Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

“Doğru yerde dur!”

Cafer Solgun, p24blog.org’da ” “Doğru yerde dur!” “başlıklı bir yazı kaleme aldı.

“Doğru yerde dur!”

“Dilerim sorunlarımız barışla, demokrasiyle çözülür.” “Barışsa barış savaşsa savaş! Doğru yerde dur, bir daha başını belaya sokma.”


Okurun sabrını zorlamayayım daha fazla, bu yazıyla bitireyim askerliği artık.
 
Raporlu olduğum günler bitince eğitimlere kaldığı yerden katıldım ben de. Eğitim veren başçavuşlar canla başla işlerini yapmak gayretinde insanlardı. Ama bazen kendi aralarında söylendiklerine de tanık oldum. “Böyle askerlik mi olur? Şunlara bak! Biz bunlara ne öğretsek hava cıva! Üç gün sonra çekip gidecekler, bunun adı da ‘askerlik yaptık’ olacak. Tüküreyim böyle işin içine!”
 
Tabii ki kendi açılarından haklılardı. Benzer lafları, çok temas etmemize izin verilmeyen normal askerlerden de çok duydum; “Adamın parası var, üç gün askerlik yapıyor! Olan biz garibanlara oluyor. Üstüne de bu şerefsizlere hizmetçilik yapıyoruz” filan.
 
Meseleye bu açıdan bakınca gerçekten de “bedelli askerlik”, apaçık bir sosyal, sınıfsal eşitsizlik konusu olarak öne çıkıyor. Değişik tarihlerde geçici olarak devletin kasasına para girsin diye başvurulan ve yurtdışında yaşayan TC yurttaşlarını kapsayan bu uygulama, sonradan yurtdışı sınırlandırılmasından da vazgeçilerek kalıcı hale getirildi (2019). 2022 yılı için bedelli ücreti 80.064.72 TL olarak belirlenmiş durumda. Bu arada “temel askeri eğitim” mecburiyetinin manasızlığı da kabul edildi. Yani parasını veren, askere gitmeden askerlik yapmış sayılıyor artık.
 
Halen süresi bir yıla indirilmiş olan “normal” ve “zorunlu” askerlik sorunu, Türkiyeli her delikanlının “hayata atılmak” için önünde yaşaması gereken bir “erkeklik” aşaması. Askerliğini yapmadan iş bulamazsın, iş kuramazsın, evlenemezsin, bulunduğun sosyal çevrede “adam” muamelesi göremezsin, vs. Zaman zaman “profesyonel askerliğe geçmek lazım, zorunlu askerliğe son vermek lazım” lafları edilse de, Türkiye henüz bu adımı atmaktan çok uzak.
 
Meselenin bir de sözü dolandırmadan söylemek gerekirse düpedüz toplumsal riyakarlık boyutu var.
 
Bu ara evimin yakınlarında gecenin bir yarısı kornalar çalarak geçen araç konvoyları oluyor. Bir yandan da bağrışıyor insanlar; “En büyük asker bizim asker!” diye. Dünyanın başka bir yerinde var mıdır böyle bir askere uğurlama tantanası, bilmiyorum. Bildiğim, yeri geldiğinde askerliği “kutsal vazife”, “vatani görev” diye yücelten bir toplum olduğumuz halde, askere gitmemek için çürük raporu almaya çalışan, kendini sakatlayan, asker kaçağı olarak yaşayan çok sayıda insan da bu toplumun birer ferdi. Askerliğini tecil etmeye çalışanları, bedelli uygulaması çıksın diye kampanyalar yapanları da bu tablo içinde değerlendirmek gerek tabii. Bedelli uygulaması nihayet yasalaşınca, birçok insanın en önemli gayreti de askere gitmemek için bedelli parasını denkleştirmeye çalışmak oldu.
 
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu lafı tam da böyle durumlar için söyleniyor. Neyse, ben hikâyeme devam edeyim…
 
“Ben de seni bir şey sanmıştım”
Temel askeri eğitimin ilerleyen safhalarında atış talimleri yapılıyor. “Bedelli” de olsan, madem askersin, silahla, atışla bir temasın olacak elbette.
 
Başçavuş, eğitimlerin birinin sonunda “Yarın atış talimi var” deyince o gün bizim koğuşun gündemi bu oldu. Meğer herkes ne de yaman nişancıymış. “Hayatımda hiç elime silah almadım, atış yapmadım” diyen kimse yoktu. Silahla külahla hiç işi olmamak ayıp bir şeydi sanki. Açıkçası çoğu sallıyordu.
 
Nitekim sabah olup da atış talimi yapılacak alana gittiğimizde, bu yaman (!) askerlerin hemen hepsinin ilk defa ellerine silah aldıkları (G3 piyade tüfeği) ortaya çıktı. Başımızdaki başçavuş ve diğer uzman çavuşlar haklı olarak alarm halindeydi; aman bir kaza olmasın diye. En fazla 100 metre kadar ötemizdeki hedef tahtalarını tutturan pek az kişi oldu. Silah eline verilince çavuşlar yanı başında duruyor ve nasıl tutacak, nasıl nişan alacak, nasıl tetiğe dokunacak gösteriyordu.
 
Sıra bana gelince, görevli çavuşu bir kenara iten başçavuş geldi yanıma. O bizzat eşlik edecekti bana. “Üç adet sıkacaksın, hedef tahtasını 12’den vurabilecek misin bakalım” dedi. 12’den vursam, “Nereden öğrendin böyle atış yapmayı” filan sorularına muhatap olacağımı düşündüm. Hedef tahtası G3 tesirli mesafesine göre hayli yakındı, istesem üç mermiyi de 12’ye yapıştırabilirdim laf aramızda. Ama ben üç atışı da 12’nin çevresine yaptım. Başçavuş atışlardan sonra silahı aldı elimden, “Ben de seni bir şey sanmıştım” dedi alaycı bir ses tonuyla. “Bu kadar geldi elimden, ne yapayım” dedim. O da, “Neyse, en azından havaya atmadın, tahtayı tutturdun, o kadar da fena değilsin” diye cevap verdi.
 
Yemin töreni alarmı
Temel askeri eğitim, atış talimi filan aslında bütün bunlar yemin törenine hazırlık için. Normal askerlikte “acemi” döneminin bitiminde yemin töreni yapılıyor, sonrasında “usta” birliklerine dağıtım oluyor ve asıl askerlik o zaman başlıyor. Bedelli askerlikte ise yemin töreni, “askerlik bitti” demek, iki gün sonrasında herkes çıkıp gidecek buradan.
 
İlk iki haftayı, malum, “istirahat raporlu” olduğum için koğuşta ve bölüğün bahçesinde dolanarak, akşamları da konferansları izleyerek geçirdim. İki haftanın ardından hafta sonları şehre çıkış izni verildi. Çıkıp Burdur’u da dolaştım, cebimdeki sınırlı parayı yoklayarak. Şehirde dolanırken peşime taktıkları o iki çavuşa da selam olsun. Adamları hayli yordum. Bir yerde oturmaktan ziyade çok yürüyordum çünkü.
 
Hafta sonları ziyaretçiler geliyordu. Uzun hapislik yıllarımda oradan oraya sürüldüğüm için düzenli ziyaretçilerim olmadı hiç. Ziyaretçilerim genellikle İstanbul’daydı, annem Elazığ’da. Nasıl gelsinler. Ziyaretçim gelse, sürpriz oluyordu. Burdur’da hiç ziyaretçim olmadı. Beklemiyordum da zaten. Sadece sonradan görüşmez olduğumuz (nedenleri bende kalsın) bir arkadaşım Fethiye’deydi ve o geleceğini söylemişti, gelmedi. Terhis olunca direkt Fethiye’ye gelmemi istemişti, gitmedim. Ankesörlü telefonla konuşma hakkımız vardı, pek kimseyi de aramadım. Madem çile çekmeye gelmiştim, tam olsun bari dercesine…
 
Velhasıl yemin töreni günü geldi çattı. Bölüğün bahçesinde toplandık. Başçavuşlardan törenin mana ve ehemmiyeti üzerine konuşmalar dinledik ve rap rap tören alanına doğru yürüyüşe geçtik. Bölüğün arka sıralarında bir yerdeydim. Yürürken ister istemez dikkatimi çekti; yürüyüş kolunun her iki kenarında 3-4 uzman çavuşun gözleri benim üzerimdeydi. Bunlar beni ne sanıyordu yahu. Yürüyüş ve sonrasında tören boyunca gözlerini benden bir an olsun ayırmadılar.
 
Tören alanındaki tribünlerde vali, belediye başkanı, komutanların oluşturduğu bir protokol sırası vardı, arkalarında da aileler…
 
Sağa dön sola dön… Üzerinde bayrak serili bir masanın iki yanında sağ elimizi masaya dayayıp bağıra çağıra söylenen yemin metnini tekrarladık. Askerliğin kutsallığı, ordunun yüceliği üzerine protokol konuşmaları dinledik ve bitti…
 
“Doğru yerde dur başını belaya sokma!”
İki gün sonra herkesi terhis ettiler. Ben hariç. Koca bölükte, koğuşta bir başıma kaldım. Beni neden bırakmıyorlardı? Benim askerliğim 30 gün imiş… Neden peki? Kanun böyle… Yahu ne biçim kanun bu? Aynı parayı verdim, aynı kanuna göre buraya geldim…
 
İki gün bütün subaylarla bu tartışmayı yaptım. En son görüştüğüm binbaşı, “çok uzatma diskoyu boylarsın!” dedi. Disko, “disiplin koruma”nın kısaltılmışı, bildik disco değil yani (“Bildik” lafın gelişi, hiç disco’ya gitmedim). Neden hapishane, nezarethane değil de “disko”? Çok da merak etmedim. İki gün öyle geçti.
 
İki günün ardından beni de terhis ettiler. Binbaşı ve Yüzbaşı bizzat geldi beni uğurlamaya. Aramızda aşağı yukarı karargah önündeki bahçede ayaküstü şöyle bir diyalog geçti:
“Bu bir ayda bizden yana bir kötü muamele gördün mü?”
“Hayır.”
“Türk ordusu için ne düşünüyorsun?”
“Ordu işte, askerlik. Mecburen geldim.”
“Mecbur olmasan gelmezdin yani?”
“Yo, gelmezdim.”
“Ama geldin, gördün işte. Ordu bu devletin, bu milletin teminatıdır.”
“Dünya görüşlerimiz biraz farklı.”
“Olabilir. Bütün görüşlere saygılıyız. Yeter ki devletin ve milletin birlik ve beraberliğine kastetme niyeti olmasın.”
“Birlik-beraberliğin teminatı ordu değil, demokrasi olmalı bence.”
“Biz Latin Amerika ordusu değiliz, Atatürk’ün ordusuyuz. Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin koruyucusuyuz. Demokrasi birlik-beraberliğimize kastetmek değildir!”
 
Bu zoraki sohbet ne kadar daha sürecekti?
 
“Ben gidebilir miyim artık?”
“Sen Alevisin. Aleviler, Atatürk Cumhuriyetine sadık vatandaşlardır. Akıllı bir adamsın. Türkiye’yi kimler nereye sürüklemek istiyor, görüyorsun değil mi?”
 
Gördüğüm sizin yine karanlık hesaplar içinde olduğunuz… demedim. “Dilerim sorunlarımız barışla, demokrasiyle çözülür.”
“Barışsa barış savaşsa savaş! Doğru yerde dur, bir daha başını belaya sokma.”
 
Anlaşılan, son sözü kendileri söyleyecekti. O yüzden cevap vermedim. “Terminale gideceksen bıraktıralım seni” dediler. “Teşekkürler. Yolu biliyorum” dedim.
 
Bu “doğru yerde dur” lafı dikkatli okur için aşina olmalıdır. Çünkü 15 Ekim 2008 günü dönemin Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ, bir PKK eylemi sonrasında medyaya parmak sallayarak bu sözleri sarf etmişti. (İlgili haber için bknz: Bianet :: Medyadan Başbuğ’a: Açıklama Sert, Sorular Yanıtsız )
 
***
 
Asker arkadaşım Ulaş’la sonradan İstanbul’da buluştuk birkaç kez. “Bu askerliğin filmini yapalım” dedi bana. Sonradan ödüller kazanan bir film çekti sahiden de, ama askerlik filmi değil. Ona “filmi bilmem” demiştim, “ama kendi payıma düşen kısmı yazacağım bir gün.”
 
İşte yazdım.
 
NOT 1: Bedelli parasının denkleşmesine ciddi katkı koyan arkadaşlarımdan birinin adını anmayı unutmuşum. Gaflet, delalet değilse bile yaşlanıyoruz galiba durumu. Ali, artık ne kadar lafını eder bu durumun, bilemiyorum. Bu da unutkanlığımın ceremesi olsun, ne diyeyim.
 
NOT 2: Koronanın pik yaptığı dönemlerde değil de herkesin fiilen “normale” dönmüş gibi yaşamaya başladığı bu günlerde buldu virüs beni. Aşılarımı da olmuştum (3 doz Biontech). Toplu taşıma araçlarında, kalabalık yerlerde maske takmama, kendimce tedbirli olmaya özen göstermeme rağmen. İnsanı yerle bir ediyor resmen. Aman dikkat…
 
—–
Kapak Görseli: Şahin Sezer Dinçer (Pixabay)

 

Kaynak: Farklı Bakış



Anahtar Kelimeler: “Doğru yerde !”

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz