Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

GERİYE İŞLEYEN YARGI ADALET VE SİYASETE HİZMET Mİ EDİYOR?

Kenan ALPAY'ın Makalesi;

GERİYE İŞLEYEN YARGI ADALET VE SİYASETE HİZMET Mİ EDİYOR?

Yeni değil, geçmişten bugüne yargı, sorun çözücü olmaktan ziyade bizzat sorun olarak hem adalet duygularını çürütüyor hem de siyasete olan güveni sarsıyor. Güya “millet adına” alınan kararlar milleti teskin ve teselli etmek bir tarafa iyice asabileştirip intikam ve şiddet duygularıyla harmanlanan ölçüsüz davranış biçimlerine itekliyor. Kanunlar kadar kanun koyucuların ve uygulayıcıların mantığı adaletin tecelli etmesini ısrarla engelliyor, hukukun üstünlüğünü inatla sabote ediyor.

Geçtiğimiz Haziran ayında Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit “son zamanlarda halk nezdinde yargıya güven endeksinin hızla yükseldiğini görüyoruz” mealinde bir değerlendirme yapmıştı. Ancak Yargıtay Başkanı “halk nezdinde yargıya güven endeksinin hızla yükseldiğine” ilişkin somut bilgilerden, anket ve istatistiklerden bahsetmemişti. Bunun yerine hukuk sistemindeki aksaklıkların giderilmesi için yapılan çalışmalara, Adalet Bakanlığı’nın üzerinde çalıştığı Yargı Reformu Strateji Taslağı’na atıflar yapmayı tercih etmişti. Evrensel hukuk kaidelerine yapılan atıfların, bir takım güzel temennilerin ilerisine geçip somut tespitler, teşhisler ve çözüm önerileriyse hemen hiç göze çarpmıyordu ne yazık ki.

Taslak Var, Reform Yok

Eğer doğruysa 1 Ekim’de Meclis’in açılışıyla birlikte AK Parti Hükümeti’nin ilk gündem maddesi “Yargı Reformu Strateji Belgesi” olacak. AK Parti, muhalefet partilerinin de desteğini alarak yargı reformuna ilişkin üzerinde uzun zamandır çalıştığı düzenlemeyi kanunlaştırmayı hedefliyor. Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün beyanına göre ilk hedef; “Yargı reformunda birinci paketimiz düşünce ve ifade özgürlüğünü daha da güvenceye alıcı, tutuklamadaki keyfiliği, uygulamadaki farklılığı ortadan kaldıran düzenlemeler içeriyor.” Bu cümle yargının adalet beklentilerine karşılık veremediğini ikrar sadedinde sayabileceğimiz en üst düzeyde söylenmiş bir cümledir aslında. Yargı üzerinde siyasal ve ideolojik angajmanların belirleyici olduğunu, resmi ideolojinin muhafızı ve tetikçisi pozisyonundaki yargıdan adalete değil olsa olsa devlet sınıflarının çıkarlarına hizmet edildiği ortadadır.

Düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırları, işleyişi dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de tartışma konusu olmaya devam ediyor. Ancak kabul edelim ki son dönemlerde AK Parti iktidarının diğer dönemlerinde olmadığı kadar tartışma, gerilim ve ayrışma konusu olarak karşımıza dikiliyor. Bu “son dönemler” vurgusunu 15 Temmuz’dan bu tarafa doğru artan, yoğunlaşan, keskinleşen saldırılardan bağımsız görmeyiz elbette. Mesele askeri darbe girişimine kadar yükselen tehdit ve saldırılarla hukuk içinde kalarak nasıl mücadele edileceği noktasında düğümleniyor. Burada esas önceliğin “sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi” mantıksızlığına sürüklenmemeye verilmesidir. Sütten ağzı yanan neden yoğurdu da üflesin ki? Yoğurt tabiatı icabı zaten soğuktur ve üflenmesi mantık dışı bir korkunun devamını işaretler. Makul olan korkunun kaynağını ve sınırlarını net olarak tanımlayabilmektir.

Sosyal medyanın bir iletişim aracı değil esaslı bir operasyon merkezi olarak kurgulanıp işletime sokulduğu hepimizin malumu. Sarsıcı hatta yer yer yıkıcı sonuçlar ürettiğine de şahit olduk. Ancak sosyal medya operasyonlarına yönelik ahlaki ve hukuki sınırları muhkem kuşatıcı bir strateji de geliştirilemedi hala. Bunun karşısına ya ahlaksız trol ordusuyla çıkmak ya da olanca şiddetiyle yargı sopasını sallamak çare olarak görüldü.

Muhalefetle Mücadele Yöntemleri

Aktüel gündemden bir örnekle bu sarkacın çözümsüzlüğüne dair birkaç kelam edelim. CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun kimliği ve misyonu belli. İtikadi ve siyasi açıdan, hayat tarzı ve hedefler itibariyle hemen hiçbir ortak noktamız yok fakat çatışma alanlarımız sayılamayacak kadar çok. Tipik bir Kemalist, İslami değer ve sembolleri kamusal alandan söküp atmak üzere mücadele ediyor. Parti içindeki ağırlığı arttıkça, vitrinde daha fazla öne çıktıkça bu yöndeki mesajlarını ve davranışlarını, uygun bir fırsat buluncaya dek, usulca geri çekiyor. Son süreçte sadece Kaftancıoğlu değil genel olarak CHP yönetimi yeterince Atatürkçü olmadığı, Kemalist ilkelerden ödün verdiği için eleştiriliyor bu sebeple. Atatürkçü-Kemalist cenahtan yapılan bu tür eleştiriler saçma da olsa anlaşılabilirken bu işe muhafazakar-dindar siyasi kadroların da katılmış olmasının hiçbir izahı bulunmuyor.

Canan Kaftancıoğlu, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından bu hafta terör örgütü propagandası yapmak, kamu görevlisine hakaret, Cumhurbaşkanına hakaret, Türkiye Cumhuriyeti’ni alenen aşağılama, halkı kin ve düşmanlığa sevk gibi suçlardan toplam 9 yıl 8 ay 20 gün hapis cezasına çarptırıldı. Bu suçlar için 2012, 2014, 2015 ve 2017 tarihlerinde yaptığı sosyal medya paylaşımları delil olarak kabul edildi. Peki, dava ne zaman açıldı? 31 Mart 2019 seçimlerinden sonra. Yani iki, dört, beş veya yedi yıldır suç olarak görülmeyen, soruşturmaya bile konu olmayan sosyal medya paylaşımları bugün 10 yıl hapis cezasına dönüşüverdi.

İşlediği suçlarda zaman aşımı olmamış, siyasetçilerin suç işleme ayrıcalığı yok, pişman olmadığı için tabii ki en üst sınırdan ceza verilecek” gibi yaklaşımlar şimdilerde birilerinin yüreğini soğutabilir belki. Öncelikle ortada suç olup olmadığı tartışmalıyız, adaletin tecelli edip etmediğini esastan sorgulamalıyız. Bununla birlikte yarın öbür gün iklim değişip başka sosyal medya hesaplarından atılan mesajlar, siyasi beyanlar veya gazete köşelerinde serdedilen bazı görüşler için de benzer bir yargı süreci işletilme ihtimalini düşünelim.

Geriye dönük işletilen bu tür bir yargı süreci hem siyaset kurumu hem de yargı mekanizması için ileriye yönelik büyük ve ölümcül bir tuzağa dönüşecektir. Siyasi muhaliflerin yargı mekanizması marifetiyle tasfiye edildiği algısını güçlendirecektir. Kayyum atamalarıyla girilen süreç bu türden mahkeme kararlarıyla siyasetle toplumun arasını daha bir açacaktır. Meydanlarda ve sandıkta kaybedileni yargıda telafi etmeye girişen bürokratik oligarşiye karşı esaslı ve uzun soluklu bir mücadele verilmişti. Bu mücadele öfkeyle harcanmamalı, soğukkanlı bir biçimde geçmişten ibret alınmalı.

Yeni Akit



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz