Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Doğru ile yanlışın sınırını belirsizleştiren “hak”...

Fatma Barbarosoğlu, sosyolojik bir tespitle günümüz toplumunda adab-ı muaşeret(görgü) kurallarının, çoğu kez hak kavramının dışında değerlendirildiğini ve bu kavramın içeriğinin değiştiğini belirtiyor.

Doğru ile yanlışın sınırını belirsizleştiren “hak”...

Minibüsteyiz. Önümdeki koltukta 75-80 yaşlarında bir beyefendi oturuyor. Minibüse binerken “Bismillah!” deyişi ile dikkatimi çekti. Genelde orta yaşı devirmiş hanımlarda rastlarım, yürekten söylenen Besmele ile adım atışa. Hatta yaşlı karı-kocadan kadın seslice “Bismillah” deyince adamın “Niye bağırıyorsun? Allah’ı kendin kadar sağır mı zannettin!” ikazına rastlamışlığım dahi vardır.

Evet, bej rengi pantolon, sütlü kahve tişört ve bej rengi mont giymiş, 75-80 yaşlarındaki beyin Besmele’si dikkatimi çekti.

Yolcu sayısı, koltukları doldurmaya yetmedi henüz. Şoförler arabadan arabaya “Yağmur yağdı, böyle oldu, nerede bu yolcular!” diye şikâyette bulunuyor.

Bej rengi montlu adamın yanına bir kadın oturdu. Kadın minibüse binerken farkına varmadım. Onun için kadını size tarif etmem mümkün değil. Sadece dağınık topuz yapılmış saçlarını görüyorum.

Bej montlu adam ayağa kalkınca şoför “İnecek misin bey amca?” dedi. “Hayır” dedi adam. “Otur o zaman bey amca” dedi şoför hiddetli bir tonda. Yaşlı adam oturmak için sağına soluna baktı, biraz önce kalkarak boş bıraktığı yere geri oturmayı hiç düşünmeksizin.

“Yerine otursana!” dedi şoför.

“Yok, oraya oturmayacağım” dedi adam.

“Niye? N’oldu?”

“Bayan durmadan fotoğraf çekiyor.”

“Çeksin, sana ne?”

“Dünya kötü, kendini çekerken beni de çeker. O yırtık pantolonlu kadının yanında ne işin vardı derler, rezil olurum.”

Bej montlu adam bunu der demez kızılca kıyamet koptu.

Yolcular adamın hoşgörüsüzlüğünden başladı. “Sakın geçen gün haberlerde gördüğümüz gibi bizi karakola götürme” diyeninden, “Bir gözün toprağa bakıyor, sana ne el âlemin yırtık pantolonundan” diyenine kadar herkesin edilecek bir çift kelamı varmış, itina ile en üst perdeden döktü minibüsün ortasına.

Herkes konuşuyor, iki kişi hariç. Biri benim, biri de yırtık pantolonlu olduğu söylenen dağınık topuzlu, selfisini çekmelere doyamayan kadın. Kıyamet kopuyor, o itina ile selfisini çekmeye devam ediyor. Köy yanar dilber saçını tarar, misali.

Kadının konuşmadığı neden sonra fark edildi.

Dağınık topuzlunun sesini çıkarmamasını, kadınlardan bazıları “Gençlerin özgüvenine hayranım. Hiç umursamadan yaşamaya devam ediyorlar” diye onaylarken, bazıları da takdir edilen bu özgüvene “Dünya yansa umurunda değil” diye itiraz etti.

Dağınık topuzlu hâlâ bir çift laf etmiyor. Şoför, “Zaten yolcu yok, ayakta durma bey abi” diye adamı oturtmaya çalışıyor. Adam “Ben oraya oturmam” diyor da başka bir şey demiyor.

“Buyurun siz buraya oturun yer değişmiş olalım” dedim ve “yırtık pantolonlu”nun yanına oturdum. Kadın selfisini çekmeye devam etti. Fotoğraf çekme işine ara verince mesaj yazmaya başladı. Ortamdan bildiriyor herhalde diyerek göz ucuyla bakmaya çalışınca harflerin Kril alfabesi olduğunu fark ettim.

“Kadın Rus!” diye bağırdım. (Niye bağırdıysam!)

Hiç kesilmeyecek gibi görünen tartışma, bıçakla ikiye bölünmüşçesine kesildi.

II-

Yukarıdaki olay zihnimin kıvrımlarından iki sahne çekip getirdi.

Birincisi, Refik Halit Karay’dan okuduğum bir bahis. Eskiden tramvayda gömleğini dışarda bırakan birisi yanına oturunca derhal onun yanından kalkıldığını anlatan satırlar.

İkincisi, Mitat Enç’in Bitmeyen Gece adlı otobiyografisinden satırlar. Geçerken söylemiş olayım, imkânım olsa Mitat Enç’in üç kitabı üzerine okuma atölyesi düzenlerdim. Selamlık Sohbetleri, Uzun Çarşı’nın Uluları ve Bitmeyen Gece. Bitmeyen Gece’de Mitat Enç gözlerini kaybettikten sora Viyana, Türkiye ve ABD’de başından geçen olayları anlatıyor.

Mitat Enç ABD’de bakımlı, giyimine kuşamına dikkat eden biri izlenimini vermek için oldukça itinalı bir şekilde giyinir. Ayakkabı, gömlek, ceket. Fakat bıraktığı intiba tam tersi olur, rahatlığı önceleyen Amerikalılar Mithat Enç’in giyimini neredeyse rüküş bulur.

III-

Bu yazıyı yazma sebebime gelince...

Sündürülmüş bir şimdiki zaman içinde yaşadığımız ve yaşadığımız hayatı ancak ekran üzerinden idrak ettiğimizden, insan davranışlarına karşı hazır kalıplarımız, yargılarımız ve dilimizin ucunda birikmiş hakaretlerimiz var.

Dağınık topuzlu, yırtık pantolonlu kadının yanından kalkan yaşlı adam, minibüs yolcularının ağır eleştirisine maruz kaldı. Yırtık pantolonlu kadının istediği gibi selfi çekme hakkı varken yaşlı adamın selfi çeken birinin yanında oturmama hakkı yoktu… Böyle bir durum ortaya çıktı minibüste.

Tam da bu noktada Simon Weil’in hak kavramı ile ilgili dikkat çektiği sınıra gelip dayanıyoruz:

“Eğer şu sözleri işitebilecek kulakları olan birine: ‘Bana yaptığınız doğru değil’ derseniz, kaynağında bulunan alaka ve sevgi ruhuna dokunabilir ve bu ruhu uyandırabilirsiniz.” Oysa “...hakkım var”, “...hakkınız yok” desek aynı etkiyi yaratmaz. Bu sözler gizli bir savaşı barındırır ve savaş ruhunu uyandırır. Hak kavramını toplumsal çatışmaların merkezine koymak her iki yandan da iyilikseverlik/merhamet (charite) dürtüsünü engeller.” (Kişi ve Kutsal, Vakıf Bank Kültür Yay., s.35)

IV-

Minibüsteki yolcular, yaşlı adamı cahil ve tutucu bularak linç ederken esasında yaşlı adamın hepsinden daha bilgili, çağın getirdiklerine ve götürdüklerine vâkıf emekli hâkim olduğu ortaya çıktı. Nasıl mı? Aynı durakta indik. “Ben sizin tedirginliğinizi anlıyorum ve size hak veriyorum” dedim. (‘Hak!...’ Ah dilimizdeki çürük içerik ve ışıltılı ambalajı ile parlayan kelimeler, kavramlar!) “Mesele hak meselesi değil hanımefendi. Doğru ve yanlış meselesi. Cep telefonu ile çekilen görüntülerin nasıl kullanıldığını düzenli olarak takip ediyorum yabancı yayınlar üzerinden. Emekli arkadaşlarla bir araya gelip konuşuyoruz. Bu konuda kanunlar yetersiz. Ama kanunlardan önce teknolojinin sınır tanımaz küstahlığına karşı insanların âdâb-ı muaşereti yürürlüğe koyması gerekiyor.”

Emekli hâkim olduğunu öğrendiğim bej renkli montlu beyefendinin bütün bunları minibüste niçin söylemediğini, hatta kendisini cahil diye linç edenlere karşı sadece “Emekli hâkimim” demesi yetecek iken neden sustuğunu sordum. “Statüme hürmet edilsin istemem. Hürmeti bir insan olarak görmek, kabul etmek isterim.”

Modern zamanların dervişi ile iki durak yolculuk ettiğimi, üzerinden bir hayli zaman geçtikten sonra fark ettim. Siman Weil’in Kişi ve Kutsal adlı kitabını günde sadece bir sayfa okurken… (Kitabın tamamı 68 sayfa.)



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz