Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Göçmenler, sığınmacılar..(2)

Süleyman Seyfi Öğün yazdı;

Göçmenler, sığınmacılar..(2)

Modern târihin, yerleşikleri yoğunlaştıran, göçebeleri ise hem kenara iten, hem de seyrelten bir dizi tesir doğurduğunu biliyoruz. En azından merkez kapitalist dünyâ için bu kesindir. Yarı merkez ve çeper dünyâlarda ise geleneksel göçebelik çeşitli derecelerde devâm etmektedir. Göç hareketlilikleri eşitsiz ve çarpık yeni dünyâ işbölümünde ortadan kalkmış değildir. Çeper ve yarı merkez dünyâdan büyük kitlelerin , bilhassa post kolonyal devirlerden başlayarak merkez dünyâlara doğru dâimi bir hareketlilik hâlinde olduğunu görüyoruz. Açlık, kıtlık, iç savaşlar ve geleceksizlik bu hareketliliğin başat güdüleyicileridir.

Merkez dünyâlar bu süreci kontrol altında tutmanın derdi içindedirler. Burada çift istikâmetli bir baskı işlemektedir. Bir taraftan “kültürel” olarak bu kitleleri “dışlayıcı” bir dalga yükselmekte;diğer taraftan ise “ekonomik” olarak proleter uluslardan ucuz işgücü temini üzerinden “içermeci” sâikler işlemektedir. Hâsılı merkez dünyâ için bu mesele bir denge meselesidir. Çözümü bu süreci yönetmekte buldular. Sıkı hudut kontrolleri üzerinden fazlalıkları durduran, gelenleri kayda alıp, hızlı bir şekilde asimile edecek siyâsetler tâkip ettiler. Diğer mühim mesele de, dünyâdan artık çekmenin insan sermâyesi temelinde seçkin beyinleri ithâl etmek ve devşirmekti.

Bu işi, II. Genel Savaş sonundan, istihdam sıkıntısının yaşanmadığı yüksek oranlı büyüme süreçlerinin devâm ettiği 1970’lerin sonlarına kadar hayli başarılı bir şekilde devâm ettirdiklerini söyleyebiliriz. Ama 1980’lerden günümüze kadar, sermâyenin merkezkaç dinamikler kazandığı evrelerde işlerin renginin değiştiği görülüyor. Bir defâ Batı’da yaşanan refah toplumunun başardığı standartlar, tabanda yapılması gereken ama müreffeh orta sınıf insanların tenezzül etmediği alanları boşalttı. Göçmen işçiler hızla bu alanları doldurdu. Efendi-köle diyalektiğinin gereğince onlara bağımlılık doğdu. Diğer taraftan başta turizm olmak üzere tüketim kapitalizmi, sıkı disiplinli üretim kapitalizmine göre daha fazla “kaçak veren” sektörleriyle baskın hâle geldikçe bu göçü emen başka bir tesir doğurdu. Sermâye kayıpları neticesinde yaşanan istihdam daralmaları ise otokton proleterya ile dışarıdan gelen yabancı proleterya arasındaki gerilimleri başlattı. O kadar ki, bugün artık Batı demokrasilerinin ana sütunlarından birisini oluşturan, merkezden aşırıya doğru “sağ “ yelpâze, bu dışlayıcı tepkileri taşıyan yeni bir şekillenmeye uğradı. Buna mükâbil diğer cenahta , çeşitli türevleriyle “sol”, bu dalgayı karşılamak üzere seferber oldu.

Diğer taraftan ABD -Çin ve ABD-Rusya rekâbetinin doğurduğu ve Asya ile Afrika’yı içine alan onlarca mevziî savaş, bu göç dalgasını büyüten bir tesir doğurmakta. Velhâsıl, artık süreçler eskisi kadar başarılı yönetilemiyor. ABD, güneyinden gelen Hispanik-Lâtin, Avrupa ise güneyinden Afrika ve doğusundan Asyalı büyük bir göçmen baskısının altında. Tam da burada, Türkiye bu işin neresinde sorusunun karşılığını buluyoruz. Uygulanan yeni metod, merkeze ulaşmadan bu dalgayı başka yerlerde durdurmak üzerine kuruluyor. Bilhassa Avrupa Birliği’nin Türkiye algısını bu şekillendiriyor. Türkiye’nin ehemmiyeti göç dalgasını durduran bir dalgakıran olması. Buna son olarak Afganistan’ı terk etme karârı veren ABD de eklendi. Son NATO Toplantısında öncelikli konu , beklentilerin aksine ne S400, ne de Ermeni Soykırımı meselesi oldu. Angloamerikan aklı pratiktir. Doğrudan Türkiye’yi Afganistan ile iltisaklandıran bir gündemi yükseltip dayattılar. Arkasından Türkiye giderek büyüyen bir Afganlı sığınmacı akınına mâruz kaldı.

Kimileri imparatorluk geçmişimize bakıp bunun vakay-ı âdiyeden olduğunu, büyütülmemesi, zamâna bırakılması gerektiğini söylüyor. Muhalefet ise Sûriyeli göçünün doğurduğu yabancı düşmanlığının üzerine körükle gidiyor. Afganlı göçü ise bunu âdeta tuzu biberi oldu. Durumun zannedildiğinden daha vahim olduğunu düşünüyorum. Elbette ucuz yabancı düşmanlığı yapıp bu göçü, tıpkı Yunanistan’ın yaptığı gibi insanlık dışı tedbirlerle yönetmek bir imparatorluk bakıyesi olarak biz Türklere yakışmaz. Bir taraftan büyüyen yabancı düşmanlığı ile mücâdele etmek gerekiyor. Ama bu yetmez. Türkiye’nin kendisine biçilen dalgakıran rolünü üzerinden atması ve çelişkilerini yüzüne vurarak Batı’yı zorlaması gerekiyor. Ne kadar başarılı olunur, bilemiyorum. Ama bu rolü üzerimizden atmamız gerekiyor. Bu meseleyi yönetmek çok daha mühim. Romantik açıklamalar değil, kurumlara büyük iş düşüyor. Bu konuda yetişmiş kadroları istihdam edip, çok ciddî raporlamalara ve var olanlara ek kurum ve kuruluşların ihdâsına ihtiyacımız var. Unutmayalım, riskler çift başlıdır. Tehlike kadar fırsat da doğurur…



Anahtar Kelimeler: Göçmenler sığınmacılar..()

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz