğer bugün savaşlar küresel ise sığınmalar da iltica etme hatta en güzel tabirle hicret etme de küreseldir.

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz