Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Din Düşünmeyi Engellemek Üzere mi Tasarlandı?

Kadir Canatan yazdı;

Din Düşünmeyi Engellemek Üzere mi Tasarlandı?

Bu hafta Ramazan’ın ruhuna uygun bir yazı düşünürken, sosyal medya üzerinden haberdar olduğum iki açıklama beni başka bir yöne sürükledi. Biri alaylı diğeri mektepli iki felsefeci bir süredir tuhaf ve aykırı açıklamalarda bulunuyor ve sosyal medyayı meşgul ediyor. Bunlardan alaylı olan demiş ki: “Din düşünmeyi engellemek için vazedilmiştir.” Mektepli olan ise, “Din haklar vazetmez, görevler yükler.” Bu iki kısa açıklama çok basit gibi görünse de üzerinde epeyce konuşulması gereken iki problemi ortaya koymaktadır. İlki din-düşünme, bir başka ifadeyle akıl ve nakil ilişkisini, ikincisi ise dinde haklar ve özgürlükler mevzunu gündeme getirmektedir. İkincisini gelecek yazıya bırakarak, bu hafta ve gelecek hafta ilk sorun üzerinde genişçe durmak istiyorum.

Bağlamını bir tarafa bırakarak ilk açıklama üzerinde düşünürsek, “Din düşünmeyi engellemek için vazedilmiştir” sözünün sahibi üç şey söylüyor:

  1. İlk olarak en genel anlamda “dinler” (çoğul) hakkında bir yargıda bulunuyor. Her genelleme sorunlu olduğu gibi bu da sorunludur. Merak ediyorum: Alaylı felsefeci şunu mu demek istiyor: “Ben dünyadaki tüm dinleri inceledim ve dinlerin düşünmeyi engellediği kanaatine vardım!” Bu gerçek olamaz, çünkü yeryüzünde yüzlerce din var ve tüm bunları incelemiş olamaz. İkincisi, bir din de bile olsa düşünmeyi teşvik eden sözler ve öğretiler varsa, Karl Popper’ın “yanlışlama ilkesi” gereği, sadece bir örnek bile yukarıdaki genellemeyi çürütmek için yeterlidir.
  2. İkinci olarak konuşmacı dinlerin “tasarlandığı”nı iddia ediyor. Bu ifade kaçınılmaz bir biçimde “Kim(ler) tasarladı?” sorusunu gündeme getirir. Tanrı mı? Melekler mi? Peygamberler mi? Peygamberlerin izleyicileri mi? Krallar mı? Bizim inançlarımıza göre (yani nebevi dinlerde) dinin vazedicisi Allah’tır. Allah, dini vahiy yoluyla Cebrail’e, o da peygambere iletir. Peygamber de topluma tebliğ eder. Bu durumda kimin tasarladığı sorusuna “Allah” diye cevap vermek durumundayız. Şimdi soralım: Allah, düşünen bir varlık olarak yarattığı insana, sonradan kitap ve peygamber gönderip düşünmesini yasaklar mı? Bu bir çelişki olmaz mı? Bu bana hiç makul gelmiyor!
  3. Üçüncü olarak dinlerin bilhassa düşünmeyi engellediğini ileri sürüyor. Oysa düşünmeyi engellemek dinin doğasına aykırı bir durumdur. Çünkü din insana sorumluluk yükler ve bu sorumluluklarını yerine getirmesini ister. Bunun için hadis olduğu da söylenen bir söz Arap ve Müslüman dünyada meşhur olmuştur: “Aklı olmayanın dini de yoktur.” Nitekim deliler İslam’a göre mükellef (sorumlu) değildirler. Akıl, düşünme ve anlama yetisidir. Bundan mahrum olan insanın dini vazifeleri yerine getirmesi mümkün değildir. Öyleyse dinlerin düşünmeyi engellemesi makul bir durum değildir.

Şimdi yukarıda ifade edilen temel iddianın bağlamına gelelim. Sosyal medyaya konu olan her şeyi olduğu gibi kabul etmek bir araştırmacı yazara yakışmaz. Hele bu kişi Müslümansa Kur’an’ın şu uyarısını çok iyi bilir ve gereğini yapar: “Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu ‘etraflıca araştırın’. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (Hucurat, 49:18). Kanaatimce sosyal medya, anonim ve yalan habere aracılık yapma nitelikleri olan bir kaynak olduğu için “fasık” olarak görülebilir. Yani genel ve soyut anlamıyla doğruluktan uzaktır. İnanç ve akide anlamıyla doğru inançtan sapan kişi için de fasık sözü kullanılır.

Bahse konu olan alaylı felsefeci, 28 Mart 2022 tarihinde konuyla ilgili bir video konuşması yayınlamıştır. Videonun başlığı: “DİN, DÜŞÜNMEYİ ENGELLEMEK İÇİN VAZ EDİLDİ (ORTAYA KONULDU)”[1] şeklindedir. Ne var ki, videonun içeriğinde dinden ziyade ibadetlerden bahsediyor. Kısaca şu iddialara yer veriyor: “İbadetler düşünmeyi engellemek için vazedilmiştir. Üzerinde konuşulmayan bir konudur bu. İslam kelimesi teslimiyet demektir. Mümin sorgulayan ve irdeleyen bir kişi değildir. Saçma olanı bile doğru kabul eder. “İşittik ve itaat ettik” sözü standart bir mümin tutumdur. Abd, köle demektir. Abd’in karşısında Rab vardır. Kul, Rab karşısında köledir. Önerilen insan tam bir köle karakteridir. Ben hep böyle inandım ve hala da böyle kabul ediyorum. Türkçe ibadet tartışmaları sırasında demiştim ki: Namaz düşünmekten kurtulmaktır! Oruçlu iken insan düşünmez. İbadet yapmaktır, düşünmek değil!”

Başlık ile içerik arasında bir uyumsuzluk olduğu kesindir. Filozofvari laflar eden bir kişinin kavramsal olarak bu kadar özensiz olması kabul edilemez. Din-düşünme ilişkisi, başka bir şeydir, ibadet-düşünme ilişkisi başka bir şeydir. Ama ifadeler birbirine karıştırılmış, bazen din bazen ibadet deniliyor. Dahası ibadet kelimesi de genel anlamda mı kullanılıyor, yoksa menasikler (ritüeller) anlamında mı, bu da belirsiz kalıyor. Her dinde ibadet olduğuna göre din ve ibadet bazen özdeş gibi de kullanılıyor. Dolayısıyla sap ve sapan birbirine karıştırılıyor.

Konu, İslam’dan hareketle ele alındığı için “dinler” ifadesi pratikte “İslam”la özdeşleştirilmiştir. İslami ibadetlerden bahsedildiği için İslam’da ibadetlerin düşünmeyi engellediğini ifade etmektedir. “Mümin” kelimesi, bilhassa kullanıldığı için bu tip “saçma da olsa dinde söylenen her sözü kabul etmek zorunda” olan kişi olarak tanımlanmaktadır.

Şimdi genel bir soruyla başlayalım: Gerçekte İslam ve Kur’an düşünmeyi engelliyor mu?

Araştırmacı insanların bildiği üzere İslam’ın ana kaynağı olan Kur’an, “akıl” kelimesini pek kullanmaz, bunun yerine bundan türetilmiş olan filleri kullanır. Bu filler de “anlamak”, “düşünmek” ve kısacası “aklı kullanmak” anlamlarına gelir. Bu anlamda 50’ye yakın ayet vardır. Ayrıca “Anlamaz mısınız?”, “Anlamazlar mı?”, “Umulur ki anlarsınız”, “Anlayacak toplum için” şeklinde sorular ve ifadeler mevcuttur. Yine “düşünmeyen toplumlar” veya “çoğu anlamaz” şeklindeki ifadelerle bu tür toplumlar şiddetle yargılanır.

Bir örnek vermek gerekirse, şu ayet insanın yüzüne vurulan tokat gibidir ve sadece bu ayet iddia sahibinin iddiasını çürütmeye yeterlidir: “Andolsun biz, cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık. Bunların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar; gözleri vardır ama onlarla göremezler; kulakları vardır ama onlarla işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’raf, 7:179). Kalp kelimesi Kur’an’da akıl ile eşanlamlıdır. Bu ayette açıktır ki akıl-kalp başta olmak üzere yetenek ve yetilerini kullanmayan insanlar (yani ham insan ya da beşer) hayvana benzetilmektedir. Bırakın düşünmeyi engellemeyi, düşünmeyen insanı hayvan derecesinde bir varlık olarak tanımlamaktadır.

İkinci olarak düşünme ve anlamayı teşvik eden ayetler, Kur’an’da kozmolojik, antropolojik, sosyolojik ve tarihsel bağlamlarda kullanılmaktadır. Yer ve gökyüzüne dikkat çeken kozmolojik ayetler, burada cereyan eden olaylar ve süreç hakkında düşünmeyi salık vermektedir. İnsan hakkındaki antropolojik ayetler, insanın kendi özüne ve çevresine bakmasını, burada mevcut olan ayetler/işaret ve olgular üzerinde tefekkür etmeyi önermektedir. Tarih ve toplumların anlatıldığı kıssalarda ise, geçmiş toplumların hallerini, onların başlarına gelenleri ve halen onlardan yeryüzünde kalan kalıntıları incelemeyi önermektedir.

Bir hesaba göre kozmolojik ve tarihsel kıssalar Kur’an’ın üçte ikisine tekabül etmektedir. Öyleyse bu kadar yoğun olarak eşya üzerinde düşünmeyi teşvik eden bir din olarak İslam düşünmeye ket vurur mu?

Üçüncü olarak Kur’an’da Müslümanlara örnek olarak gösterilen Hz. Muhammed’in insanların başına bir despot ve çoban olarak görevlendirilmediği ifade edilmektedir.

“Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin.” (Gaşiye, 88:21-22).

“Ey iman edenler! “Râ’inâ (bizi gözet, bizi güt)” demeyin, “unzurnâ (bize bak)” deyin ve dinleyin. Kâfirler için acıklı bir azap vardır.” (Bakara, 2:104).

“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Al-i İmran, 3:159).

Eğer bir peygamber etrafındakilerle müzakere edip görüş alışverişinde bulunuyorsa ve birçok defa çoğunluğun görüşüne uyuyorsa, bu peygamberin sahabesiyle ilişkisi bir çoban-sürü ilişkisi değildir.

Peki, “İşittik ve itaat ettik!” neyin nesidir?

Böyle bir ifadeyi soyut anlamda veya bağlamıyla uyumsuz olarak kullanmak tahriften başka bir şey değildir. Kur’an’da nasıl kullanıldığına bir örnek verelim: “O Yahudi olanlardan kimileri kelimelerin yerlerini değiştirip, dillerini eğip bükerek, dine dokunarak “Dinledik, isyan ettik”, “Dinle dinlenilmez olsaydın” ve “Bizi güt” diyorlar. Böyle diyeceklerine “Dinledik, itaat ettik”, “Dinle ve bizi gözet” deselerdi, elbette haklarında daha hayırlı ve daha dürüst olurdu. Fakat inkârları yüzünden Allah kendilerini lanetlemiştir. Onun için pek azı dışında imana gelmezler.” (Nisa, 4:46).

Hz. Muhammed sadece müşrik Arapları değil, Medine’de ikamet eden Yahudileri de İslam’a davet etmiştir. Onlar ise, bu davete olumsuz tepki vermeleri bir yana, Hz. Muhammed ile dalga geçip kelimeleri başka anlamlara çekerek hakaret etmişlerdir. İşte, onlara karşı “Dinledik ve itaat ettik” deselerdi, bu haklarında daha hayırlı olurdu denmiştir. Burada gelişigüzel bir konuda istişare değil, davet söz konusudur, davete verilen olumsuz ve ironik tepkiye karşı bir tavsiye vardır.

Elbette İslam’ı kabul etmiş bir kişi Hz. Muhammed’in getirdiği vahiy karşısında işitici ve itaat edicidir. Ona isyan etmek, onu rehber olarak kabul etmemek demektir. Düşünme, anlama ve araştırma iman-öncesi süreçlerdir, iman ettikten sonra akıl farklı çalışmaya başlar. Bu sadece İslam’da değil, bütün din ve ideolojilerde böyledir. Siz Marxist ya da Kemalist iseniz, bu ideolojilerin ilkelerini izlersiniz, bunların yerine yeni ilke ve prensipler koyamazsınız. Eğer koymaya kalkarsanız, yeni bir ideoloji inşa etmeye başlarsınız.

Kimi akılcıların iddia ettikleri gibi akıl, evrensel ve objektif bir yeti değildir, bir başka deyişle akıl bir boşlukta çalışmaz. İnsan aklı, tarihsel, toplumsal ve kültürel bağlam içinde gelişir ve çalışır. Bu nedenle günümüzde “kültürel akıl”, “siyasal akıl”, “tarihsel akıl” gibi akıl türleri ayırt edilmektedir. Bir şey bana “akılcı” gelmiyorsa, bu bütün akıllara akılcı gelmez anlamı içermez. Eğer böyle bir iddiamız varsa, bu da aklı putlaştırmaktan başka bir şey değildir. Nitekim Kur’an bu bağlamda insanın kendi nefsini ilahlaştırdığından bahseder. “Nefsinin arzusunu tanrı edineni gördün mü? Sen ona koruyucu olabilir misin?” (Furkan, 25:77).

Bu noktada İslam düşünce tarihinde akıl-nakil ilişkisine geçebiliriz. Ama bu yazımızın çok fazla uzamasına yol açacaktır. Gelecek hafta bu konuya devam edeceğiz inş.

[1] Bakınız: https://www.youtube.com/watch?v=Htm97tw_DJY (07-04-2022).                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     Kaynak: Farklı Bakış



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz