Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Erdoğan’ın başkanlık dönemi

Hatem Ete'nin analizi;

Erdoğan’ın başkanlık dönemi

 

Dün 'Erdoğan ve AK Parti’nin iktidar serüveni' başlığıyla yayınlanan yazıda, Erdoğan ve AK Parti’nin iktidar serüvenini değerlendirirken, genellemelerden kaçınmak üzere dönemselleştirmelere başvurmak gerektiğini vurgulamış ve iktidarın ilk iki dönemini ele almıştık. Bugün kaldığımız yerden deva ediyoruz...

15 TEMMUZ: KRİTİK EŞİK

5 Temmuz, iktidarın ikinci dönemine son verecek bir milat oldu. Türkiye tarihinde ilk defa toplum darbe teşebbüsüne karşı meydanlara çıktı ve Erdoğan lehine krize el koydu. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün toplum tarafından engellenmesi, 7 Şubat’la başlayan kriz ve mücadele evresini bitirerek yepyeni bir sayfa açtı. 

Böylece ikinci dönemdeki krizler dolayısıyla rafa kaldırılan demokratik dönüşüm sürecini yeniden başlatmak, Türkiye’yi demokratik-sivil bir Anayasa’ya kavuşturmak imkânı doğdu. 

Ancak, tarih bu yönde akmadı. MHP’nin beklenmedik desteği ve teklifi Erdoğan’ın krizlerle keskinleşen ‘denetlenmeyen’ iktidar arzusunu besleyerek Türkiye’yi bambaşka bir rotaya yöneltti. Bu rotanın ilk somut ürünü, rafa kaldırılan başkanlık sisteminin hayata geçirilmesi oldu. 

15 Temmuz, hem Erdoğan hem de Türkiye için çok kritik bir eşikti. Verilecek karar, Türkiye’yi AK Parti’nin ilk dönemindeki demokratik eksene geri döndürebileceği gibi, demokratik tahayyüllerin rafa kaldırıldığı içe kapanmacı bir konuma da sabitleyebilirdi. 

Erdoğan, toplumun kazandığı zaferi demokratik bir anayasa ve siyasal sistem inşasıyla kalıcı olarak topluma geri vermek yerine –son dört yılı kaplayan kriz ve mücadelelerin formatladığı siyasi gündemin etkisinde- iktidarını güçlendirecek başkanlık sistemine kanalize etmeyi tercih etti. Siyasal sistem sorununu kökten çözebilecek demokratik bir Anayasa yerine “Türk tipi” başkanlık sistemini tercih etmekle Erdoğan, artık -istese de- geri dönemeyeceği bir yola girdi. Erdoğan gerilim ve krizlerle yol alan süreli bir güçlü iktidar için demokratik Türkiye’nin kurucusu olma imkânını feda etti. 

3. DÖNEM: DEMOKRASİDEN RİCAT

15 Temmuz ve Bahçeli’nin beklenmedik Başkanlık teklifi, Erdoğan ve AK Parti iktidarının ikinci dönemini kapatarak –hâlen devam eden- üçüncü dönemi başlattı. 

Bahçeli’nin önerisi ve desteğiyle gerçekleştirilen sistem değişikliği, Türkiye’nin siyasal sistem krizini çözmek yerine Erdoğan’ın denetimsiz bir iktidar kullanabilmesini sağlamak üzere kurgulandı. Cumhurbaşkanı seçilmenin yüzde 50+1 oy oranına endekslenmesi ve bunun doğal sonucu olarak seçim ittifaklarının hayata geçmesi siyaseti yeniden formatladı.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin milletvekili seçimlerinden, ittifakların da siyasi partilerden daha önemli hâle gelmesi, siyaseti iktidar-muhalefet arasındaki aritmetik dengeye indirgedi. Bu durum, seçmen-siyaset ilişkisini ve siyasi partilerin söylem ve politikalarını doğrudan etkiledi. 

Bu dinamikler, Erdoğan ve AK Parti için de pek çok risk üretti. AK Parti Türkiye siyasi hayatı içinde kendisini özgün kılan özelliklerden feragat ederek Cumhur İttifakı içerisinde erirken, Erdoğan da siyasal yaşamı boyunca mücadele ettiği bir çok aktör ve çevrenin desteğine mahkûm oldu. 

Toplumsal değişime öncülük ederek demokratik ve müreffeh bir Türkiye inşa etme vizyonu yerini statükoyu korumaya yönelik reaktif bir siyasete bıraktı. 20 yıl önce merkez sağ tabana siyasal bir kimlik aşılayarak iktidara gelen Erdoğan, iktidarını sürdürmek için -siyasi iddialarını paranteze alarak- merkez-sağ vasata razı olmak durumunda kaldı. Kemalist modernleşme projesine alternatif ol(uştur)ma iddiası ve beklentisiyle iktidara gelen Erdoğan ve AK Parti, Kemalist siyaset ve toplum tasarımını popülist ve muhafazakâr bir tonla güncelleyerek daha da güçlendirdi.  

Demokratikleşme ve refah vaadine dayalı bir gelecek tahayyülü yerine beka endişesini köpürten bir güvenlik arzı-vaadi üzerinden kurgulanan iktidar; krizlere, gerilimlere, siyaset mühendisliklerine, güç gösterisine bağımlı hâle geldi. Bu süreçte Türkiye’nin kurumsal kapasitesi, toplumsal ve siyasal enerjisi, ekonomik gücü zayıfladı.

31 MART SEÇİMLERİ: KÖPRÜDEN SON ÇIKIŞ

31 Mart (ve 23 Haziran) seçimleri, 15 Temmuz sonrasında AK Parti ve MHP’nin inisiyatifleriyle siyasetin yeni normu hâline gelen dinamiklerin -yüzde 50 barajı, ittifak siyaseti ve milliyetçi/güvenlikçi politikalar- AK Parti’ye zarar verdiğini ortaya koydu. İstanbul, Ankara, Antalya, Adana dahil sekiz kentin yönetimi CHP’ye, yedi kentin yönetimi de MHP’ye geçti. 

15 Temmuz’da Erdoğan’a büyük bir imkân sunan toplum, 31 Mart seçimleri üzerinden de ciddi bir uyarıda bulundu. Bu uyarı, kapsamlı bir siyasi değişikliğe gerekçe kılınarak, 15 Temmuz’da göz ardı edilen imkân telafi edilebilirdi. 

Erdoğan, kısa süreli bir bekleyişten sonra, sorunları çözmek yerine yönetmeyi öngören bir stratejide karar kıldı. İstanbul ve Ankara’nın kaybının sorgulanmasına izin verilmezken, siyaset değişikliği önerileri de bastırıldı. 

31 Mart’tan bugüne kadarki strateji, temelde, Cumhur İttifakı’nın muhtemel taban kaybını durdurmak ve/ya geciktirmek ve muhalefetin hoşnutsuz seçmenin adresi olmasını engellemek üzere peş peşe hamlelerle siyaset mühendisliğine yönelmek oldu. Bu çerçevede, bir yandan Cumhur İttifakı’ndaki çözülmeyi durdurmak için milliyetçi-güvenlikçi ve dini-muhafazakâr söylem ve politikalara ağırlık verilirken bir yandan da muhalefetin alternatif hâline gelmesini engellemek üzere, her bir muhalefet partisine yönelik farklı taktikler geliştiriliyor. 

31 Mart seçimlerinden bugüne, gelişmelere göre güncellenerek uygulanan bu strateji, iktidara zaman kazandırma, muhtemel oy kayışını geciktirme gibi bazı katkılar sunsa da, Erdoğan’ın önümüzdeki seçimleri kazanmasını garantileyecek kalıcı bir etkiye yol açmıyor.

TÜRKİYE UFKUNU KAYBEDERKEN...

AK Parti uzunca bir süredir derin ve yapısal bir kriz yaşıyor. Başlarda, iç ve dış gelişmelerin mecbur bıraktığı geçici sapmalar olması temenni edilen kriz, yapılan tercihler neticesinde kalıcılaşarak mahkûmiyete dönüştü. 
15 Temmuz bu kaotik dönemi bitirmeye yönelik ciddi bir imkân sağlasa da, MHP ile ittifak ve başkanlık tercihi üzerinden geri dönülmesi zor bambaşka bir rotaya girildi. 

Bugünden geriye bakıldığında, Erdoğan ve AK Parti’deki radikal dönüşüm birçok gerekçe ve koşulla ilişkilendirilebilir. Türkiye’nin siyasal sosyolojisi, Erdoğan ve AK Parti tarafından temsil edilen geleneğe yönelik önyargı ve dirençler, iktidar olgusunun kendine özgü dinamikleri, siyasal mücadelenin pratik gerekleri ve özellikle son on yılda iç politik yansımaları göz ardı edilemeyecek bölgesel ve küresel alt-üst oluşlar yakın zamanda 18 yılını dolduracak iktidarı doğrudan etkiledi. Erdoğan ve AK Parti’deki dönüşüm bu bağlam ve koşullar içerisinde yaşandı. 

Ancak, koşul ve gerekçeler alınan kararı, sürdürülen siyaseti –açıklamamızı- kolaylaştırsa da meşrulaştırmaz. Hiçbir karar ve tercih kaçınılmaz ve zorunlu değildir. Verilen her karar, yapılan her tercih vizyon, kapasite ve öncelikler çerçevesinde gerçekleştirilen bir muhasebeye dayanır. 

AK Parti ilk dönemdeki kriz ve dirençleri demokratik söylem ve politikalarla, ortak akılla ve toplumsal mutabakat arayışıyla çözmeye yönelirken, şartların kolaylaştırdığı ancak zorunlu kılmadığı bir tercih yapmıştı. Aynı şekilde, ikinci dönemdeki kriz ve meydan okumalar da demokratik söylem ve politikalarla, ortak akılla ve toplumsal mutabakat arayışıyla yönetilmeye çalışılabilirdi. Ancak -kriz ve dirençler- lider etrafında kenetlenerek, ortak akıl dışlanarak, mevcut toplumsal taban tahkim edilerek ve “olağanüstü durum” konseptiyle demokratik söylem ve politikalardan ricat edilerek yönetilmeye çalışıldı. Üçüncü dönemdeki söylem ve politikalar ise gerekçelerle meşrulaştırılamayacak iradi ve bilinçli bir tercihin sonucuydu. Makul ve doğru olan demokratik söylem ve politikalara dönmek olduğu hâlde tersi tercih edildi. 

Erdoğan 15 Temmuz’da yaptığı tercihle istese de dönemeyeceği, devam etmek zorunda olduğu bir yolculuğa mahkûm oldu. Sonuç, Erdoğan’ın ve AK Parti’nin kendilerini özgün kılan siyasi misyonlarından, iddialarından ve Türkiye tahayyüllerinden feragat etmek durumunda kalmaları oldu. 

Türkiye, bugün, siyasi ve ekonomik sorunların her geçen gün ağırlaştığı, hiçbir kronik siyasi sorunun gündemde yer bulamadığı, özgürlük ve adalet ile ilgili mağduriyetlerin arttığı, farklı düşünce ve önerilerin tehdit ve ihanetle damgalanıp bastırıldığı, toplumun her geçen gün fakirleştiği, gelecek ufkunu kaybeden bir ülke durumundadır. 
İktidar bloku Türkiye’ye bir gelecek vadedemiyor. Gelecek vizyonu üretemediği için de beka, tehdit, terör gibi negatif ve reaksiyoner kavramlara tutunuyor. Umut veremediği için korku aşılıyor. Toplumsal rıza daha iyi bir gelecek vaadi üzerinden değil, daha kötü bir gelecek korkusuyla ve elindekiyle yetinme duygusu üzerinden kanalize ediliyor. 

Bu durumun uzun süre sürdürülemeyeceği açık. Nitekim 31 Mart ve 23 Haziran seçimleri de, mevcut siyasi denklemin Erdoğan ve AK Parti’nin aleyhine işlediğini gösterdi. 31 Mart’tan bu güne bu siyasi denkleme AK Parti’den ayrılan Davutoğlu ve Babacan öncülüğünde kurulan iki yeni siyasi parti ve günden güne kötüleşerek koronavirüs yansımalarını da yüklenen ekonomik kriz gibi iki önemli başlık da eklendi. 

Siyasi performansıyla bugüne kadar pek çok zor sorunun aşılmasını sağlayan Erdoğan, 15 Temmuz sonrasındaki tercih ve gelişmelerden de görülebileceği gibi zaman kazanmayı başarsa da, iktidarın geleceğini güvenceye alamıyor. Üstelik Türkiye de her geçen gün biraz daha gelecek umudunu yitiriyor. 

KİMDİR?

Lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimini ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde yapan Hatem Ete, 2007-2008’de doktora araştırma bursuyla Columbia Üniversitesi’nde bulundu. 2008-2014 arasında SETA’da Siyaset Araştırmaları Direktörlüğü, 2014-2017 arasında da Başbakan Başmüşavirliği yaptı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde Öğretim Üyesi ve Ankara Enstitüsü’nde Araştırma Direktörü olarak görev yapıyor. 



Anahtar Kelimeler: Erdoğan’ başkanlık dönemi

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER