Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Dini cemaatler ?Anayasal düzen? için tehdit mi?

FETÖ´nün 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, kamuoyunda cemaatlere yönelik olarak oluşan kafa karışıklığı ve bu yapıların "tehlikeli" olduğuna dair oluşan/oluşturulan algıya yönelik olarak, yazarımız Av. Cüneyt Toraman imzasıyla Özgün İrade Dergisi Ekim

Dini cemaatler ?Anayasal düzen? için tehdit mi?

?Dini cemaat? kamuflajlı Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ´nün) 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle, bütün dikkatler dini cemaatler üzerine çevrilmeye çalışılıyor Hatta bazıları, açıkça, ?bütün dini yapıların benzer nitelikte olduğunu ve hepsinin kökünün kazınması gerektiğini? öne sürüyor. Bu değerlendirmede, bazı dini yapıların FETÖ ile benzerlikler taşıması önem taşımakla birlikte, gerçek sebebinin, FETÖ´ye kaptırılan vesayeti ?geri almaya? yönelik olduğunudüşünüyorum. FETÖ benzeri (dinin temel prensiplerini devre dışı bırakan) dini yapıları tasvip etmemekle birlikte, dini cemaatleri anayasal düzen için tehdit olarak niteleyen söylemlerin yeni bir 28 Şubat harekatının ?işaret fişeği? olması ihtimaline binaen, 15 Temmuz darbesinin gerçek sebebinin ve din cemaatlerin anayasal düzen açısından tehdit teşkil edip etmediğinin ele alınması yararlı olacaktır.

Öncelikle, dini cemaatlerin hepsini ?aynı çatı altında? toplamanın ve değerlendirmenin eşyanın tabiatına aykırıdır. Dini cemaat kavramı son derece geniş bir yelpazeyi içermektedir. Köklerini, ellerindeki soy kütüğü ile farklı sahabelere dayandıran tarikatlar, belli bir İslam alimi etrafında kümelenen, İslami amaçlar etrafında kümelenen, sosyal, siyasal veya ekonomik amaçlar etrafında toplanan grupların hepsi, ?dini cemaat? olarak nitelendiriliyor. Dini anlama/algılama biçimleri, stratejileri/yöntemleri, (güvendikleri/peşinden gidecekleri) liderleri farklı olan bu gruplar, aynı çatı altında değerlendirilemez. Esasen bu gruplar arasındaki farklılıklar, bu grupların temel yapı taşları ve varlık sebebidir. Kendilerini fırka-i naciye, diğerlerini sapkınlıkla suçlayan dini grupların hepsinin el ele verip, aynı yöntem üzerinde (takiyye, yalan, iftira, sınav sorularını çalma, inananların dini duygularını istismar ederek ceplerini boşaltma, devlet kurumlarına sızma, ele geçirme) birleşeceğini düşünmek, akla zarar bir yorumdur.

Cemaatlerle ilgili üzerinde durulması gereken ikinci husus, cemaat ya da dini cemaatlerin niteliğidir. Cemaatler, toplum bilimin (sosyolojinin) konusudur. Toplumun belli katmanlarını ifade eden, giriş ve çıkışların, talimatlara uyup uymamanın serbest olduğu esnek/gevşek yapıda kurumlardır. Belli bir sosyal tabana sahip olan cemaatlerin, sosyal, siyasi, ekonomik etkinliklere katıldıkları bilinmektedir. Cemaatlerin bu etkinliklere katılmaları, bu yapının niteliğinin değiştiği/değiştirildiği veya katıldıkları etkinliğin formunu benimsediği anlamına gelmez. Farzı muhal, bir tarikat şeyhi, siyasi parti kuracak olsa, bu siyasi partide demokratik mekanizmalar değil, tarikat şeyhinin sözü geçerli olur. Belli bir dini lider etrafında toplanan dini cemaatlerin kurmuş oldukları, sivil toplum kuruluşları da, bu kuruluşun üyelerinin alacakları kararlar doğrultusunda değil, dini liderlerinin talimatları çerçevesinde hareket eder. Demokratik yapılar ile dini yapılar, birbirinden pek çok açıdan farklıdır. Demokratik yapılar, çoğunluğun iradesine göre şekillenir, çoğunluk, yönetim kadrolarını, en aşağıdan en yukarıya kadar değiştirilebilir. Dini yapılarda ise, böyle bir durum söz konusu olmayıp, kanaat önderinin iradesi esas alınır! Dini cemaatlerin kuracağı (veya çoğunlukta olduğu) demokratik kuruluşlar da demokratik esaslara (çoğunluğun iradesine) göre değil, kanaat önderinin tavsiye ve telkinlerine göre hareket eder.  Dini cemaatler ile demokratik kurumlar arasındaki mahiyet ve işleyiş farkı, bunlardan birinin yanlış veya gayrı meşru olduğunu göstermez.

FETÖ soruşturmaları kapsamında önce kayyum tayin edilen ve 15 Temmuzdan sonra kapatılan Zaman Gazetesinin (firari) genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlı´nın, Gülen cemaatini sivil toplum kuruluşu olarak nitelemesine karşı Mehmet Barlas´ın[1] Sabah Gazetesindeki köşesinden verdiği cevap hayli ilginçtir: ?Genç ve nispeten az deneyimli Dumanlı, Sayın Gülen´i ve Cemaat´i gereksiz polemiklerin odağına oturtacak üsluptan kaçınması gerektiğini herhalde zamanla öğrenecektir. Örneğin "Bazıları"nın demokraside "Sivil Toplum Örgütleri"nin rolünü anlamadıklarını yazmış. İşin alfabesinden başlarsak dini cemaatler demokratik sivil toplum örgütleri değildir. Siyasi parti hiç değildirler. Mesela sivil toplum kuruluşuna veya bir siyasi partiye üye iseniz, lideri de eleştirebilirsiniz. Ama bir cemaate mensupsanız sadece başbakanı eleştirebilirsiniz. Cemaatin yayın organlarında Başbakan´a "Diktatör" diyebilirsiniz, ama "Gülen neden ülkesine dönmüyor" diye soramazsınız.?

Dini cemaatlerin diğer dini cemaatlerle ortak hareket edemeyecek olması, tek başına, dini cemaatlerin anayasal düzen için tehdit teşkil etmediğini/etmeyeceğini göstermez. Bazıları, FETÖ´nün 15 Temmuz darbe teşebbüsünden hareketle; ?Bugün, Fetullah Gülen cemaatinin öncülüğünde gerçekleştirilen askeri darbe teşebbüsünü, yarın başka bir dini cemaatin (örgütlenerek) gerçekleştirebileceğini? dile getirmektedir. Bu ve benzeri kuşkuları ortadan kaldırabilmenin en etkili yolu, dini cemaatlerin ?anayasal düzen için tehdit teşkil etmeyeceğine? ilişkin daha nesnel ve daha somut kanıtların sunulmasıdır. Dini cemaatler anayasal düzen için tehdit kabul edildiğinde, din ve vicdan özgürlüğüne yönelik ciddi kısıtlamaların getirilmesi kaçınılmazdır. Toplumun en geniş kesiminin hak ve özgürlüklerinin kısıtlamaya maruz kalmaması için, dini cemaatler ile anayasal düzen arasındaki ilişkiyi (tehdidi) bütün boyutlarıyla ele almamız gerekiyor.

FETÖ´nün önderliğinde gerçekleştirilen 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra, projektörlerin, (FETÖ dışındaki) diğer dini cemaatlerin üzerine çevrilmesinin ?bilinçli bir operasyon?, (milyonda bir olasılıklar üzerinden) hedef şaşırtmak suretiyle, darbe potansiyeline sahip kadroları gizlemeye yönelik olduğunu düşünüyorum. Toplumun en geniş kesimini darbe şüphesiyle zan altında bırakanlar, (bilerek veya bilmeyerek) darbelerin gerçek sebebini gizlemeye hizmet etmektedir. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün de diğer darbelerin de gerçek sebebi, kamu kurumlarındaki tekelleşmedir! Darbeler incelendiğinde, darbecilerin, yıllarca hazırlık yaptığı, kamu kurumlarında (tam) hakimiyet sağladıktan sonra düğmeye bastıkları görülecektir. 15 Temmuz darbesinin de, dini cemaatlerden birinin kamu kurumlarında (yavaş yavaş ve gizlice) örgütlenmesi sonucu değil, dini cemaat görünümlü bir çetenin, kamu kurumlarında tekelleşmesi ve bu tekelleşmeye göz yumulmuş olması nedeniyle gerçekleşmiştir! Demokratik sistemler, ekonomideki tekelleşmeye önem vermekte, bu tekelleşmeyi önlemeye yönelik çeşitli mekanizmalar (Rekabet kurulu, Sermaye Piyasası Kurulu, vs.) öngörmektedir. Ekonomide tekelleşmeyi önlemeye yönelik mekanizmalar kurarken, kamu kurumlarında tekelleşmeyi önlemeye yönelik hiç bir öngörüsü olmadığı gibi, önlemi de bulunmamaktadır. Toplumun belli bir kesimi, kamu kumlarına sızarak bu kurumlarda tekel kurduğunda (kamu kurumlarını ele geçirdiğinde),  ekonomi yönetiminin de doğal olarak, bu yapının eline geçeceği göz ardı edilmektedir.

FETÖ dışındaki dini cemaatlerin anayasal düzen için tehdit teşkil etmesi için, bu cemaatlerin kamu kurumlarına sızmayı amaç edinmesi, böyle bir çalışma içinde olması, (bu da yetmez) bazı kamu kurumlarında çoğunluğu sağlaması gerekmektedir. Türkiye´deki dini cemaatler incelendiğinde, bu cemaatlerin büyük çoğunluğunun ?sivil? olduğu, devlete (kamu kurumlarına) sızmaya yönelik bir çabasının olmadığını görürüz. Bunlardan bazıları veya hepsi, cemaat mensuplarını kamu kurumlarına yönlendirebilir. Bu da son derece doğaldır. Toplumun diğer kesimleri gibi, bunlar da kamu kurumlarında çalışabilir, görev yapabilir. Esasen, toplumun bütün kesimlerinin katıldığı (adil bir) sınavda, toplumun bir kesiminin, belli bir kamu kurumunda çoğunluk sağlayabilmesi muhtemel ise de, kamu kurumlarının çoğunda böyle bir üstünlük sağlayabilmesi imkansızdır. FETÖ mensupları, kamu kurumlarına, başarısı nedeniyle değil, çalıntı sorularla sızmıştır. Geçmişi bir kenara bırakalım, 2002 yılından itibaren, sınavlarda soru güvenliği sağlanabilseydi, FETÖ´nün, kamu kurumlarını ele geçirebilmesi için 40 yıl daha beklemesi gerekirdi.

Toplumun belli bir kesiminin, kamu kurumlarını (tek başına) ele geçirebilmesi için, kamu kurumları içindeki destekleri (çete üyeleri) yetmez, dış desteğe de sahip olmak gerekir. ABD´nin Türkiye üzerindeki etkisi ve ilgisi, Türkiye´de gelişen olayları büyük bir dikkatle takip ettiği bilinmektedir. Kamuoyuna sızdırılan wikileaks belgeleri incelendiğinde, ABD´nin (sadece Türkiye´yi değil) dünyadaki bütün devletleri dikkatle izlediği,  izlenimlerini ABD´ye aktardığı (rapor ettiği) görülmektedir. ABD´nin Ankara büyükelçisinin 2002 ve takip eden yıllarda, ABD´ye gönderdiği maillerde, Fetullah Gülen cemaatinin kamu kurumlarına sızdığı ve önemli etkinlik kurduğunu dile getirmesi, bu çetenin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinden haberi olduğunu göstermektedir. ABD ve İngiltere, bu örgütlenmeden nemalanacak olmasaydı, bu bilgileri siyasal iktidara iletir ve bu örgütlenme tehdit haline gelmeden bertaraf edilirdi. FETÖ´nün komu kurumları içinde bu kadar kolay örgütlenebilmesinin sebebi, ABD´nin bu örgütlenmeye (kamu kurumları içindeki ajanları/müttefikleri vasıtasıyla) destek vermesi, bu yapıya karşı olanları frenlemesidir! Dini bir cemaatin veya toplumun bir kesiminin, kamu kurumlarına sızabilmesi ve ele geçirebilmesi için, evleviyetle ABD´nin çıkarlarına hizmet etmesi, ABD´nin de buna güvenmesi gerekmektedir. Dini cemaatlerden birinin, ABD´nin çıkarlarına hizmet etmeye karar vermesi tek başına yeterli olmayıp, toplumun önemli bir kesiminin desteğini de arkasına alması gerekir. Bunun için, muhafazakar tabana dayanan siyasal partiye cephe almaması, yakın durması, çatışmaya girdiği an (17/25 Aralıkta olduğu gibi) kendisine destek veren toplumsal tabanı kaybedeceğini de hesaba katması gerekir. Yakın bir döneme kadar, kamu kurumlarına alımlarda, İslami kimlik (genellikle) negatif bir unsur olarak kabul edildiği için, bu kişiler kamu kurumlarına alınmamıştır. FETÖ, kamu kurumlarına alınacak olanlarda aranan özellikleri çok iyi bildiği için, kimliğini gizleyerek (daha doğrusu gerçek kimliğiyle) (ibadetlerini yerine getirmeden, hatta büyük günahları dahi işleyerek) kamu kurumlarına sızmıştır. FETÖ dışında, böyle bir yöntemi benimseyebilecek, içine sindirebilecek dini bir cemaat bulmak imkansızdır. Çok sayıda parametre bir araya gelebilirse, dini cemaatlerden biri, anayasal düzen için tehdit teşkil edebilir. Böyle bir ihtimalin yakın bir gelecekte söz konusu olmadığı açıktır. FETÖ balonu elinde patlayan ABD, (o zamana kadar ayakta kalabilirse) en az elli yıl boyunca, Türkiye´de, böyle bir yöntemi denemeyi bile aklından geçirmez!

Anayasal düzeni, kamu kurumlarındaki ?tekelleşme? tehdit teşkil ettiğine göre, ?toplumun hangi kesiminin böyle bir potansiyele (darbe potansiyeline) sahip olduğunu? sormak daha anlamlı olacaktır. Esasen, bu sorunun cevabı, sorunun içinde gizlidir. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün FETÖ´nün öncülüğünde gerçekleştiği tartışmasızdır. FETÖ´den önceki ?vasinin? de, (derin devlet/Kontrgerilla) en bilinen adıyla ?Ergenekon? olduğu bilinmektedir. Kez bu yapı, 1960, 1971, 1980 ve 28 Şubat darbelerinin de baş aktörüdür! Bu temel tespitlerden sonra, sormamız gereken  asıl soruyu, ?FETÖ´nün tasfiyesinden sonra, anayasal düzen için tehdit teşkil edebilecek en örgütlü yapının hangisi olduğunu? sorabiliriz. Bu sorunun cevabı, bizlere, anayasal düzen için kimin/kimlerin tehdit teşkil ettiğinin cevabını verecektir. FETÖ´nün, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla tasfiye etmeye çalıştığı ve önemli ölçüde de tasfiye ettiği bu yapı, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra kontrolü yeniden ele almaya çalışmaktadır. Ordu başta olmak üzere, kamu kurumlarında hakimiyeti yeniden kurabilmek için, dikkatlerimizi başka alanlara (dini cemaatlere) çekmeye çalışmaktadırlar. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra, yeni bir darbe teşebbüsüyle yüz yüze kalmak istemiyorsak, yapmamız gereken, kamu kurumlarındaki tekelleşmenin önüne geçmektir. Bunun yolu da, kamu kurumlarına alımlarda, dini cemaatlerin önünü kesmek değil, tam tersine, bu kurumlarının kapılarını sonuna kadar açmaktır! Toplumun farklı kesimleri, (hiçbir tehdit sınırlamasına maruz kalmadan) liyakat esasları dahilinde kamu kurumlarına girebildiğinde, kamu kurumlarındaki ?tekelleşme? (dolayısıyla darbe tehdidi) kendiliğinden önlenmiş olacaktır.



[1] Mehmet Barlas, Cemaatler Sivil Toplum Örgütü Değildir, Sabah Gazetesi, 6 Ağustos 2013

Kaynak: özgün İrade Dergisi

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz