Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

FERT-TOPLUM VE DEVLET KARŞISINDA TARİKATLAR VE CEMAATLER

Özgün İrade Dergisi yazarı Rüstem BUDAK’IN “KONUYA DAİR” ANALİZİ…

FERT-TOPLUM VE DEVLET KARŞISINDA TARİKATLAR VE CEMAATLER

İmparatorluktan cumhuriyete geçişte farklı bir yapı ve kurumsal süreç oluştu. Devletin değişmeyen ve değişen unsurları vardı. Değişen unsurların başında imparatorluk sürecinde devlet içinde yapılanmanın asli unsuru olan veya devlete karşı var olan cemaat ve tarikatlar gelmekteydi. İmparatorluk içinde toplumsal kümelenmenin, korunmanın, kaçışın, çıkarın ve iktidarın aracı haline gelen cemaat ve tarikatlar cumhuriyet sürecinde yeni dönüşüme uygun roller alarak varlıklarını devam ettirdiler.
İmparatorlukta tarikat ve cemaatlerden bazıları devlete direkt müdahale edip, askeri ve sivil bürokratik işleyiş içinde yer edinmeye çalışıp, devletin kurumsal ortağı olarak hareket ederken, bazıları da muhalif kalarak toplumsal muhalefetin odağı olup, toplumsal- siyasal saldırılara karşı korunma işlevi görürken yeni süreç karşısında hazırlıksız yakalandılar.

İmparatorluğun, yeniçerilerin ortadan kaldırılması başta olmak üzere aşama aşama mesafe ortaya koyan devlet, bu yapıları tehlike ve güç konumsallaşmasında, tehlike olarak varlıklarını kabul etmeye başladı. Vakıflar ve devletten aldıkları mal varlıkları ile hem kitlesel hem ekonomik olarak güce erişen tarikatlar ve cemaatler yeni cumhuriyet ile bunları kaybettiler. Cumhuriyetin kuruluş sürecine aktif olarak katılan, desteklerini esirgemeyen, bazen İstanbul ve Ankara arasında tereddütte kalan yapılar, yeni şekillenme ile beraber tavırlarını gizli veya açık şekilde ortaya koydular. “Devletin dini elden gidiyor” ve “Hilafet kaldırılıyor” anlayışıyla tavır takındılarsa da etki edemediler. Şeyh Said isyanı başta olmak üzere bazı küçük tepkiler olsa da bunların sert bir şekilde bastırılması bu tepkiye yatkınlığı olan kesimleri suskunluğa mahkûm etti. Devlet “Kubilay” metaforu üzerinden tarikat ve cemaatlerin toplumsal hafızadaki yerini korku merkezli olarak inşa etmeye çalıştı. Cumhuriyet Halk Partisi toplum içinde bu türden görünür olan kişi ve kurumları ihbar ederek yer yer idama kadar gidecek cezalarla bu kurumsal yapıları her alanda görünürlüğünü ortadan kaldırmaya çalıştı.

Batıcı- pozitivist- laikçi- oligarşik yeni kadro yeni cumhuriyet tasarımında cemaat ve tarikatların varlığını kabul etmedi. Gerilemenin sebeplerinden biri olarak kabul görüldüler. Kurumsal varlıklarını reddetti, resmi anlamda yasakladı, mal varlıklarına el koydu ve özellikle de devlet ile ilişkilerini minimize etti. Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile varlıklarını sona erdirmeye çalıştı. Tekke kurumlarını devletin sahipliğine verdi. Ekonomik kaynaklarına el koydu. Türbeleri ya müzeleştirdi ya da kapatarak yıkılmaya ve yok olmaya mahkûm etti. Görünür kılmaktan uzaklaştırdı. Her cemaate ait kisveleri yasaklayarak toplum içinde varlıklarını devam ettirmelerine engel olmaya çalıştı.

Yeni cumhuriyet tasarımına karşı çıkan ve bunu değişik tepkilerle ortaya koyanları en ağır yaptırımlarla cezalandırdı. Bazıları suskun kalmayı tercih etti. İçe dönerek, sinerek sessiz kaldı. Yitirdikleri kurumsal varlıklarına karşı toplum içinde özerk alanlar oluşturup devam ettiler. Faaliyetlerini gizlilik içinde sürdürdüler. Bazıları ise tepkilerini silahlı isyan dâhil olmak üzere tavrını açıkça ortaya koydu. Yeni cumhuriyet tasarımındaki din ve hilafetin varlık sahasını yok etmeye dönük anayasa ve kurumsallaşmadan dolayı silahlı tavırlar başta olmak üzere tepkilerini koyanlar oldu. Bu tür tavırlar en ağır cezalarla karşılık buldu. İdamlar, sürgünler, toplu kıyımlar ve hapisler ile cevap buldu. Bazen de sessiz kalmayı yeğleyenler açık ve gizli müdahalelere maruz kaldılar. Bazıları komplolarla idama kadar giden cezalandırmaları yaşadılar.

Alevilerin siyasal ve ideolojik duruşları üzerine gidilerek toplumsal olarak “dedelik” kurumu başta olmak üzere yapıları çözülmeye tabi tutuldu. “Dersim İsyanı” aleviler üzerinde korku nesnesi olarak kullanıldı. Yeni yapılar oluşturulmasına izin verilmedi.

Gayr- i Müslimler üzerinde 1915 Tehciri, Sünni dindarlar üzerinde Şeyh Said İsyanı ve Kubilay olayı, Aleviler üzerinde Dersim İsyanı vesilesiyle cemaat ve tarikatların var olmaya dönük çabaları mahkûm edildi. Askeri, bürokratik ve eğitim süreçlerinde bunlar yoğun bir şekilde işlenerek, tehlike modunda gösterilerek ilerlemeye, dönüşüme, çağdaşlaşmaya karşı gruplar olarak lanse edildi.

İmparatorluk dönemindeki ideolojik aygıtların yerine, parti ve yerel yeni sivil aktörleri devreye sokarak hareket sahalarını daralttılar. Sisteme destek olacak yeni sermaye sınıfı, teorik altyapısını oluşturacak aydın kesimi, halkla bütünleşmesini sağlayacak halkevleri ve kamusal kurumlar, tabandan dönüşümü sağlayacak eğitim kesimi, askerî açıdan bağlılığı koruyacak yapılanma yeni yapılanmanın ana öğeleri oldular.

İmparatorluk perspektifinde farklı dinlere mensup cemaat ve tarikatlar aşama aşama dönüştürüldü. Gayr-ı Müslim cemaatlere yeni ulus devlet- millet tasarımında yer verilmediği için cumhuriyet öncesinde başlayan baskılar- tehcirler- mübadeleler ve sürgünler ile varlıkları sembolik birkaç öğeden ibaret kalan yapılara dönüştürüldü. 1915 tehcir sürecinden, 6-7 Eylül olaylarına kadar yaşanan süreçte okulları, vakıf malları, mabetleri ve mülkleri ellerinden alındı. Gayr-i Müslimlerin cumhuriyet kimliğinde yeri olmadığı için halen devam eden baskı, yok etme, öncülerini yok etme, kurumsal varlıklarını zayıflatma ve tehlike olarak gösterip toplumsal linçlere maruz bırakıldılar.

Tarikatlar topluma ve derin geleneğe dayalı olarak varlıklarını devam ettirdiler. “Devlet elden gidiyor” düşüncesinden ziyade “Toplum elden gidiyor” endişesi ile yasaklı kılınmasına rağmen varlıklarını devam ettirdiler. Devlet ve bürokrasisi üzerindeki etkinliklerini yitirseler de başta Kur’an öğretimi olmak üzere birçok dini eğitim ve davet faaliyetini yürüttüler. İleride cemaat formu kazanacak olan Said- i Nursi hareketi, Süleyman Hilmi Tunahan’ın Kur’an-ı Kerim öğretimi merkezli çabaları bu dönemin mücadele örnekliği içinde sembol konuma gelmiştir.

2. Dünya Savaşı’ndan sonra tek parti yönetiminden ve dayatmalarından uluslararası sisteminde zorlaması ile birlikte yapılan seçimler cumhuriyet döneminin ilk yıllarında denenen seçim ve parti çalışmalarına yol verildi. 1946 ve ardından 1950 seçimleri toplumun taleplerinin karşılanmasında yeni açılımlar sağladı. Bu dönem cemaat ve tarikatlar üzerinde kanunen olmasa da psikolojik olarak baskıların kaldırılmasına yol açtı. Cemaat ve tarikatlar kansız bir şekilde dönüşüme destek olmaya çalıştılar. Adnan Menderes’e büyük roller vererek kurtuluşun müjdesi olarak gördüler. Ancak bu dönemde de devlet içindeki güç grupları mevcut dönüşüme müdahale ederek Ticaniler adı verilen grup üzerinden hükümetin hareket alanını daraltmaya çalıştılar. Adnan Menderes, tarikatlar ile direkt olmasa da yerel örgütlenmeleri vasıtasıyla ilişki kurdu.

1960 darbesi sessiz ve bencil bir itaatsizlik içinde geçiştirildi. Seçimler beklendi. Tavır yine sandık üzerinden ifade edildi. Soğuk savaş döneminin sola karşı sağ olma tuzağına girildi. Devletin dine karşı tavrı yeni dönemde problematik olmaktan çıkarıldı. Yerine sol- komünizm tehlikesi adı altında var olan düşmanın nesillere yönelik yapacağı etki karşısında kendilerini devlet saflarında sivil bir örgütlenme olarak buldular. Bu süreçle birlikte sağcı refleksleri yeterli bulmayan kesimler Milli Nizam Partisi’nin kurulması ile tarikat ve cemaatlerin siyasi arenada varlık ve etkinlikleri için önemli bir safha olacaktı. İslami hassasiyetlerini siyaset düzeyinde ifade etmek isteyen cemaatler ve tarikatlar partilerin siyaseti dönüştürücü niteliğine inanarak partiye destek verdiler. Özellikle Nakşibendî gelenek bu sürece aktif destek verirken, bazı cemaat ve tarikatlar destek vermediler. Bunun dışında kalanlar esen güç rüzgârının götürdüğü yerlere kondular, güç el değiştirince onlar da yer değiştirdiler.

1960 ile 1980 yılları arasında askeri ve yargı bürokrasisine girmeyen tarikatlar varlık alanlarını imkân buldukları diğer bürokratik imkânlara yönelttiler. Onlar için devlet, bürokrasi demekti, bürokrasiye olan iman bütün imkân ve araçlarını bu yöne yöneltmelerine sebep oldu. Bir süre sonra bu iman bürokrasiden sermayeye doğru kayacaktı. Laikçi tavrın sürekli olarak tarikatlar üzerinde dindar kimliği aşağılaması cemaat- tarikat içi birliğe ve çalışmalarda insanların bağlılığını artırdı.

1980 sonrası dönemde dindar kimliğe atfen ılımlı İslam projesinin de etkisiyle tarikatların devlet ile ilişkileri bürokratik düzeyde iyileşme sağladı. Bu süreçte devletin içindeki konumlarını kuvvetlendirmek için girişimler olumlu sonuç verdi. ANAP’ın çekim alanı içinde bulunan tarikatlar devlet imkânlarının kullanımına dönük mütevazı isteklerinin karşılanmasını bekliyorlardı. Yine özellikle cemaat- tarikatların bu dönemde gelir olarak bağışları aşarak ve ticaret merkezli olarak kendi ekonomik döngülerini kurmaya başladıklarını görüyoruz. Yine ticaret hayatından 90’lı yıllarla birlikte basın- yayın alanında özel televizyonculuğa kadar birçok alanda güç kazandıklarını ve mesafe aldıklarını görüyoruz.

1970’li yıllarda şehirleşme sürecinde tarikatlar, 1990’lı yıllarla birlikte şehirleşmenin zorunlu kıldığı gettolar oluşturmaya başladılar. Ticaretten eğitime, siyasetten basın yayına kadar etkinliklerini artırdılar. Milli Nizam Partisi geleneğinin devamı olan Refah Partisi’nin önce belediyelerde ardından genel seçimlerde kazandıkları başarılar tarikatların ülke genelinde beklentilerini büyüttü. Bazıları beklentilerin karşılanamadığını iddia ederek partiden ayrılmaya başladılar.

28 Şubat darbe sürecinde cemaat ve tarikatlar kendi kazanımlarını korumak için generaller önünde özür beyan etmek ve suçsuzluklarını kanıtlamak için sıraya girdiler. Psikolojik olarak çöküntüye uğrayan ve korku içinde bekleyen bu kesimlere 2001 ekonomik krizi ve ardından AK Parti’nin iktidar olması yeni sürecin basamaklarını oluşturdu.

AK Parti iktidarına behemehal destek veren tarikat ve cemaatler devlet içinde konum kazanmaya başladılar. Ekonomik rantlarını kendilerine yakın şirketler aracılığıyla kazanan tarikat ve cemaatler, 28 Şubat bunalımını çabuk aşarak yeni iktidar alanında rollerini almaya başladılar. 100 yıl sonra cemaat ve tarikatlar artık korkusuzca devlet noktasındaki beklentilerini açık bir şekilde ifade ettiler. Bürokrasideki atamalarda siyasetçiye yakınlık değil cemaat- tarikat kriterleri etkili olmaya başladı. Devlet yurt içi ve dışı hareket perspektifinde cemaat ve tarikat etkisini yadsımadan hareket etmeye başladı. Bu arada devlet ve siyaset kendilerini ideolojik olarak besleyecekleri ve dayanacakları gönüllü- çıkarcıl bir ilişki üzerinden cemaat ve tarikatları kendi yedeğine almak istemekte. Çünkü cemaat ve tarikatlar sivil bir kurumsallaşma olmayıp kendi içinde iktidar ve güç çatışmalarını da kapsayan, ideolojik referansları olan ve üyeleri birbirine bağlı en güçlü toplumsal örgütlenme durumundaydılar.

Cumhuriyet tarihinde gelinen yeni evre yeni bir geleceği ve tavrı zorunlu kılmaktadır. Cemaat ve tarikatlar Osmanlı İmparatorluğu’ndaki siyasal kimliklerini ve konumlarını bulmaya başlamışlar ve devletin ideolojik aygıtı ile birlikte hareket etmektedirler. İktidar olmanın imkânlarını sonuna kadar kullanmak için devletin kendi ilke ve değerlerine aykırı gördükleri şeyleri görmezden gelerek devlet aygıtı işlevlerine sadık kalmaktadırlar. Devlet ve bürokrasi içindeki yerleri netleşmeye başlarken devlet etkinliği üzerinde birbirleriyle mücadeleye başladılar. Hükümet bile bu mücadele denkleminde herkesi idare etmek ve sürece dâhil etmek amacıyla her kesimi memnun edecek ilişkiler kurmaya özen göstermektedir.

Artık devlet yönetiminde partiler dışında cemaat ve tarikatlar en belirleyici konuma gelmiş durumdadır. Cemaat ve tarikatların cumhuriyet dönemi boyunca bayraklaştırdıkları “Biz siyasetten uzağız, her kesime eşit uzaklıktayız” söylemi yerine artık kendi kimliklerini açık bir şekilde deklare etmeleri ve müdahalede bulundukları alana ilişkin söylemlerini net bir şekilde ifade etmek durumundadırlar. Devletin ideolojik aygıtı olarak konumlarını halk ile açık bir şekilde deklare etmelidirler. Siyasetin ana öğesi olan cemaat ve tarikatlar siyaset ile kapalı kapılar arkasında yürütülen pazarlıklar ile değil, açık bir tavır ifade etmek zorunluluğu doğmuştur.
Yakın gelecekte devlet içindeki mücadele alanı eski aktörlerin devre dışı bırakılması ile birlikte yeni süreçte tarikat ve cemaat merkezli yeni çatışma alanı oluşacaktır. Çünkü cemaat ve tarikatlar sanılanın aksine birbirine karşı iddia edilen kardeşlik hukukunun dışında asabiyetçiliğin en yoğun, birbirine karşı müsamahakârlığın en alt düzeyde olduğu ve çıkar-çatışma alanında güçlü iradeler koyan yapılardır. Yeni iktidar kavgası, yeni ideolojik aygıt ve statüko cemaat- tarikatlar arasında olacaktır. Hem halka dayanan hem örgütlü olan ve hem de devlet ile bütünleşmiş yapılar olarak; kendi kurumsal yapısını ve üyelerinin menfaatini korumak ve sürdürmek için mücadelede kendi rakipleriyle karşı karşıya gelmelerini zorunlu kılacaktır.

Sivil olan ve sivil kalan, Hak ve haklıdan yan olanların mücadelesi ise devam edecektir. Devletin ideolojik aygıtı olanlar ise iktidar alanını devşirmek isterken, devşirilenler ise yine devlet tarafından dışlanacakları ve yerlerine yenileri alınana dek süreç devam edecektir.

Tarikatlar- Cemaatler insan yetiştiren merkezlerdir. Bunları halkın- hakkın- kamunun emrine vermeliler. Kamuda yer alan kişilerin kendi cemaat- tarikatların tarafını tutmasını, diğerlerine yapılmayan destekleri yapmasını, kadrolaşma yoluna yönelmelerinin önü kapanmalıdır. Cemaatler- Tarikatlar, Hakkın- Halkın- Kamunun emrine verdiği üyelerinden bu tarz şeyler istememelidir. Hatta istemek bir yana haksızlık yaptığında uyarmalıdır. Ama yaşadığımız pratik bunu göstermekten uzaktır. Devlet yönetimindekiler başta olmak üzere herkes sorumluluğu üzerine almalıdır. Eğer halk, bunların öncekilerinden farkı yoktur derse- diyorsa herkesin düşünmesi gerekir. Herkes, bulunduğu yerden- evden- yapıdan- örgütten- cemaatten- tarikattan- partiden başlamalı. Bu işler başkası önce değişsin diyerek rol verme oyunu olmamalıdır.

Kamu, adı üzerinde, Halkın- Allah’ın malıdır. Bir kesime- gruba- yapıya- güce endekslenemez. Siyasal alan ile bu denli ilişkiye geçenler güçlenince kendilerini devlet olarak kabul etmeye başlar ve devlet adına kararlar almaya kadar gider. O zaman yetkilerini devretmek istemeyen devlet, bunu tehdit olarak kabul edip mücadeleye başlar. Yeni Türkiye; bu tür kumpasa mahal verecek algı ve pratiklerden kendisini uzak tutmalıdır.

Tarikatlar Sosyal-Siyasal-Kültürel Realitemiz…

Ama bu realite başka realiteleri örtmüyor. İçinde yaşadığımız toplumda varlar. Bu yapıların içi veya dışı, örtülüsü- açığı kalmadı. Her şey açıkta, biliniyor. Bu tanıklıklar ışığında tarikatların örgütlü güç olarak din algısı ve hayatı üzerinde çok büyük rol oynuyorlar.

İç değerlendirme- eleştiri- özeleştiri- akıl- tefekkürün hiç uğramadığı bu mekânlarda ve insan ortamlarında hakikat payına bir şey çıkmaz. Çıkan şeyler ne modernizmi geriletebilir ne bu işgalleri sonlandırabilir ne de bu ülke için model üretebilir. Hayattan- zamandan- hakikatten bağı kopmuş insanlar yetiştirir.

İslam’ın Tasavvuf yorumu olarak geçmişte ve günümüzde bazı tarikatlar ve çevreler tarafından ortaya konulan temsiliyetten bağımsız düşünemeyiz. Bu temsiliyete baktığımızda da yer yer İslam’ın ruhuna- aklına- pratiğine muhalif olan birçok yönünün olduğunu görmekteyiz. Tasavvuf, peygamber- sahabe Müslümanlık teori ve pratiğinin ta kendisi değildir. Sadece bir tezdir. Eleştirilmesi, düzeltilmesi, ıslah edilmesi, arındırılması gereken bir tez… İslam bir damardır. Bu damarı bireyler temsil eder. Bireylerin bunu toplumsal ve kurumsal olarak ifade çabalarında her daim karışımlar olmuştur. İnsanlar içinde ilahi açık bir müdahalenin canlı timsali olan Peygamberler birer nefis sahibi olarak düzeltmeye- tashihe ve uyarıya maruz kaldılar. Bizler insanlar olarak nefis sahibiyiz. İktidar- mülkiyet- hegemonya- çıkar- korku- sevgi- asabiyet ve cehalet bizleri her an yanlışa götürmektedir. Bizlere düşen ezeli ve ebedi hakikati bu karanlık- cehalet- şirk içinden bulabilmektir- yaşatmaktır.

Burada toptancı bir zihniyetle ne kabul ne de ret içinde olamayız. Her daim sözlerimizin- tavırlarımızın kirlenmesi ihtimali mevcuttur. Bu kirlenmeye zaman içinde eleştirel- nasihat merkezli yaklaşılmadığı zaman yanlışlar kutsallık derecesinde kabul görebiliyor. Tasavvuf bir yorumdur. Tanımdır. Bütün değildir. Tarih içinde siyasal- sosyal- ekonomik dönüşümlerden nasibini almıştır. Tarikatlar bünyesinde kurumsallaşmıştır bu yorum. Özellikle de tarikatlarla özdeşlik oluşturduktan sonra daha büyük sapmalara uğratıldı.

Bütünlüğü yakalamak ise ancak vahyin rehberliğinde, vicdanın sesine kulak vererek, peygamberlerin izini takip ederek ve akıl- muhakeme- idrak ile gerçeği yakalamak olmalıdır. Kendimizden başlayarak Adem’in tavrında olduğu gibi “kendi nefsime zulmettim.” diyebilmektir. Bunu diyebilirsek diğer zulümlerinde önünü almış olacağız.

Var olan bu kurumların örgütlülüğünden ve gücünden kaynaklanan bu potansiyel, devlet ile her halükârda ilişkilenecektir. Bu ilişkinin birçok çeşitleri vardır:

1. Devletin emrinde olmak ve onun kendisini, kendisinin onu kullanmasına izin vermesi.
2. Devletin tamamen dışında olmak.
3. Potansiyel üreterek, devletin değerler- erdemler- hukuk ölçeğinde hareket etmesini sağlamak,
4. Devletin ana işleyişini sağlayan kurumları ele geçirerek, siyaseti de arkadan yöneterek devam etmek.
5. Devletin- toplumun ihtiyaç duyduğu ve kriz yaşadığı alanlara yönelik projeler üreterek katkıda bulunmak.
6. Devlet- siyaset ile ilişkilenmeden sadece sosyal- ekonomik- kültürel yapı olarak kalmak.
Bu anlamda tarikat ve cemaatlerin yapacakları tercih herkesi derinden etkileyecektir.l

 

Kaynak:http://ozgunirade.com/185-fert-toplum-ve-devlet-karsisinda-tarikatlar-ve-cemaatler/

 

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER