Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Garplılaşmanın neresindeyiz?

Mustafa Kutlu yazdı;

Garplılaşmanın neresindeyiz?

Prof. Dr. Mümtaz Turhan (1908-1969) ülkemizin önemli bilim ve fikir adamlarından biri idi. Zamanla unutuldu. Oysa sadece iki eserinin isimleri dahi ülkemizin siyasî, içtimaî ve kültürel hayatı için uyarıcı mahiyettedir: Kültür Değişmeleri ile (1951), Garplılaşmanın Neresindeyiz (1958). “Değişim”e neredeyse kutsî mânalar yüklendiği günlerden geçiyoruz. Öyle ki şu söz sanki iman esasları arasına girdi: “Dünyada değişmeyen tek şey vardır, o da değişim”. Oysa kapitalizmin kanunları bize “Hiçbir şeyin değişmemesi için her şeyin değiştirildiğini” cebrî olarak kabul ettirmiştir.

(Bu kabulün ruhumuza hakim olduğunu sanmıyorum. Dışarıdan bakıldığında hepimiz epeyce ABD’liyiz, ancak kalbimizi “tek dişi kalmış canavar”a teslim etmedik, etmeyeceğiz).

İzninizle bu soyutlamadan çıkmak, bir hikâyeci olarak gençliğimin geçtiği altmışlı yıllar Erzincan’ına dönmek istiyorum.

O yıllarda, sokakta başı açık, pantolon giymiş kadına, kıza rastlamak mümkün değildi ama, fakir olsun varlıklı olsun nüfusun yüzde sekseni “yılbaşı”nı kutlardı. En azından çerez yiyerek tombala çekerdi. Günümüzde sokakta başı açık-pantolonla gezen kadına-kıza sık rastlanır ama nüfusun yüzde sekseni artık “yılbaşı” kutlamıyor. Tuhaf bir dindarlaşma ile tuhaf bir modernleşme birlikte yürüyor. “Garplılaşmanın neresine” geldik acaba?

Cevaben genelde kabul gören şu cümleyi dile getirelim: Bu zamanda babana bile güvenmeyeceksin. Durum böyle olunca dünyanın gelişmiş on ekonomisi arasına girsen ne yazar. Güven kaybolursa ahlâk yok olur. Ahlâksız ekonomiyi-zenginliği-refahı istiyor muyuz?

Kainatta değişmeyen şeyler var. Hayatın devamını bunlar sağlıyor. Dünyanın kendi etrafında ve güneş etrafında dönmesi, gece ile gündüzün varlığı vb.

İklimler değişiyor ise buna sebep insanoğlunun “Hududullah”ı çiğnemesi, haddi aşmasıdır. Bildiğiniz “sanayi” hikâyesi.

Âmentü’ye inananlar için “Âmentü”nün esasları kıyamete kadar değişmez.

Benzer şekilde “bizi biz yapan dinî-millî-manevî-kültürel” değerlerin de değişmeden kaldığına inanıyoruz. Hayfa! Öyle mi?! “Dünya bir köy oldu” deniyor ve değişimin hızına yetişmek hayli zor. Kapitalizmin kanunları tüm dünyayı “tek tip hayat”a zorlamış ve bunu cebrî olarak (Yani bilimi-teknolojiyi-çağdaş küresel medeniyeti-iletişim, ulaşım, haz ve hız ile türlü silahları sermaye gücü ile tekeline alarak) insanlığa kabul ettirmiştir.

Ya esir olacaksın ya da zorba.

Bakmayın küresel güçlerle ulusal güçlerin savaştığına. Her iki kesim de aynı silahları (âletleri) kullanıyor, aynı hayatı yaşıyor. Öte dünyayı reddeden bir hayat. Ve “evrensel” diye cebrî kabul gören bir “hukuk”. Tiyatro devam ediyor.

Oysa daha düne kadar biz bu çılgın kalabalıktan uzakta âsude bir hayatı yaşıyorduk. (Artık dalga geçilen bir sıfatla: Fakir ama onurlu).

“Yok ya! Nerdeymiş o âsude hayat? Mustafa Kutlu nostalji yapma” diyorsunuz galiba.

Babam da ben de evlerinin kapıları açık yatılan mahallelerde büyüdük. Ahlâk denilen bir değer vardı, bu sebeple güvenlik-özgürlük tartışması yaşanmıyordu.

Özellikle muhafazakâr çevrelerde sık sık “bizi biz yapan değerler”den bahsediliyor, maarifte “değerler eğitimi” verilirken, misal “Yüz Temel Eser” yayımlanıyor. Acaba bunların “değişim” karşısında bir kıymet-i harbiyesi kaldı mı?

“Bizi biz yapan değerler” günümüzde, ülkemizde, insanımız arasında ne kadar yer tutuyor, ne kadar etkili, ne kadar var, hangisi yaşıyor, hangisinden vazgeçilmiş? Maziden hale, halden istikbale bakarken; ülkemiz ve insanımız için bir ufuk bir vizyon ararken ilk yapacağımız iş “Bizi biz yapan değerler”in varlığını, gücünü, etkisini, kabul görüp görmediğini anlamaktır.

Bu münasebetle başta devlet-hükumet olmak üzere, akademya-ulema, mesuliyet sahibi her kişi ve kuruluş halisane bir niyet ile 15-75 yaş arası tüm kuşakları kapsayacak, usulüne uygun araştırmalar yapmalıdır. 1071 hedefine bu çalışmanın neticelerine bakarak bir yön çizilebilir. Ben kendi nefsime yakınlarım olan okur-yazar pek çok kişiye “değerlerimiz”den ne anladıklarını sordum, birer liste istedim. Ortak kavramları biraraya getirdim. Kendi bilgi-görgü ve elli yıllık gözlemlerimle içlerinden bir kısmını siz okuyucularla paylaşmak istedim. Önümüzdeki günlerde bunlardan bazıları hakkında yorumlar yapacağım. (Derken bu sütunda yayımlanmış eski yazılarımı yokladım. Ömrüm boyunca “bu değerler” ile ilgili yazılar yazdığımı gördüm. Bunların bazıları bugün yazılmış gibi taze. Yenilerin yanında onları da yayımlayacağım).

Seçtiğim unsurların (ki millî, dinî, manevî, kültürel ve dünyevî olanlar birlikte zikrediliyor) bir küçük listesini sunuyorum. Siz bunu on kat, yüz kat ileri taşıyabilirsiniz. Görülen odur ki tüm “değerlerimiz” neredeyse birbirini besliyor ve hemen hepsi yukarıda sözünü ettiğim tek kaynaktan fışkırıyor.

Allah (c.c.), Hz. Muhammed, sahabe, iman ve İslâm esasları, tüm kapsamı ile İslâm, Kur’an, dil (Türkçe), vatan, bayrak, devlet, şehit, gazi, aile, komşu, mesuliyet, ahde vefa, inşallah, ar-namus-iffet, dürüstlük, hak, adalet, merhamet, şefkat, hizmet-hürmet, emanet, güven, gönül, sadakat, emek, şükür-sabır, kanaat, misafir, İstiklâl Marşı, cömertlik, bayram, akraba, edep, hicap, ikram, infak, Mevlid, muhabbet, nezaket-zarafet, kul hakkı, mahremiyet, sadaka, tevazu, ezan, dua, Türk mutfağı (ayran-aşure-döner), tevekkül, tövbe, Kâbe, selâm, maşallah, Yasin, kurban, töre, dayanışma, hürriyet, düşene yardım, tabiat, hayvan hakları, temizlik, doğallık, tarih boyunca çeşitli sahalarda temayüz eden büyüklerimiz, toprak-su-hava, ekmek, kalp, haya, ana-baba-saygı-sevgi, sadaka, mezar, türbe, alınteri-göz nuru, kitap, Besmele, irfan, ibret, liyakat, ehliyet, sanat (musiki, mimari, edebiyat vb.) ve medeniyet unsurları ile vatan diye bilinen beldelerin sembol isimleri. İki isim veriyorum: Mostar Köprüsü ve Sakarya.

Sakarya’yı örnek olarak seçtim.

Yaşı ellinin üzerinde olanlar için o, sadece geçtiği topraklara bereket saçan bir nehir ve ardından bir şehir adı değildir. Sakarya Meydan Savaşı sebebi ile istiklâl sembolüdür. Bu yüzden dilimize vatanseverlik deyimi olarak “Vatan-Millet-Sakarya” tabiri yerleşmiştir. Bu tabir ne yazık ki menfî mâna ile hamasete işaret eder hale geldi. Ayrıca Necip Fazıl’ın bizim kuşaklar için hayli değerli olan manzumesinin adıdır.

Şimdi 15-30 yaş arası gençlere soralım bakalım “Sakarya” için ne diyorlar?



Anahtar Kelimeler: Garplılaşmanın neresindeyiz?

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz