Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Fıtrata Yolculuk

Ahmet Örs, büyük oranda imani gerçeklikten uzak bir anlayışla ganimet ve fetihçilik olgusu içerisinde kendine yer bulan tarihin İslam’ın tarihi olmadığına işaret ediyor.

Fıtrata Yolculuk

Kur’an ve Hz. Peygamber’in pratiğine birlikte odaklanıp ortaya çıkan hakikati tarihsel malzeme ile mukayese ettikçe bugün elde avuçta olanın çok da bir şey ifade etmediğini hatta saptırıcı bir mahiyete sahip olduğunu görebiliyorsunuz.

Bütün bir İslam tarihi denen toplam, devlet-egemenlik ekseninde meydana gelmiş durumda. Tarih, geriye doğru inşa edilen bir alan olduğundan geçmiş, egemenlik ilişkilerinin perspektifiyle illetlidir. Bu illet, bugün de yakamıza yapışık olduğundan lâyık-ı veçhile bir özgürleşme ve adalet arayışı biz Müslümanlardan yana maalesef ortaya çıkamıyor. Şûrâ sûresi 40. ayette buyurulan ifadeye dikkat etmeli: “Ama [unutma ki,] kötülüğü cezalandırma [teşebbüsü] de, bizâtihî bir kötülük olabilir.” İslam tarihinin çokça mühim bir kısmı bu ayeti kavrayamamaktan mülhem talihsizliklerle doludur.

O talihsizliği hâl-i hazırımızda yaşamadığımızı elbette söyleyemiyoruz. O nedenle bu yazı yazılmaktadır. Kavrayışlarımıza bugünden geriye doğru müdahil olunmak sûretiyle vurulan darbeyi görmek zorundayız.

Mü’min ve Müslümanların tarihsel ödevi nedir?

Şûrâ sûresi 40. ayetteki uyarıyı çok boyutlu algılarsak ufkumuz aydınlanabilir. Ne yapsak, nasıl yapsak da kaş yaparken göz çıkarmasak? Benzeri var mı? Örnek gösterilebilecek bir pratik, teorik bir zemin tecrübe edilmiş mi?

Evet, çok şükür; ayrıca olmaz olur mu? Zaten vahiy ve resuller ne için gönderilmiştir?

Müslümanın tarihsel ödevi zulme karşı çıkmaktır. Onun kimliğini inşa eden özün kendisine yüklediği en büyük sorumluluk zulüm mekanizmalarını parçalamak ve dağıtmaktır. Sonra hayat, akacak ve yolunu bulacaktır. Yeni zulüm organizasyonlarının ortaya çıkması durumunda mezkûr sorumluluğun mü’min ve Müslümanları harekete geçirmesi beklenir. Kulluğun gereği elbette budur.

Hayatın akıp yolunu bulmasının en iyi örneklerinden biri olarak Kur’an’da Zülkarneyn kıssasına bakılmalıdır.[1]  Zülkarneyn peygamberin belirtilen kıssanın özellikle 90-92. ayetlerde anlatılan temas ve tavrı çarpıcıdır:

Ve doğuya doğru yürüyerek] günün birinde güneşin doğduğu yere vardığında onu, kendilerini güneşe karşı bir örtüyle örtmediğimiz bir kavmin üzerine doğar buldu: [Biz onları] işte böyle [bir yaşama tarzı içinde, böyle bir düzeyde bırakmıştık ve o da onları öylece kendi hallerine bıraktı;] ve muhakkak ki sınırsız bilgimizle Biz onun zihninden geçenleri kuşatmış bulunuyorduk ve o [böylece, doğru bir amaca ulaşmak için] bir kere daha, doğru aracı seçmiş oldu.

Bu anlatı, Hz. Peygamber’in siyerine dâhil olsaydı bambaşka bir hâl alır, sondan başa doğru yazılırken yapı bozumuna uğrar ve o topluluğa bir vali atanır, sonra vergi memurları gönderilirdi. Dört halife döneminde olsa zaten egemenlik kapışması sürecinde kılıç çeken taraflardan biri olarak İslam tarihi kitaplarının sayfalarında kendilerine epeyce yer bulurlardı.

İslam tarihinde ganimet ve devlet ideolojisinin baskın bir yer tutuşu bütün hikâyemizi özetlemektedir. Câbirî’nin de üzerinde çalışıp işaret ettiği[2] bir bahis olarak “imanı henüz kalplerine yerleşmeyenler”in[3] bayraktarı olduğu akışın fetihçi ideolojisi özgürleşmeyi bütün tarafları olumsuz etkileyecek bir biçimde akamete uğratmıştır.

Hz. Peygamber ve arkadaşlarının mücadelesini modern devlet yapısı içinde yetişen, o çerçeveyi teorik olarak tartışıp besleyen kuram yığınlarını tedris ederek geçiren kuşaklarla tarihsel olarak Bizans-Sâsâni siyaset felsefelerini siyasetname[4] formunda içselleştiren asırların birlikte ürettiği neticenin İslam olmadığını idrak etmek gerekiyor.

İslam’ın hızlı ve mevcut yayılış biçiminin tarihi bir kırılmayı müslüman halkların bilincine acı bir armağan olarak sunduğu söylenebilir. Otonom bile değil, alabildiğine özgür küçük yerleşim ve toplulukların imani tercihlerinin inşa edeceği bir tarihsel yürüyüş yerine imparatorlukların, fetihçi ve hatta yağmacı/talancı devlet yapılarının felsefe olarak İslam’a transferi tevhidin toplam mahiyetine ağır bir darbe vurmuş ve özgürleşme çağrısı hâl-i hazırdaki egemen yapıların ağır siyasal-bürokratik işleyişine kurban edilmiştir.

Zengin Mekke ulularıyla fetihçi-ganimetçi süreçte yeni yeni boy veren diğer ticaret burjuvazisinin tarihsel ticaret kanallarının İslam sıfatlı yeni egemen devlet(ler) bünyesi içinde boy veren görülmemiş çeşitliliği dudak uçuklatıcıdır ve yeni yönelimin istikameti hakkında yeterince fikir vermektedir.[5] Hâlbuki Hz. Peygamber ve arkadaşlarının izleği bambaşka bir dünya içindi, bunu Kur’an’dan ve dikkatli bir siyer okumasından kolayca tespit etmek mümkündür. [6]

İçinde yaşadığımız (boğulduğumuz da denebilir) dünyaya alternatif olabilecek şey egemenlerin tasallut ettiği ahir zamanların sosyal yapılarını tekrar etmek değildir.[7] Şûrâ sûresi 38. ayete göre “şûrâ” bütün mü’minler için yakınî ve doğrudan emir olduğundan başka bir siyaset biçimi çıkmıştır ortaya. Çok fazla dallanıp budaklanıcı, gelişip yayılıcı, dolayısıyla da imparatorluk ya da diktatörlükle birlikte hanedanlık biçimlerini zorunlu olarak peşi sıra sürükleyici bir usûl tevhidin tarihsel perspektifiyle bağdaşmaz.

Saydığımız olumsuz yönetim biçim ve organizasyonlarının İslami kılıfları bulunabilir, tarih boyunca çokça da bulunmuştur. Modern dönemlerde bunun yeni örnekleri elbette vardır ancak bütün bunlar derdimize deva olabilmiş midir?

Özellikle son dönemlerde İslami hattın bu açmazlardan çıkmak için teklif ettiği çıkış kapıları çaresizlik kaynaklıdır. Devasa devlet ve toplum yapıları kaçınılmaz kabul edilirse demokratik, adil, tarafsız devlet önerileri havada uçuşacaktır çünkü “başkalarının başkalarına tahakkümü” meselesini çözmek başka türlü mümkün olmamaktadır, bu durumda da kimse kendi hukuku/şeriatıyla var olamayacaktır.

Küçük topluluklar hâlinde vâr olmaya bakmak, savunma ve gıda gerekleri gibi muhtemel bütün problemli durumlarda îlâf(lar)la yol almak mümkündür. Zalim(ler)in “öteki” olarak kodlanacağı ve bütün müntesipleriyle tevhid ilkeleri doğrultusunda bireysel ve toplumsal bir hayatı ikâme edecek ve “şûrâ”yı[8] esas alarak başka topluluklarla “sözleşme” temelli bir birlikte yaşamı hayata geçirecek bu model için Medine Sözleşmesi coşkun bir ilham kaynağıdır.[9] O ilhamın söylediği şey esasen şudur: İnsanları rahat bırakın, kimseye musallat olmayın!

Özellikle siyerin problemli yazımı[10], İslam tarihinin hanedancıAllah’ın gölgesi’ci-saltanatçı oluşturucularının, ganimet ve fetih iştihasının tevhidin mesajını gömen karakteri ile hesaplaşmak mümkündür. Vahyin gayesi insana ve tabiata musallat olan kötülükleri bertaraf etmektir. Zülkarneyn örneği, açıklığıyla bu meyanda fazlasıyla anlamlıdır. Muhakkak ki bütün resullerin sünnetleri de oraya doğru ilerlemektedir.

Osteopat bir arkadaşın “Bizim yaptığımız vücudu olması gereken hâle getirmek, gerisini o hâlleder.” değerlendirmesi bana bu çerçevede ilham vermişti. Mühim olan zulmü def etmektir, insan ve tabiat işleri yoluna koyacak, tam bu özgür aşamada fıtrata yolculuk[11] başlayacaktır. Zulmün ve ifsadın tekrarı hâlinde aynı çevrime tanık olmuştur zaten tarih, en fazla biz de ona tanık oluruz.

Devrimler mutlak ve değişmez bir sonuç vâr etmezler mesela. İnsan yapımı her şey bozulur. O nedenle korumacı dev bürokratik yapılar, egemenliği pekiştirici kurumlar ve kutsalca korunan sınırlar anlamsızdır, vahyî mesajın akışkanlığına en büyük darbeyi onlar vurur ve kapıyı muhafazakâr intihar çalar.

Bu yazı, değindiği mevzulara ancak giriş mahiyetindedir. İşaret edip kapalı bıraktığı yerleri açmak da bizim zamana yayılan ödevimiz olsun.

[1] Kehf sûresi, 18/83-98

[2] M. A. el-Câbirî, Arap Siyasal Aklı, Mana Yay.

[3] Hucurât sûresi, 49/14

[4] Siyasetname: İslami Bir Devlet İdaresi Teorisi, Ed.: Mehrzad Boroujerdi, alBaraka yay.

[5] Tüccar Sermayesi ve İslam, Mahmood İbrahim, alBaraka yay.

[6] İlk Bahar, Wadah Khanfar, Vadi yay.

[7] Wael b. Hallaq, İmkânsız Devlet, Babil kitap

[8] İslam ve Siyaset, Ümit Aktaş, Mana yay.

[9] Medine Sözleşmesi, Ali Bulaç, Çıra yay.

[10] Mukayese için bkz: Siyerin Gölgesinde 1-2-3, Hüseyin Alan, Beyan yay; Hz. Muhammed Mekke’de – Hz. Muhammed Medine’de, w. Montgomery Watt, KURAMER yay.; Yoldaki İşaretler, Seyyid Kutup, (muhtelif yay.)

[11] Devlete Karşı Toplum, Pierre Clastres, Ayrıntı yay.

 

Kaynak: Yeni Pencere



Anahtar Kelimeler: Fıtrata Yolculuk

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz