Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Dimyat’a pirince giderken.. Yok hayır, Şangay’a doğru yol alırken hesap tutar mı?

Fehmi Koru Yazdı;

Dimyat’a pirince giderken.. Yok hayır, Şangay’a doğru yol alırken hesap tutar mı?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan neredeyse on yıldır dilinde olan Şangay İşbirliği Örgütü içerisinde yer alma arzusunu bir kez daha tekrarladı. Örgütün Hindistan’da yapılacak bir sonraki zirvesinde ilişkiler daha ileri bir seviyeye çıkacakmış. Hedef üyelikmiş…

Eh, herhalde bizlere “Hayırlı olsun” demek düşüyor.

Açıkça ifadesinden kaçınılsa bile dünyada ikili bir yapılanma söz konusu. Geçmişte, Soğuk Savaş yıllarında, ‘Doğu-Batı blokları’ ikili yapısı vardı ve bu durum Sovyetler Birliği’nin ortadan çekilmesiyle tekli bir yapıya dönüşmüştü; sağolsun Rusya Federasyonu devlet başkanı Vladimir Putin sayesinde şimdilerde yeniden eski duruma dönülmek üzere.

Hatta bir farkla.

Eskiden ‘dehşet dengesi’ diye adlandırılan bir düzlemde yürüyen ve sıcak çatışmalardan kaçınılan bir anlayış hakimdi iki cepheye, şimdi ise Ukrayna’da açıkça görüldüğü üzere, taraflar savaşı göze alabilecekleri görüntüsü verebiliyor.

İki taraflı yaptırımlarla hangi ülkenin kimin yanında yer aldığı anlaşılıyor.

Vaktiyle bir cephe içerisinde yer alan ülkenin öteki cephe ile de ilişki kurması söz konusu değildi; cephelerin lideri konumundaki ülkeler bu kez de kendilerine yakın duran karşı cepheyle ilişkili ülkelere “Tarafını belli et” telkininde bulunuyorlar.

Türkiye hangi tarafta?

İkinci Dünya Savaşı’ndan günümüze kadar uzanan dönemde ülkemiz Batı bloku içerisinde yer almakta. Avrupa Birliği hariç hemen her Avrupalı örgütte üye Türkiye. Güvenlik örgütü olarak da NATO’nun bir parçası. Bunun doğal sonucu olarak da, ekonomik açıdan ticari ilişkileri daha çok Avrupa ile.

Şangay İşbirliği Örgütü’ne üyelik Türkiye için yeni ve farklı bir tercih.

Herhalde karar vericiler “Neden iki tarafta da bulunmayalım” düşüncesiyle hareket ediyorlar.

Olabiliyorsa olalım elbette.

Acaba böyle bir durum mümkün mü?

Kendi soruma kendim cevap bulmaya çalışayım.

Geride bıraktığımız hafta Türkiye’yi yakından ilgilendiren iki yeni gelişme yaşandı. 

İlkinde, ABD Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne uygulamakta olduğu silah ambargosunun kaldırıldığını duyurdu. 

Eş zamanlı olarak, ABD Temsilciler Meclisi’nin daha önce Çin’i rahatsız eden Tayvan ziyaretiyle dikkatleri üzerine çekmiş olan başkanı Nancy Pelosi’nin Ermenistan’a uğrayacağı tuttu.  

Nancy Pelosi Erivan'da..

 

Pelosi ve başkanlığını yaptığı Temsilciler Meclisi üyelerinden oluşan ABD heyeti, şu sıralarda Ermenistan’ın başkenti Erivan’da.

Ne oluyor?

Böyle gelişmeler öncesinde genellikle yeni durumdan etkilenebilecek müttefik ülkeler haberdar edilir. Türkiye her iki konuda önceden bilgilendirilmiş olması gereken ülke. ABD’nin şimdilerde ‘stratejik ortaklık’ diye adlandırılmasa da, pek çok alanda ortaklık ilişkisinde bulunduğu, NATO müttefiki Türkiye’ye bu gelişmelerden önce danışmış olması beklenir.

Danışma bir yana bilgilendirme yoluna gidilmediği Ankara’dan verilen tepkilerden anlaşılıyor.

Ankara’nın her iki gelişmeyi bizler gibi olup bittikten sonra duymuş olması düşünülemez; herhalde Kıbrıs ve Ermenistan ile ilgili gelişmeler önceden biliniyordu. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gündeminde bulunmadığı halde son anda verilen bir kararla Özbekistan’daki Şangay İşbirliği Örgütü zirvesine katılmasını ve oradan Birleşmiş Milletler yıllık toplantısına katılmak üzere New York’a giderken uçakta medya temsilcilerine yaptığı “Örgüte katılabiliriz” açıklamasını ABD’nin bu yeni tavrına cevap olarak değerlendirebiliriz.

Küçük bir ihtimal de olsa, yukarıdaki değerlendirmenin tersi de doğru olabilir: ABD Türkiye’nin Şangay örgütüne katılma niyetinden önceden haberdar olmuşsa, buna bir tavır olarak, bu iki âni girişimin planlanmış olması da mümkün.

Şangay işi bir tarafa, Ukrayna konusunda farklı bir politik çizgi izleyen, Rusya ile ilişkilerini birkaç tık ileriye taşıyan bir görüntüsü var Türkiye’nin; Kıbrıs’a silah ambargosunun kaldırılması ve Pelosi’nin Ermenistan ziyareti o görüntüden duyulan rahatsızlık için de olabilir.

Hangisidir bilmesem de, yaşanan olayların birbiriyle irtibatlı olduğunu kabul etmek gerektiğine inanırım.

Türkiye bağımsız bir ülke olarak tarafını kendisi seçme hakkına sahip; hükümet izleyeceği politikayı ülke çıkarlarına göre belirler ve uygular.

ABD ve Batı dünyası ile ittifak yerine Rusya ve Şangay örgütündeki dostlar tercih edilebilir.

Ülke çıkarları bunu gerektiriyorsa…

Peki ülke çıkarları bunu gerektiriyor mu?

Soruyu sorduğuma göre bundan kuşku duyduğum sonucunu çıkaranlar yanlış düşünmüyor.

Kuşkumun altında son birkaç yıl boyunca gündemi işgal eden S-400 olayı yatıyor.

Gerekçe ‘ihtiyaç’ olarak gösterilmiş olsa da, Rusya’dan füze savunma sistemi alınması da hükümetin Batı ülkelerinden -daha çok da ABD’den- duyduğu rahatsızlığa bir tepkiydi. Türkiye’nin başka seçenekleri bulunduğunu göstermek niyetiyle ilgili bir mesajdı o.

Hayli yüksek bir meblağ ödenerek satın alınmasına rağmen, ABD’den gelen ‘yaptırımlar’ sebebiyle, satın alınan S-400 sistemi kullanıma sokulmadı.

Para ödendi, satın alındı, ülkeye getirildi ama kullanılmıyor.

Kullanılmadığı halde ‘yaptırımlar’ devam ediyor ama. Türkiye’nin üretim ortağı olduğu ve parasını ödediği F-35 jetleri bu yüzden ABD tarafından teslim edilmiyor. F-16 uçaklarının modernize edilmesi ve yenilerinin satılmasına da yanaşmak niyetinde görünmüyor ABD.

Rahatsızlık duyulduğunu hatırlatma amaçlı bir mesaj olarak düşünülmüş S-400 konusu Türkiye için iyi sonuç vermedi.

Hükümet için de.

Şu sıralarda yaşanan ekonomik sıkıntılarda yanlış kararlar ağırlıklı sebep olsa da, ABD yaptırımlarının da bunda etkisi var çünkü.

Ekonomi seçime gidilirken AK Parti’nin yumuşak karnı.

Yeni mesaj da –Şangay İşbirliği Örgütü’ne üyelik niyeti açıklaması– benzer bir sonuç vermesin?

Umarım yanış düşünüyorumdur.

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz