Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

FETÖ DARBESİ SONRASINDA ÖZGÜN İRADE DERGİSİ 2016 EYLÜL (149.) SAYISINDA "KONU İLE İLGİLİ OLARAK" YAPILAN SORUŞTURMA ÇERÇEVESİNDE VERİLEN CEVAP METNİ...

Özgün İrade Dergisi'nden Sait Alioğlu'nun "konuya dair" soruşturmaya vermiş olduğu cevap metni....

FETÖ DARBESİ SONRASINDA ÖZGÜN İRADE DERGİSİ 2016 EYLÜL (149.) SAYISINDA

S-1)15 Temmuz darbe girişiminde net olarak söylemeliyiz ki ülkemiz Türkiye tarihinde görülmemiş, farklı tip büyük bir tehlike atlattı.. Ve bu tehlikenin tekerrür etmemesi, yapılan temel değişikliklerin yeni sorunlar üretmemesi de oldukça önemli. Bu anlamda meseleyi belki daha gerçekçi anlama yönünden bazı soruların sorulması gerekmektedir:Değişikliklerin siyasi iktidara terfi ve tayinler konusunda verdiği yetki, bu sorun ve tehdidi başka bir şekilde nüksettirir mi?

C-1) AK Partili iktidarın gelinen bu süreçte ne yaptığını gayet iyi biliyor olduğunu düşünüyorum. Sütten dili yananın yoğurdu üfleyerek içmesi misali, bu konuda, ordunun yeniden yapılandırılması işinin, başta Genelkurmay Başkanlığı olmak üzere, kuvvet komutanlıklarına hem liyakat ve hem de ‘gerekli olduğundan’ sadakat esasına göre atama yapması yerinde bir karar olarak okunması gerekmektedir.

Birde yaklaşık yüz yıldır, teknik açıdan modernleşme çalışmaları bağlamında ordu bünyesinde bulunan bazı birimlerin-okul, akademi ve hastane vb.- birçok istifhamı izale etme ve bu kurumların kullanılması sonucunda yüz yüze kaldığımız, kalabileceğimiz tehlikeli durumları en aza indirme açısından, terfi ve tayin işlerinin silahlı bir istismarı ve istismarın yolaçabileceği tehlikeli durumları bertaraf etme adına sivil otoriteye verilmesi gelecek açısından bir hayli önem arzetmektedir..

Bu, bugünden bakıldığında belki bir anlam ifade etmeyebilir, ama bu konuda atama yetkisinin sivillere devri ya da askerin uhdesinde kalması konusu ileride, ‘neyin ne için yapıldığını, ya da –Allah muhafaza- neyin neiçin yapılamadığı mevzuu önem kazanacaktır.

S-2) Askeri kurumu bu kez başka bir düzeyde siyasallaştırır, orduyu politize eder mi? Veya iktidarın kendi ordusunu kurmasına yol açar mı? Ya da Milli Savunma bakanına verilen tayin yetkisi, YAŞ’ın yeni yapısıyla terfileri tümüyle siyasi iktidara bırakması, Genel Kurmay Başkanının kuvvet komutanları değil, orgeneraller arasından seçilecek olması, askerler arasında iktidara yakın olma arayışı ve yarışına zemin hazırlar mı?

C-2) A- Bu durumun orduyu politize etmeyeceğini düşünebiliriz. Aslında eski hali, ordunun politize olmasına zemin hazırlıyordu. Orduyu komuta kademesi olarak MSB’ye bağlamak, şimdilik AK Parti ve diğer dönemlerde de muhafazakâr ya da İslamcı bir iktidar trendine uygun olarak AK Parti benzeri parti ve partilerin, alınan bu kararları uygulamaları ve sürdürmeleri halinde, hareket kabiliyeti yüksek profesyonel bir ordu ile birlikte, çeşitli birimleriyle polisi, teknik ekipman ve kalifiye elemanla güçlendirmek daha akıllıca ve reel olacaktır.

B. Adı geçen bu zeminin olumsuz anlamda oluşmaması için iyi ve yararlı bir etüt çalışması yapmak ve bu konuyu, her türlü yanlış anlayıştan sakındırma adına bir teamül oluşturmak gerekir.

S-3) Bu durum TSK’yı içinde farklı siyasi eğilimlerin cirit attığı orduya dönüştürür mü? Askeri birimleri sivil otoriteye ‘bağlamak’, sivil otoritenin orduyu ‘yönetmesini’ sağlamak askeri ‘ikna’ eder mi?

C-3) Her şey, her zaman istenildiği gibi olmayabilir. Ama ülkenin geleceği ve toplumun huzuru için, şartları değişiklik arzetmiş olsa da yeni bir dil, yeni söylem, yepyeni, ama geçmiş ve geleceği kuşatacağı, şimdiden öngörülebilecek bir paradigmal hareketle, yeniçeri ocağının kaldırılmasında önemli bir yeri bulunan zecri/kökten, yani radikal kararlara yakın bir yaklaşımla orduyu şimdiden bir hale, yola sokmak gerekir ki, sonuçta bu ordunun da hayrına olacaktır Direnç gösteren birimlerin içeriğinin değiştirilmesi ve şahısların da etkisiz kılınması için cesaret, azim, kararlılık göstermek gerekir..

S-4) TSK’ da darbe girişimi sonrası Balyoz ve askeri casusluk davalarında cezaevinde yatan rütbeli askerlerin ‘acil’ kodu ile hatta emekli askerlerin göreve çağrılmaları dikkati çeken bir husus. Bir başka husus da- AK Parti hükümette tek otorite olsa da- bu paradigma değişikliklerinin –belki arkası gelecek, burada saydıklarımızın dışında- bu yapısal müdahalelerin bir başka gizli ve açık ortağının olup olmadığı sorusu!

C-4) A. 28 Şubat darbesi sonrasında oluşturulan AK Partili iktidara karşı, ordu içerisinde mutlaka birçok mahfilin itirazı olmuş olabilir. Ki, o süreçte çoğu Fethullahçıların marifetiyle düzmece kabilinden oluşturulmuş bulunan Balyoz ve askeri casusluk iddiasından ötürü bir iki dava vukubulmuştu.. Bu davalarda suçlanan birçok kişi, yine FETÖ’nün savcıları tarafından haksız ve hukuksuz cezalara çarptırılmışlardı. Bu insanların önemli bir kısmını Kemalist olarak saysak bile, bu insanlar bu ülkenin has evlatları ve ordunun da mensupları idiler.

Fethullahçıların ihaneti sonucu, tutuklanan ve yargılanmaları sonucunda hüküm giyecekleri şimdiden belli olanların yerine, çeşitli gerekçelerle ordudan atılanların tekrardan göreve çağırılmaları isabetle alınmış bir karar hükmünde olup kalbi kırık insanları az da olsa gönendirecektir.

B. Gelinen süreçte ‘geçmiş uygulamaların aksine, dindar insanların değil, dindarlık kisvesi altında orduya sızmış bulunan CİA ajanlarından boşalan yerlere kaldı ki Kemalist’te olsalar, ‘vatansever’ insanlarla birlikte, hem vatansever ve hem de muhafazakâr/İslamcı düşünceye sahip insanların talipli olması, modernleşmenin, millileşmenin ve yeniden yerlileşmenin sosyolojik ve siyasal bir izahı olacaktır.

S-5) Bu köklü değişiklikler hükümetin bağımsız iradesi ile şekillenen bir değişim mi? Yoksa zihniyetler arası bir rekabet veya anlaşma/paylaşma/ön almadan söz edebilir mi? Yüz yıllık kurumların KHK ile hızla alabora olması, özellikle İHL’lerin askeri/harp okullarına girmesi hem sevindirici hem de anlamlı yönleriyle dikkat çekiyor? Başarısız bir darbe girişiminin bu değişimleri başlattığı söylenebilir mi?

Bir önceki soruya binaen, verilen cevap da dille getirmeye çalıştığımız mevzu, bir açıdan ‘zihniyetler arası bir rekabet veya anlaşma/paylaşma/ön alma’ şeklinde okunabilirdi. Aslında bu, ‘iktidar açısından ‘işi rayına koyma’ya yönelik bir atraksiyon ve görevlendirmede, ideolojik farklılığa bakılmaksızın; yerli, tutarlı, dürüst ve adaletli olunması kabilinden ‘vatan evlatlarına’ görev verilmesi gerektiği şeklinde değerlendirilebileceği gibi, zaman içerisinde ortaya çıkacağını umduğumuz’ hükümetin bağımsız iradesinin de bir yansıması olabilir. Tabi bu durumda da, yukarıda zikrettiğimiz kriterlerin dikkate alınması gerektiği unutulmamalı.

S-6) Türkiye’yi yeniden inşa etmek isteyen irade kim?

C-6) En başta yüzü AK Parti’ye dönük olan ve tüm türevleriyle muhafazakâr/Müslüman kitle ile, geleceğin Türkiye’sinde, umulur ki, geçmişin jakoben anlayışlarını törpüleyeceği düşünülen ve modernleşmeyi makul ölçülerde halkın inancına uygun olarak yeniden ele alması düşünülen Kemalist çevrelerin –liberal, sol vb.- Türkiye’yi yeniden inşa etmek isteyeceği, FETÖ belasının ortadan kaldırılma sürecinin başladığı bir vasatta düşünülebilir.

S-7) Fethullah Gülen hareketi üzerinden İslami oluşumların dizayn edilme sürecinden bahsedilebilir mi? ‘Kırmızı Kitap’ olarak da bilinen Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde (MSGB) yer alan ‘Ulusal güvenliği tehdit eden legal görünümlü illegal yapı’ tanımlaması her ne kadar FETÖ için kullanılmış görünse de, örgütün ismiyle beraber ‘legal görünümlü illegal yapı’ vurgusu kapsama alanını genişletiyor. Burada bu kirli yapı tasfiye edilirken, İslami eksende oluşmuş tüm yapıların aynı kategoride ele alınmasını bekleyen ve onları da hazır yeri gelmişken tasfiye etmeye çalışan statükonun bir başka yüzünü de görmemiz gerekiyor. Şu açık ki, ‘dini’ söylemlerle oluşan bir yapı, yine dindar insanların oluşturduğu bir siyasi kadroyu alaşağı etmek için kullanıldı. Benzer şeylerin bir başka şekilde tekrarından/ tehlikesinden bahsedebilir miyiz?

C-7) Aslında sorunun bütünlüğüne bakıldığında,  İslami oluşumların -eğer doğru ise- tasfiye edilmeleri düşüncesi, bu oluşumların hangi amaçlar uğruna vücuda geldikleri, eğer temelinde bir iktidar talebi yoksa ve buna rağmen, tüm icraatları FETÖ’ün şahsında belirginleştiği üzere salt iktidar olgusu üzerine kurulu ise, böyle bir şekle nasıl evrildiği mevzuu önemli bir soru ve sorun olarak tez elden cevaplanmayı icap ettirmektedir..

Maksat toplumun ıslahı ile birlikte ‘iyiliği emir ve kötülükten men’ değilse eğer, bu hareket meşru yolların kullanılması sonucunda yasal siyaset zemininde varolabilecek bir harekete itibar etmeyen, gizli amacı olan bir hareket olarak değerlendirilirdi. Ki, bu yapının siyasetinden de hayır gelmezdi. Bunu 17 Aralık sonrasında malum yapı üzerinden okumaktaydık zaten…

Birde, tasfiye edilebileceği düşünülen –gerçekten öyle bir şey var mı, çok emin değilim- yapıların, Kemalist refleksleri ve aslında devleti de bir tarafa koyduğumuzda, toplumun maddi açıdan huzuru, refahı ile birlikte, başta inanç alanı olmak üzere dinin sahih ve Kur’an’a uygun bir şekilde anlaşılması önünde, öteden beri var olan ‘kadim’ olumsuzluklarına bakıldığında, kendini ıslahçı olarak tanımlaya gelen ve hemen her şeyi meşru ve yasal çerçevede yapmayı ahlaki ve gerekli gören İslamcı yapıları istisna kıldığımızda, sair yapıların milletin irfanı sonucunda doğal bir tasfiye sürecine girebileceğini ilerisi için öngörebiliriz.. Ki, bu yapılar ümmetin parçalandığı ve özellikle de Müslümanların uluslaştığı 20. yüzyıl mantalitesi içerisinde oluştuklarından  zaman, zemin, dil ve söylem kayması yaşamakta olup en başta anlayışlarıgereği tabiri caizse ‘kendilerine Müslüman’ olduklarından ve dolayısıyla da ümmetin ve toplumun insicamına uymamaktadırlar. O zaman bu tür yapılar kendi miatlarını tamamladıkları için devlet tarafından değil, bizzat millet tarafından tasfiye edildiler.

S-8) Diyanete biçilen yeni bir rol-halk İslamı/Statüko İslamı- noktasında alanda yegane ‘sorumluluk’ sahibi ‘DİB tekeli güçlendiriliyor mu’ şeklinde bir girişim görülüyor mu? Bu anlamda sivil alanın-din dahil-  (STK vd.) kontrol altına alınmak istenmesi operasyonları nasıl okunmalı?...

C-8) Dünya yüzünde ilk devletlerin ortaya çıktığı günden buyana, insanlar için en önemli ve belki de biricik aidiyet olgusunun dinin bizzat kendisi olduğuna şahit olduğumuzda, devletlerinde kendilerini dine göre tanzim ettikleri görülecektir.

Bundan maada, bir meşruiyet kaynağı olan dinin devletle olan ilişkisine bakıldığında, günümüzdeki anlayışların aksine, ortada hiç de yanlış bir şeyin olmadığını görebiliriz. Yanlışlar sadece, dini, kendi asliyetinden soyutlama çabalarında ortaya çıkardı. Buradan hareketle Osmanlı döneminde var olan şeyhülislamlık makamı ne ise, el’an var olan Diyanet teşkilatı da hem devlet açısından ve hem de, dini düzenleme ile hayatını sürdürmesi gereken toplum açısından da aynı şeydir.

Önceleri Diyanet’e biçilen rol ile şimdi biçildiği iddia edilen rol arasında sadece bir mahiyet farkı var. O da, modernleşmenin de olumlu bir çizgiye çekilmesi sonucunda, din devlet ve toplum barışının sağlanacağı gerçeği, bu kurum aracılığıyla ve hiçbir istifhama yol açmadan halkın din işlerini hal yoluna konulması olacaktır. Bunu, bir tekel olarak okumak da vakıayı doğru okumamak anlamına gelebilir.Ki, devlet toplum için varsa, bu konuda da toplumun asli bir ihtiyacının hamisinin devletin bizzat kendisinin olacağı açıktır.

STK’lar mevzuuna gelince, ‘hayali, cihana değer’ misali bir teselliden ibaret olacaktı ki, olsa idi eğer. Bir defa devlet, toplumun tüm kesimleri tarafından, yüzlerin ona dönük olduğu bir yerdi. STK’lar ya da konumuz gereği, diğer bir adlandırmayla cemaatler ise, kendi meşruiyetini ise, ancak kendi çevresinden alabilirdi.

İş böyle olunca, meseleye, herhangi sivil bir yapıyı oluşturan ideoloji ve paradigma açısından bakıldığında, o yapının din adına ‘neyi’ nasıl elde ettiği ve devşirdiği mevzuu sübjektif olup genele teşmil edilemez.

Birde, devlete bu konuda çok ciddi bir görev yüklemeden, Diyanet’in halk açısından kurumsal bir içtihat makamı olarak da değerlendirilebilir. Aslında, yeterli olmasa da teşkilatın yaptığı şey oydu…

Bu böyle olunca, büyük çoğunluğu gelenekçi damardan gelen cemaatler/tarikatlar Diyanet teşkilatı olmadan, kendi başlarına özgün bir iş yapamazlardı. Gelenekçi yapılar dışında kalan kişiler ise, bu teşkilatın, toplumun din açısından ıslahı bağlamında önemine işaret eder ve yerinde kalmasını düşünürdü. Ama  yöneltilmesi gereken eleştirilerini de esirgemeden…

S-9) FETÖ ile mücadele stratejisi açısından bu örgütün özellikle de yurt içinde yeni insan kazanma veya birlikte hareket ettikleri insanları örgütten koparma anlamında nasıl bir yol/yöntem takip edilmelidir?  

C-9) Türkiye’nin ellili yıllarda NATO’ya dâhil olması ile birlikte, bu bir açıdan da onun dümen suyuna girmesi anlamına geliyordu ve bu, bir açıdan da bir taahhüt hükmündeydi. Bu meyanda, soğuk savaş döneminde Sovyetler üzerinden var olduğu iddia edilen komünizm tehlikesine(!) karşı, yine Batıyı koruma ve kollama adına Türkiye misali NATO üyesi hemen her ülkede içerisinde birçok enteresan insanın bulunduğu Özel Harp Dairesi benzeri paramiliter yapılar peydah edilmişti.

İşte FETÖ ve özellikle de F. Gülen bu anlayışın ürünü olarak karşımızda bulunmaktadır. Bu yapıya eleman devşirme işinin de çok mu çok ustalıklı yol ve yöntemlerin kullanıldığı artık su götürmez bir gerçek olarak, hafızalarımızdaki yerini korumaktadır.

Böylesi beceri, ustalık, gizlilik ve bir açıdan da hem direkt İslam’a, onun yüce değerlerine ve toplumsal yapıya rağmen, adeta liderin(FG) yanılmazlığı konusunda efsunlanmış olduğu görülen insan benzeri varlıkları uyarmak ve uyandırmak bir hayli zor olacaktır.

Sonuçta olmayacak bir iş değildir, ama uzun uğraşıları gerektirecektir. Birde, bu konu bir yandan âlimlerin, aydınların, kanaat önderlerinin, siyasi liderlerin, sivil yapıların, toplumun tüm kesimlerinin bir hizmet ve görev makamı olan devletin, hiçbir iltimas göstermeden, dostunu ve düşmanını dahi adalet üzere bir değerlendirmeye tabi tutması söz konusu olacaktır.

Ama esas vazifenin İslamcı yapıların her kademesinde bulunan ıslah ehli Müslümanların omuzlarındadır. En azından FETÖ gibi paralel din sahibi yapıların, dinin anlaşılması açısından sergilediği, sergileyebileceği yanlışları, hataları, düşmanlıkları ve olası itikadi, kültürel, ideolojik ve paradigmal saldırıların, salvoların ve yanlışların, hatta çoğunda zuhur edeceğini öngörebileceğimiz meyanda oluşacak inkâr eylemlerinin boşa gitmesini sağlamak gibi asli ve ulvi bir görevleri bulunmaktadır.

Her şeyin en iyisini Allah bilir.

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER