Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

“Hadi gelin barışalım” deyince ortalık süt liman olacak sanılıyor; halbuki işin içinde ‘tarih’ de var

Fehmi Koru, Arap baharı sürecinde Suriye Mısır’la kesilen ilişkilerin nasıl ve ne şekilde düzeltilebileceğine dair, yakın tarihte var olan ilişkiler bütünlüğünden hareketle bir değerlendirmede bulunuyor.

“Hadi gelin barışalım” deyince ortalık süt liman olacak sanılıyor; halbuki işin içinde ‘tarih’ de var

Eskiler böyle durumlarda “Bir çiçekle bahar olmaz” derlerdi.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Katar’daki dünya kupasına kendisiyle birlikte davet edilmiş Mısır devlet başkanı Abdülfettah el-Sisi ile el sıkışması sonrasında meydana gelen gürültü bana bu özlü sözü hatırlattı.

O görüşüp el sıkışma sonrasında Ankara’ya döndüğünde kendisine yöneltilen “Suriye ve Mısır ile görüşme olacak mı?” sorusu üzerine şu cevabı verdi Cumhurbaşkanı Erdoğan:

“Olabilir. Siyasette küslük, dargınlık olmaz. Eninde sonunda en uygun şartta adımlar atılır.” 

Yani?

Mısır’la da, Suriye ile de yeni bir sayfa açılabilir demek isteniyor…

Abdülfettah El-Sisi ile nasıl el sıkışılmışsa Beşşar Esad ile de benzer bir tablo neden olmasın? 

Sonra da gelsin bu iki ülkeyle samimi dostluk ilişkileri…

Beşşar Esad ile yakınlaşma Katar’ın mı, Rusya veya İran mı araya girmesiyle olacak acaba?

Görüyorsunuz, stadyumdaki el sıkışmadan sonra medyamıza yansıyan “Oldu da bitti, maşallah” gürültüsünden ben bile etkilenmiş gibiyim.

Her konuyu bilen yorumcular, o fotoğraf üzerine, Mısır’la yeni bir dönemin başladığını ilan ediverdiler. Bazılarına göre, Türkiye-Mısır ilişkileri eskisinden bile daha olumlu gelişecekmiş…

Tarihi bilmeyenler onu sürekli tekerrür ettirirler…

Mısır ile Suriye, Birinci Dünya Savaşı sonrasında herbiri farklı ülke olarak yoluna devam etmeye başlayan çok parçalı Arap dünyasının en önemli iki ülkesidir.

Arap dünyasında en bilinen kabul, “Suriye’siz barış, Mısır’sız savaş olmaz” özdeyişinde gizlidir.

Türkiye de, özellikle 1950’li yıllarda bu iki ülkeyle arayı bozduktan sonra yaşanan gelişmeler sırasında, Suriye ile Mısır’ın yakın coğrafya açısından önemini anlamış ve arayı hep sıcak tutmanın yollarını aramıştır.

Evet, 1950’li yıllarda önce Mısır’la şekerrenk olundu, Suriye ile de 1957’de ve 1980’lerin sonunda savaşın eşiğine gelindi.

Mısır, 1954 yılında, Türkiye’yi Kahire’de temsil etmekte olan büyükelçi Fuat Hulusi Togay’ı ‘istenmeyen adam’ ilan ederek, onu ve eşini, ülkeyi 24 saat içerisinde terke zorlamıştı.

Pek çok başka olay da yaşanmıştı ama ikisi dikkat çekici. İkisinde de ‘el’ önemli bir rol oynamış durumda. Büyükelçi, Kahire Opera binasında karşılaştığı Mısır darbesinin lideri Cemal Abdünnasır’ın kendisine uzattığı elini sıkmadığı gibi, operadan ayrılırken de elini onun suratına doğru kaldırarak rejimin güçlü adamına herkesin duyacağı biçimde ileri geri sözler sarf etmişti. [Eski bir yazımda olayın ayrıntısı var.]

O olaydan sonra Mısır’la ara uzunca bir süre açık kaldı.

Askeri Sisi darbesi yüzünden araya giren soğukluktan önce de, 1996-1997 döneminde -Refahyol hükümeti sırasında-, önce dışişleri bakanı Amr Musa’yı sonra da devlet başkanı Hüsnü Mübarek’i Ankara’ya ani ziyaretlere zorlayan aranın bozulmasına yol açabilecek gelişmeler yaşanmış, ancak olayın büyümesine meydan verilmemişti. [Amr Musa her iki ziyarette neler yaşandığını birkaç yıl önce yayımlanan anılarında ayrıntılı olarak anlatır.]

Türkiye ile ilişkiler konusunda Mısırlı politikacılar ve bürokrasi kendilerini hep diken üstünde hissetmişlerdir. Türk politikacılar ve diplomatlar da bunun bilinciyle ilişkileri koruma gayreti içerisinde olmuşlardır.

Suriye’ye gelince…

İki ülke arasında ilişkilerin en ciddi yara aldığı dönem 1957 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin teyakkuza geçirilmesi ve Suriye sınırına tahkimat yapılması ile başlayan dönemdir. Savaşın eşiğine kadar gelinmişti.

Daha yakınlarda, Abdullah Öcalan’ın Şam’dan ayrılmasını sağlayan bir meydan okumalar silsilesi yaşanmıştı, 1990’lar sonunda. Önce Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş, sonra da bizzat Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, terör örgütü liderini Şam’da barındırdığı için Suriye’yi suçlamış ve 2 Şubat 1999 tarihinde Abdullah Öcalan’ın yakalanıp ülkeye getirilmesine kadar varan süreç öyle başlamıştır. 

Öncesinde, DYP-SHP koalisyon hükümetinin içişleri bakanı İsmet Sezgin, dar kapsamlı bir gazeteci heyetiyle Şam’a gidip, orada görüştüğü Suriye güvenlik yetkilileri ve devlet başkanı Hafız Esad’a Türkiye’nin kararlılığı mesajını iletmişti. [O gezi daha bakan Şam’dan ayrılmadan semeresini vermişti. Suriye benim de aralarında bulunduğum gazeteci heyetini PKK’nın eğitim merkezinin bulunduğu bilinen Lübnan’ın Bekaa vadisine götürmüş ve orada bulunan Mahsum Korkmaz Akademisi’ni yerle bir ettiklerini görmemizi sağlamışlardı.]

1950’li yıllarda Türkiye ile yaşanan sorunlar, her iki ülkeyi -Mısır’ı ve Suriye’yi-, Sovyetler Birliği ile ilişkilerini daha da sıklaştırmaya sevk etmiştir.

Şu son birkaç yıl içerisinde meydana gelen Mısır ve Suriye ile aranın açılmasının da benzer sonuçlar verdiğini fark etmemek imkansız.

Türkiye ile arası açılan Mısır kendisine yeni ittifaklar arayışına girdi; bir yandan İsrail ile var olan ilişkilerini sağlamlaştırırken, diğer yandan da Yunanistan ile Akdeniz’de ortak askeri tatbikatlar düzenleyecek kadar yakınlaşmayı gerçekleştirdi.

Suriye ise, ihtilaf öncesinde Türkiye’yi en yakın dost olarak bilirken, sonrasında, yıllarca araya mesafe koyduğu İran ve Rusya ile samimiyetini en ileri noktalara kadar vardırdı.             

Ankara’nın bölgenin iki en önemli ülkesiyle arasının bozulmasının bir başka sonucu da, Körfez ve Kuzey Afrika ülkelerinin uzun yıllar ‘düşman’ sıfatını kullanmadan ismini anmadıkları İsrail ile yakınlaşıp ittifak içerisine girmeleridir.

Eh, biz de onlardan geri kalacak değiliz ya, bozuştuğumuz İsrail’le biz de sonunda arayı düzelttik.

Şimdi soru şu:

Diyelim, el sıkışması beklenen sonucu verdi ve Abdülfettah el-Sisi’nin Mısır’ı ile yakınlaşıldı. Yine diyelim ki, Beşşar Esad ile de arayı düzeltmeye imkan verecek gelişmeler yaşandı. Bunlar oldu diye, iki ülkeyle arada ihtilaf bulunmayan dönemlerdeki, tarafların yararına çalışan duruma dönülebilecek mi? Hadi o da oldu diyelim, yakın coğrafyamızda var olan Türkiye merkezli statükoyu bir daha nereden bulacağız?         

“Eninde sonunda uygun adımlar atılır” diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan ama, atılacak doğru yoldaki o adımlar, daha önce atılmış yanlış adımlardan önceki şartları geri getirmeyecek.

Giden gelmez çünkü.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz