Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Dilipak'ın Son 4 Yazısı; Medeni olmak (1), Sanal cemaatler!? (2), Herkesin bir plânı var (3) ve Bir mülki idare amiri anlatıyor.. (4)

Abdurrahman Dilipak; Ne tartışmaymış, ama sen FETÖ’cüsün, hayır sen FETÖ’cüsün

Dilipak

 

Eee, yargıya intikal etmiş bir konuyu tartışıyoruz. Meclis de soruşturdu bu konuyu. İdari soruşturma da oldu. Sonuç: Hâlâ tartışıyoruz, sen FETÖ’cüsün hayır sen FETÖ’cüsün. Bu tartışma bu şekilde bitmez..

Biz kim FETÖ’cü kim değil!. Kendi aramızda bu konuda uzlaşamıyoruz. ABD ve Batılı dost ve müttefiklerimiz de hâlâ tartışıyorlar “F.Gülen ve onun yol arkadaşları FETÖ’cü mü değil mi? Bu tartışma bitmez.. Altı ay bir güz gideriz bir arpa boyu bile yol alamayız.

Asıl soru şu: FETÖ nasıl bir örgüt. ABD’nin istihbarat örgütü CIA’nın kontrolündeki RAND Corp’un örgütlediği bir örgüt. FETÖ’yü yöneten tek örgüt de RAND değil. Mesela Strafor da işin içindeydi.

Bakın bu yapıya, FETÖ üzerinden değil, CIA RAND, Strafor gibi örgütlere bağlı aynı hedef için çalışan sağ-sol, Alevi-Sünni, gazeteci-STK yöneticisi, işadamı-akademisyen, politikacı- bürokrat bir sürü adam var. Bugün bunlar aramızdalar ve hâlâ aktifler, hem de her yerdeler. Bunlara kimse dokunuyor mu? Kılıçdaroğlu’nu getiren iradenin Baykal’ı götüren irade olduğunu bilmeyen var mı? Sahi kim, niçin göndermişti Kılıçdaroğlu’nu!?. Bunu bizimkiler bilmiyor mu? Siz bazı gerçekleri bilmezden geliyorsanız Batılılar niye bilmek istesinler ki! Evet BÇG’yi kim kurdu ise, FETÖ’yü de onlar kurdu. Tavşana kaç tazıya tut. Kontrollü bunalım stratejisi dedikleri de bu. 

Hadi tartışmaya devam edin, heyecanlı oluyor! Bu arada savcılık Kılıçdaroğlu için niçin soruşturma açmıyor. Hatta İlker Başbuğ’u en azından ifadeye çağırmalı değil mi? Bu konu bu şekilde siyasi bir polemik konusu yapılarak bir yere varılamaz sadece FETÖ konusu sulandırılır. Bir yandan eski darbeyi, bir yandan RAND üzerinden yeni darbeyi konuşuyoruz. Bir yandan da Suriye’de ABD ile yakınlaşıyoruz görüntüsü veriliyor. Ne oluyoruz!. Peki bu tartışmadan toplum zihninde nasıl manzara oluşuyor farkında mısınız. Eşeği dövemiyorsunuz, semerine vuruyorsunuz. ABD, CIA ve RAND’ı onun yerli işbirlikçilerini konuşun. Evet birileri Erdoğan ve AK Parti’den kurtulmak için Atlantik ötesinin kapısını çalıyorsa onu görün. FETÖ gider METÖ gelir. Gözünüze FETÖ’yü çok yaklaştırırsanız, arkasında bir ormanı kaybedersiniz.

17 Şubat 1926 tarihli ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi yürürlüğe girdi ve biz medeni olduk. Görün işte “Medeniyet denilen maskara mahluku görün”.. 22 Kasım 2001’de kabul edilen ve 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren 4721 sayılı kanunla “medeniyetimizi güncelledik”. Artık daha medeniyiz. İstanbul sözleşmesi 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da imzaya açılmış ve 1 Ağustos 2014’de yürürlüğe girmiş. Bir de CEDAW var.

Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Yok Edilmesi Sözleşmesi ya da CEDAW (Convention on the Elimination of All Forms of Discrimination Against Women), 1979’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edildi. Bu sözleşme, yirmi devletin sözleşmeyi onaylamasından iki yıl sonra, Eylül 1981’de yürürlüğe girdi.

Bu düzenlemelerin hepsi “din dışı”. Ne mal varlığı, ne de neseb bağından dini kurallar dikkate alınmıyor. Mesela bizdeki ilk medeni yasada “Süt kardeşliği” neseb olarak görülmemiştir. Bu süreçte oltaya takılan iki yemden biri “eşitlik”, ötekisi “şiddet”dir.

“Türk kanun-u medenisi” olarak tanımlanan bu İsviçre’den tercüme ile aynen kabul edilen “Milli yasa” başlangıç hükümleri dışında, kişiler hukuku, aile hukuku, miras hukuku, eşya hukuku ve borçlar hukuku olmak üzere beş kitaptan ve toplam 1030 maddeden oluşmaktadır. Bu yasa, küçük birkaç değişiklikle 1907 tarihli İsviçre Medeni Kanunu’nun bazı ufak değişikliklerle tam bir tercümesidir. 17 Şubat 1926’da kabul edilmiş ve 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girmiştir. Yasa teklifi maddeler olarak gerekçesiz olarak genel kurula getirilip, madde olarak müzakeresiz bir şekilde oy birliği ile kabul edilmiştir. Mahmut Esad yasa teklifi için genel bir “esbab-ı mucibe” hazırlamış, burada Mecelleyi eleştirmiş, “niçin dine dayalı yasa yapılmaması gerektiği” konusunda açıklamalar yapmış, Laik düzen için yön gösteren bu “esbab-ı mucibe”de dini “vicdani bir konu” olarak tanımlamış. Dinin dogma olduğunu, hayatın dinamik olduğunu hukukun değişen ihtiyaçlara göre değiştirilmesi ihtiyacına ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Bu tartışmada “muhkem”, müteşabih” ya da “içtihad” konularına değinmemiştir. “Kemalist lobi” İsviçre medeni kanunu yerine Hollanda kanunlarını da kabul edebilirdi, ama İsviçre’de karar kıldılar. Ticaret başka ülkeden, Ceza başka bir ülkeden tercüme edildi. 6’ok da bu tercüme grubları tarafından ayrı ayrı seçildi.

Uğur Mumcu’nun dediği gibi “Türk vatandaşı İsviçre medeni kanuna göre evlenen, İtalya ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza mahkeme usulü yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir”..

Aslında hangi ülkenin yasasını alalım diye önce İtalya medeni kanunu, sonra da Alman medeni kanunu incelenmiş, İtalya medeni kanunu eski, Alman medeni kanunu ise karmaşık bulundu. O zamanki Adalet Bakanı olan ve İsviçre’de iktisat eğitimi aldığından Mahmut Esat bey (Bozkurt)’un ısrarı ile İsviçre’de karar kılınmıştır. Bozkurt Kanun maddelerinin tek tek müzakere talebini “kanunun bir bütün olduğu, ya tamamen kabul edilmesi ya da reddedilmesi gerektiği” söyleyerek şiddetle karşı çıkar ve onun dediği olur. Mahmut Esat bey kanunun yasalaşmasından 2 yıl sonra bir Fransız gazeteciye verdiği mülakatta ‘’bıraksak kanunu düdüğe çevireceklerdi’, buna izin veremezdik’ diyerek kanunun meclisten nasıl geçirildiğini anlatmıştır.

Prof. Dr. Ahmet M. Kılıçoğlu konu ile ilgili bir makalesinde şu değerlendirmeyi yapar: “Kıta Avrupası hukuk sistemlerinin amaçladığı gibi çağdaş yeni bir toplum yaratılmak istenmiştir. Özel hukukun bütün alanlarında uygulanabilen ilk yedi maddesi, kişiler, aile, miras ve eşya hukuku alanında getirdiği çağdaş düzenlemeler ile yeni bir hukukun ve toplumun temelleri atılmıştır.”

Bu makalede yer alan şu ifadeler de ilginçtir. Yasa yeniden tercüme edilmiş, batıdaki değişikliklere bağlı olarak değişiklikler yapılmış, alelacele çıkarılan yasadaki yanlışlıklar da yasa değişikliği ile düzeltilmiştir: “Yürürlüğe girdiği tarih itibariyle oldukça arı bir Türkçe ile kaleme alınmış olan Türk Medeni Kanunu’nun dili, Türkçemizin zaman içinde gelişmesi karşısında eskimiş, bazı hükümleri yeni kuşakların anlayamayacağı hale gelmiştir. Öte yandan; kanunun hazırlık çalışmaları sırasında İsviçre Medeni Kanunu’nun Fransızca metninden yapılan çevirilerde bazı hatalar yapılmıştır. Bütün bunlardan daha önemlisi aradan geçen süreç içinde gerek ulusal gerekse uluslararası olmak üzere Medeni Hukuk alanında çok önemli gelişmeler olmuş, İsviçre başta olmak üzere Batı Ülkelerinin yasalarında çok önemli değişiklikler yapılmıştır. Bunların başında Aile Hukuku alanındaki gelişmeler ve değişiklikler yer almıştır.” 

Bugün birileri hâlâ “İstanbul sözleşmesi” ve CEDAW’ı savunuyor ya! Onlar F.Gülen ve dostlarının manevi mirasına sahip çıktıklarının farkındalar mı? 

Unutmadan, evet “ameller niyetlere göredir” ama, tek başına iyi niyet insanı sorumluluktan kurtarmaz. Çoğu zaman da “Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir.” Sakınalım ki, Şeytan bizi Allah’la aldatmasın! Selâm ve dua ile. 

 

16 Şubat 2020

Sanal cemaatler!?

 

Ruhsuz insanımsı mahluklar ve “Allahsız bir İslam”!?

Halksız demokrasi!. Haksız bir adalet!. Artırılmış gerçeklik, bir annenin ölmüş kızıyla buluşmasından daha çok şey ifade ediyor. “Vicdan” soslu yeni bir “din algısı” üretilmeye çalışılıyor?

Atomizasyon, nötralizasyon ve Agnostizm! 

Kanaat önderi out!  Alim malim, münevver, şeyh, hoca, geç onları! Sosyal medya yeni bir ünlü türü doğurdu: Influencer’lar in! “Büyük etki gücüne sahip bu yeni nesil ünlüler, markaların da dikkatinden kaçmıyor”muş. Dijital çağda şöhret ve etki yönetimi Vlog’ların elinde artık. Vlog; Vlogging, Vlogger, Vidding, Vidblogging, Video blog diye farklı şekillerde de telaffuz ediliyor. Vlog “ideolog” değil Videolog. İdeologdan Videolog’a “evriliyoruz”. Ne sağcı, ne solcu futbolcu! Eğlenceli, keyifli bir life style’den söz ediyoruz!. Artık hayatımıza “Yaşam koçları”, “Spiritüel danışmanlar” yön veriyor. “Seküler kutsal”larımız var. Hatta hanım hanımcık kızlarımızın “İdolleri/Putları” var.

“Influencer” dedikleri Fransızcada aklı etkileyen “düşünce koçu” adı verdikleri “etki ajanı”ları sanal alemde cirit atıyor. 

“Evrensel enerji”nin kaşifi  “spiritüel danışman” Taner Tözün aslında reenkarne bir karakter (Kendini öyle tanıtıyor) Sizleri Buda selamı ile karşılıyor. “Karakteristik hamuruna yaşam planını şekillendirecek gök dizilimini yaşayabilmek için 1986 yılında Mekke’de tekrardan “dünyaya gelmiş, “Yüksek bilinç”in kapısında size bekliyor “ruhunuzu tekamül yolculuğuna çıkarmak” için 

Eşi Ezgi Sala Tözün 1993 İzmir doğumlu.  O bir şifacı. O bir pedegog. İletişim uzmanı. O reenkarne değil içindeki “Luvi titreşimleri” güçlenerek seküler anlamda Nirvana’ya ulaşmış, ermiş bir hatun kişi. O bir “Mandala eğitmeni”, “enerji terapisti” ve “masal anlatıcısı”..

Mandala da nereden çıktı derseniz, “keyifli ve rahatlatıcı vakit geçirirken aynı zamanda iç dünyanızı keşfedeceğiniz bir sanat terapisi yöntemi” imiş. Luvi’ye gelince “ Ezoterik” bir sistem. Ezoterik tılsımlarla zenginleştirilmiş, süptil düzlemde evrensel enerjiyi harekete geçirmek için bu enerjinin enformasyon akışına yön kazandırmak için okült çalışma. Uzay ve zaman boyutlarından bağımsız bir şekilde  bilincin daha üst katmanlarından üç boyutlu fiziksel evren tarafından soğurulan ‘Enerji’ ve ‘Titreşimsel Bilgi’nin, bireysel planda idrake dönüştürülmesi için Simya teknikleri ile  “Dönüşüm Çemberleri”nden geçerek  Ezoterik Tılsımlar, kutsal geometri, okült sembolizm yoluyla sigıllar üzerinden Hermetik  ezoterik tılsımlar vasıtası ile  inisiyasyon ritüelleri ile  majikal çalışmaları ifade etmektedir.   Bunlara göre ezoterik bir tılsım, esasen baş melek olarak bilinen evrensel yazılımlarla rezonansa girmeyi sağlamanın okült formüllerine dayanır. Bu yönüyle ezoterik tılsımlar,  ‘meleklerin rehberliğini alma’nın okült enstrümanlarıdır. Hermetik topluluklarda bilincin meleksel katmanları ile rezonans bağlantısı kurmaya dayanan en kadim majikal sistem “Enokyan Maji Sistemi”dir.

Kimileri “Dönüşüm konakları” ile dönüştürüyor, kimi NLP ile mutluluk pazarlıyor, kimi Montessori ile başarının kapısını zorluyor, kimi Transal Meditasyon öneriyor, kimi Budist oluyor. İnsanlar boşuna Deist olmuyor. İş; Şii, Sufi, Vehhabi tartışmasının çok ötesine çıktı. Adnan Oktar’cılar, Şiiler “Mehdi geldi” diye sosyal mediada yazıp çiziyorlar. “Amerikano” bir Mehdi ve Mesih şu günlerde herhalde sahne almaya hazırlanıyor olsalar gerek.

Alın size böyle bir ortamda bir de “Diyarbakırlı Ramazan”ımız var. Kimi birkaç dil bilen bilge biri diyor, kimi deli, kimi meczup diyor. Adam yıllardır Ulu Cami çevresinde kendine göre “Tebliğ” yapıyor.

Öyle Mevlevilerimiz var ki, öyle şeyhlerimiz var ki, kimi Rock and Roll ile zikir yapıyor. Kimi Allahlık iddiasında, kimi Peygamber olduğunu söylüyor. Piyasada birçok Mehdi ve Mesih var aslında.

“Cemalnur Sargut’un tasavvuf sohbetleri”nden sonra şimdi bir de spiritüel danışman Tuğçe Işınsu çıktı. Feyziye Mektepleri Vakfı Özel Işık Lisesi mezunu, dini kavramları kullanıyor ama dini bir hayat tarzı yok. Adnan Oktar da, Mehdi-Mesih, Darvin, Masonluk diye başladı ve sonunda nerede karar kıldı gördünüz. 

Bugün piyasada din adına öyle abukluklar var ki, akla zarar. Din metalaştırılınca din adına artık her şey satılır ve din bezirganlarının elinde bir afyona dönüşür. 

 Kadın semazenler lüks otellerde KARMA sema gösterisi yapıyorlar. Laik-seküler çevrelerde “bu İslam” çok seviliyor aslında. Yavaş yavaş bizimkiler de buraya yöneldiler.

Mesela Can Çokürkmez müziğin yanı sıra psişik güçlerini küçük yaşta keşfederek içsel yolculuğuna başlayan ve şifa vermek amaçlı birçok insanla çalışan Can, Bayraktar Holding’de 3 yıl Bireysel ve Kişisel Gelişim Koçluk Programı aldıktan sonra içindeki spiritüel gücü daha geniş alanlarda kullanmak amaçlı spiritüel eğitimlere katılmıştır. Beki Erikli ile de çalışan Can, Melek Terapisti olmuş ve meleklerle daha yakından çalışarak birçok insana katkısı olmuş.

Ayşe Başıhoş İslam’dan söz etmiyor, Şamanlıktan söz ettiği tanıtımında kendini şöyle tanıtıyor: “1994 eğitim için  İngiltere’ye gittim ve orada Polonyalı bir arkadaşım vasıtasıyla Usui Reiki ile tanıştım. Fakat annemin hastalığından sonra daha farklı ve etkili şifa sistemleri aramaya başladım. 2015’de “Kozmik Enerji” ile tanıştım ve “Kozmik Enerji Magister” uygulayıcısı olduktan kısa bir süre sonra eğitmen eğitmeni olup seminerler vermeye başladım. 2015’de “Access Consciousness” ile tanıştım ve “Access Bars”; “Foundation” ve “Vücut Sınıfları” aldım. 2016 yılında Şaman Durek’ten eğitim aldım ve onunla birlikte çalıştım.”

Ne kadar çok “Spiritüel danışman” varmış. “Ruhsal koçluk” değilmiş yaptıkları iş “Ruhsal şeyhlik”miş. Kimi de “Ruhsal koçluk” diyor yaptığı işe. Proje basit: “Kendi dinini kendin yap”. Artık herkes dindar olabilir. Çünkü piyasada herkese uygun bir din var. Bu din için abd, mabed, mabud, resul gerekmiyor. Kitab ise esoterik bir şifre, biraz seremoni biraz ritüel, biraz ikona, biraz meditasyon ve biraz zikir ve dua.

Deizmi, dinsizliği geçtik, Satanizm modası yayılıyor.  Sırp kökenli  “efsane performans sanatçısı Marina Abramović nihayet İstanbul’da”ymış. “Marina Abramović + MAI, Akış / Flux sergisi”yle 31 Ocak 2020’den itibaren Akbank’ın desteğiyle Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi ve eşlik eden sergiyle Akbank Sanat’ta “sanatseverler”le buluştu. Sermaye, üniversite, sanatçı el ele!?. Abramović’in Pedofilik Pizzagate skandalının “kahramanlarından biri” olduğuna ne demeli!?.

 Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer de bu nedenle çok heyecanlıymış. Öyle ki toplantıda, “Gerçekten ortalık yıkılacak” demekten kendini alamamış. Bu işin arkasındaki gerçek yakında ortaya çıkar. Ama şu kadarını söyleyeyim, Türkiye bugün, siyasi, askeri, ekonomik yönden olduğu gibi, dini yönden de saldırı altında. Bunların başında da kültür emperyalizmi geliyor. AK Parti yanlısı yayın yapan medianın  Abramović yalakalığına gelince; ne diyeyim ki, onlar da onlarla haşrolsun, kim kimin peşinden gidiyorsa, peşine düştüklerinin varacağı yere varacaklardır. Kılavuzu karga olanların başka bir varacakları yer olmasa gerek. Selâm ve dua ile.

 

15 Şubat 2020

Herkesin bir plânı var

 

Herkesin bir plânı var, Allah’ınsa bir hükmü. Ve benim bir iradem var: Seçimimi yaptım, O’nun rızasını istiyorum.

Ve biliyorum, mahzun olmayacağım. Beni gören, duyan, bilen, hüküm sahibi; “ol” deyince olduran, “öl” deyince öldüren bir Allah var. İnandım, iman ettim. Söz verdim, O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olacağım. “Elestü” bezminde verdiğim söze sadığım. Biliyorum ecelimden önce ya da sonra ölmeyeceğim. Ölümüm ve hayatım elimde olan Allah’tan ölümü öldüren ab-ı hayatı pınarı olan Şehidliğim şahidliğimin mührü olsun. Biliyorum rızgımdan az ya da çok yemeyeceğim. Ve kaderden başka kader yok! Kaderim kederim değil, imtihanımdır.

Şöyle olacakmış, böyle olacakmış. Depremmiş, ABD, Rusya, İngiltere, Siyonist komplolar, geç! Şeytan Şeytanlığını yapacak. “Ey düşmanım sen benim ifadem ve hızımsın, gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın”.. Şeytan fazla mesai yapıyormuş.. Yapsın, benim “Alemlerin Rabbi olan” bir Allah’ım var! Şeytan da O’nun iradesi içindedir. “Ve bil gaderi, hayrihi ve şerrihi, minellahu teala!”

Ben yalnız değilim. Kuyu’daki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah beni yeryüzünün varisi kılmak istiyor, yeryüzünü bana mescid kılmak istiyor, benim ellerimle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istiyor. Benim önümde tek engel var, o da “cahilliğim” ve “zalimliğim”. 

Karanlık aydınlığın yokluğudur aslında. Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır.

Bilirim, Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay ve zorlaştırdığından daha zor bir iş yoktur. Ve bana hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde hayır olabilir. Onun için günde 40 kez; “Rabb’ım bana Hakkı Hak, batılı batıl göster, Hak’da toplanmamızı nasib et, bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil” diyoruz. Ya Rab, bilirim, ihtirasla istediğimiz her şey, mal ve sevdiklerimiz dua ile istenen bir belaya, fitneye dönüşebilir. Ben sadece ve sadece rızanı istiyorum. Beni “sabredenlerden, şükredenlerden, direnenlerden” bulacaksın.

Korona virüsü ya da Suriye, “ecelinden önce” ölen var mı? “Akacak kan damarda durmaz”. Allah (cc) bizi mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edeceğini söylemedi mi?

Sonuçta, bağımsız olarak herkes yaptığından sorumludur. Kazanılan her zaferin kahramanları olabileceği gibi hainleri de olabilir, her yenilgide de hainler olabileceği gibi kahramanlar da olabilir.

Kimse haşa “Tanrıyı kıyamete” ya da “iktidara, zafere” zorlamaya kalkmasın. Görevimiz Allah’ın rızasını aramaktır. Yoksa Allah’ın iradesi bütün kainatı kapsar.

ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı Condoleezza Rice7 Ağustos 2003’te Washington Post gazetesinde yayınlanan “Ortadoğu’yu Değiştirmek” adlı makalesinde, “Fas’tan Basra Körfezi’ne kadar 22 ülkenin sınırlarının, iktidarlarının ve rejimlerinin  değiştirileceğini” söylüyordu, sonuç! Evdeki hesaplar çarşıya uymadı..

Dün Almanlar Berlin’den Bombay’a demiryolu döşemek için Abdülhamid’le masaya oturmuşlardı. Hicaz Demiryolu ya da Bağdat Demiryolunun öbür ucu Hindistan’a kadar uzuyordu. Yani Baharat yolu, bugün Çin’den başlayıp İngiltere’de son bulacak İpek yolunu tersten ve bir alttan ilerleyecekti. Ama olmadı. 1. Dünya savaşı başlayınca bu Batıdan kalkan tren Bağdat’ta durmak zorunda kaldı.. Bakalım bugün Çin-İngiliz ortak hayali nereye kadar gidecek!. İngiltere üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk. Kuzeyde Kanada, Güneyde Avustralya-Yeni Zelanda, İngilizlerin olmadığı bir kıta yok.

Birileri dün BOP hayali kuruyordu, o da olmadı. Bugün “Yüzyılın projesi” rüyasını görüyorlar.

Ebedi olmak istiyorlar. Ama ezeli ve ebedi olan yalnız Allah’tır. “Ebedi” olmak isteyenler bu hayallerinin gerçek olmayacağını bilmeliler. Bu dünya ne Firavun’lar, Belam’lar, Nemrut’lar, Haman’lar, Şeddat’lar, Karun’lar gördü.. Şeddat’lar gördü.

Hep aklımızda olsun, kim ihtirasla neyi isterse o onun imtihanı olur. Kim zalimlerden korkar ve onlardanmış gibi yaparsa o zalimleri Allah onların başına musallat eder. Kim neyine mağrursa, Allah onlar o şeyle zelil eder.

Bakıyorum da, siyasiler, kanaat önderleri, bilim adamları, fikir adamları, kanaat önderleri, STK’lar hemen hepsi, toplumun kaderini değiştirmekten söz ediyorlar. Mucizevi, tek, alternatifsiz çözüm tekliflerinde bulunuyorlar. Hayır! Kurtarıcı bir kişi ya da topluluk yok. Kurtuluşa çağıran kişi ya da topluluklar vardır. Kurtuluş ise ancak kişi ve/veya bir toplumun liyakatı ile ilgilidir.

Son derece çalkantılı bir zamanda yaşıyoruz. Fitne zamanındayız. Çok dikkatli olmamız gerek. Birçok şey çok kısa zamanda değişebiliyor. Dün 15 Temmuz’da darbe yapmaya kalkanların arkasında ABD vardı. Hani şu NATO’daki müttefikimiz. NATO ülkeleri, AB ülkeleri daha sonra bu darbecileri, ülkemize karşı terör estiren örgütleri sahiplendiler. Sonra Suriye’de yine ABD ile ortak bir projede birlikte hareket etme söz konusu oldu ama ABD sözünde durmadı, her zaman olduğu gibi. Ankara bu defa Rusya ile yakınlaştı. Ama şimdi Rusya ile de olmadı, tekrar ABD ve NATO ile birlikte hareket etmeye çalışıyoruz. Belki de bu şekilde Rusya’ya alternatifimiz olmadığını göstermek istiyoruz. Öte yandan; ABD, bu kez Türkiye, Rusya ve İran’a karşı NATO bayrağı altında, AB ülkeleri ve İngiltere ile birlikte hareket etmeye çalışıyor. İngiltere ve Fransa Rusya’nın bölgede rol üstlenmesine karşı çıkmadı. Sonunda ABD Rusya’ya karşı NATO şemsiyesi altında İngiltere ve Avrupa’yla birlikte hareket etmeye razı oldu.

Bakın Avrupa ya da ABD bölgede barış istemiyor. Çatışma biterse kendilerine gerek kalmaz. Onun için Batılı ülkeler ya da Rusya’nın bölgede varlığını sürdürmek için krizin sürdürülmesi gerek. Bu ülkeler orada barış için değil, kontrollü bir savaş için varlar. Türkiye’yi dışarıda tutamayacaklarının farkındalar. Türkiye’yi kendi yanlarında ve kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Yani “40 yıllık Yani olmadı Kâni!”

Aynı delikten iki kere ısırılmayalım. Elbette “Aktif denge politikası” uygulayacağız, ama aynı zamanda söylem ve eylemimizde yüzümüzü Hakka dönmemiz gerek. Adil şahidler olmamız gerek. Bir topluluğa olan öfkemizin bile bizi onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemesi gerek. İnsanları yanlışları ile mahkum etmek yerine, onları “(Ey Resulüm!) Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayete kavuşanları da en iyi bilendir.” (Nahl 125) örneğinde olduğu gibi o yanlıştan vazgeçirerek, kazanmayı esas alan bir dil kullanmamız gerek.

Allah’ın yardımı bize ulaşmazsa bizi hiç kimse, hiçbir ülke ya da hiçbir proje kurtaramaz. Onun için Allah’ın yardımının önünde engel oluşturan kişi ve işlerden uzak durmamız gerek.

Bütün bunlar bir imtihan! Kim ne yapıyor ya da yapması gerekirken yapmıyorsa, sonuç ne olursa olsun, bu yapıp yapmadıkları, söyleyip söylemedikleri ile ya kendi sırtlarında kendi cennetlerine tuğla taşıyacaklar, ya da kendi sırtlarında kendi cehennemlerine odun taşıyacaklar. Selâm ve dua ile. 

 

14 Şubat 2020

Bir mülki idare amiri anlatıyor..​​​​​​​

 

Bazı bürokratlar, mülki idare amirleri ile konuşuyorum da, FETÖ’nün devlet içindeki yapılanması ile ilgili ilginç şeyler anlatıyorlar. Mesela bir kısmı bu FETÖ yapılanmasını yarı resmi bir devlet yapılanması olarak görmüş. Böylece Türkiye dünyaya açılacak, yeni bir “Osmanlı” vizyonu ile ılımlı İslam’a destek verilecek. Devletin içinde birileri buna karşı çıksa da, zaten BOP çerçevesinde Ortadoğu’ya yeni bir çekidüzen verilirken demokrasi ile birlikte “ılımlı İslam”la yola devam edilecek. AK Parti de bu projenin koçbaşı. İç ve dış dünyada derin bir mutabakat algısı var.. Bürokratların bir kısmı böyle bakıyor.

 Zaten içli dışlıydık. Cemaat her yerde idi. Ankara’dan gelen siyasiler, üst yönetim bizimle birlikte karşılamaya katılıyorlardı. Onlarla toplantılar yapılıyordu. Vali, kaymakam, büyükelçi, konsolos, bakan, müsteşar, milletvekili, emniyetçisi, istihbaratçısı, savcısı, üniversitesi, işadamı, STK’sı, gazeteci onlardandı.. Hani Cumhurbaşkanının dediği gibi “ne istedilerse alıyorlardı/veriyorduk” zaten “bir bakalım” desek yukarıdan Ankara’dan “çabuklaştırın, oyalamayın” diye uyarı alıyorduk. Bakanı, milletvekili, müsteşarı, her seviyeden birileri anında devreye giriyordu. Sonuçta, bakınca “yarı resmi” bir kuruluş.

Bir de şöyle bir durum vardı tabii.. İşe girmek istiyorsan, terfi etmek istiyorsan, ya da rahatsız edilmek istemiyorsan sırtını bunlara dayaman gerekiyordu. Önemli bir mevkideyseniz, siz de bunların işini hemen yapmıyorsanız, sizin gidip, başkasının gelmesi onlar için sorun değildi. Herkes dikkat ediyordu. Bazıları ikaz ediyordu, bu işlerde bir yanlışlık olduğunu söylüyordu ama, devlet içinde darbeci kanat yani şu Ergenekon’cu, BÇG’ci kanat, Balyoz’cu kanadın negatif propagandası gibi çevrelerin bir algı da söz konusu idi. 17-25 oldu, bize durdurun dediler. Neyi durduracağız. Nasıl durduracağız. Ne istedilerse vermişiz. Bu işleri yapanlar iktidar partisinin yönetiminde tanıdık, bildik kişiler. Nasıl durduracağız. “Durdurun” dedik, “eski dostlar” ne var, ne oluyor, bu bir hizmet, niye durduruyorsunuz. Ankara’da bir karışıklık var, aramıza fitne sokmak isteyen birileri var. Bu aile içi bir huzursuzluk, çözülür, siz karışmayın, devam edin” diyorlardı. Ta MİT operasyonu ve MİT TIR’larına kadar ayıkmadık. Bunu dışarıdan sisteme sızanların bu projeyi engelleme çabası olarak gördük. Devlet böyle bir durum sözkonusu ise o güne kadar bunun farkına varmaması mümkün olamazdı. Burada anlaşılması güç bir durum vardı. Panik başlamıştı. Birileri geri plana çekildiler. Ankara’dan gelenlerle abiler ayrı ayrı görüşmelere başladı. Bir şeyler oluyordu ama, anlamak zordu. Bazı isimler geldi, “bunları görevden alın” diyorlardı. Kendi başlattığımız, devlet imkanlarını seferber ettiğimiz, çalışmaları devam eden, tamamlanmamış “projeleri durdurun” dediler. Nasıl durduracaksın, herkes projenin bir parçası. Görevden almalar başlayınca bir sürü ihbarlar gelmeye başladı. Meğer ne çok mağdur varmış. Görevden alıyorsun, adam yargıya başvuracak, Ankara bu defa bizden bilgi istemeye başladı. İdari inceleme yapıp kişi kuruluşlar, projeler hakkında bilgi istediler. Ankara’dan biri devam eden projeyi durdurun diyor, bir başka siyasi bürokrat arıyor “yeni proje başlatmayın, devam edenleri bitirin” diyor. Curcuna. “Üstü ihanet, ortası ticaret, altı ibadet” dedikleri bir yapı. Ticareti yapan da namaz kılıyor, ihanet eden de. Kim kimdir, bu bilgi devletin elinde olması gerek ama neden ve nasıl bu noktaya geldi, anlamak güç. Bizim sürekli beraber olduğumuz bu cemaat mensupları hep “bu aile içi bir anlaşmazlık, çözülür, siz karışmayın” diyor.

Evet, 17-25 ile şok bir ayrışma yaşanmadı. İç içe geçmiş bir yapıdan söz ediyoruz. Birileri bu durumu anlamakta zorluk çekti. Zaten bu ayrışma ardından düşmanlığa dönüştü. 15 Temmuz tam bir kırılma noktası idi. Arada kalan büyük bir bölüm nasıl bu noktaya gelindiğini anlamadı, ya da anlamak, kabul etmek istemedi. Herkes uçlarda polarize oldu.

Daha düne kadar parti il ilçe teşkilatları himmet toplanan, Pensilvanya’ya gideceklerin isim listelerinin hazırlandığı yerdi. Gülen’in Pensilvanya’ya gönderilmesi ve gittikten sonra devam eden ziyaretler hep aynı çevrelerce örgütleniyordu. FETÖ’nün kripto elemanlarından gidenler gitti, kalanlardan daha sonra yakalananlar içeri girdi, ama önemli bir kısmı hemen saf değiştirmiş gibi gözükerek parti içinde ya da bürokraside, diğer STK’lar ve muteber cemaat yapıları içinde yuvalandılar ve kendi dönemlerinde cemaatle ilişkisi olup da kenarda duranları ya da daha önce cemaatle yakın temasları olup da daha sonra ihanete uğradıklarını düşünüp kendilerinden ayrılanları FETÖ’cü olmakla suçlayarak onları ihbar etmeye başladılar. Bu şekilde hem kendilerini parti nezdinde “muteber” konuma yükseltirken, kendilerinden uzaklaşanları cezalandırırken bir yandan da sapla-samanı karıştırarak, tabanda huzursuzluk doğurmuş olmuyorlardı. Bu yolla bir yandan zihinlerde bulanıklığa yol açarken, öte yandan toplumun çok geniş kesiminde korku ve panik havası doğmasına ve genel anlamda huzursuzluğa sebeb oluyorlardı. Zaman içinde birtakım kripto FETÖ’cüler yükselmeye devam ederken, sıradan insanlar arkası arkasına görevden alındılar, haklarında soruşturmalar açıldı, tutuklamalar yaşandı. Ama o birileri ya yerlerini korudular, ya da yükselmeye devam ettiler. Düşünsenize banka yöneticisi serbest, bankaya 5000 lira hesap açtıran sanık oldu. Müteahhid serbest, taşeron içeri girdi, malına el konuldu. Bu işler hâlâ böyle gidiyor. Dün “himmet” toplayanlar, bugün “muhbir” oldular, ama ihbarları da münafıkçaydı!

Bugün gelinen noktada kim neye, kime inanacağını, kime güveneceğini bilmiyor. Cici “hoşgörü”lü bir dine inanıyorlardı, 15 Temmuz’da bu dinin ne kadar hoşgörülü olduğunu gördüler. Bir gelecek hayalleri vardı, o hayaller de bitti. “Kahraman”dılar, “hain” oldular, “zengin”diler, “fakir” oldular. Saygındılar, ulaşılmazdılar, şimdi herkes kendilerinden uzak duruyor!. Cennete gideceklerdi, Şeytan onları aldatmış! “Türkçe olimpiyatları” ile “Milli” bir duruş (!) sergiliyorlardı, “Hain” ilan edildiler. Şimdi onların çocukları Deist, Agnostik oldu.

Bakın, bu yapı sadece AK Parti içinde değil. Her partide, her cemaatte varlar. Bunlar CIA’nın örgütlediği “Amerikano İslam” Projesinin misyonerleri. “Evanjelik Müslüman” ya da “Anglikan Müslüman”, “Protestan Müslüman” diye bir şey varsa iş bunlar tam da öyle bir hedefe yönlendirilmiş “Neo İslam” bir hareket.. Yani “Siyonist Müslüman” diye bir abukluktan söz ediyoruz. Eğer Hristiyanlığı Hz. İsa’dan 50 yıl sonra Hatay’da kuran Tarsuslu Saul’ü ya da “Sabatay Sevi”yi tanıyorsanız, FETÖ böyle bir karakter.

İlk kapısını çaldığı “Cemaat” Alvarlı Hocanın cemaati. 2. Bağlantı noktası Askeri İstihbarattan Fuat Doğu. 3. İrtibat noktası Diyanetten özel bir adam Yaşar Tunagör, 4. İrtibat noktası Kasım Gülek.. 

Aslında işin başından beri hem “Komünizm’le Mücadele Dernekleri” hem de CHP ve Halkevleri ile yakın temas içinde. Bu süreçte kendini ispatlayınca, Askeri istihbarattan MİT’e, MİT üzerinden CIA’ya uzayan uzun bir yolculuktan söz ediyoruz. Bir dönem Diyanetle beraberdi. Soğuk savaş sonrası radikal İslam’a karşı BÇG örgütlendi, Ilımlı İslam diye FETÖ örgütlendi. Proje editörü Graham Fuller. Organizasyon RAND Corp.. İşin içinde Boğaziçi de var Ortadoğu da. Birçok işadamı da var, STK da. Futbol takımları da var. İçinde, hâlâ bugün de FETÖ’cülerin olmadığı, sağ-sol, milliyetçi-liberal hiçbir parti, ülke genelinde yaygın, vakıf, dernek, sendika, oda, Alevi-Sünni ya da İslam ya da gayrimüslim bir cemaat yok. Bunlar bir Truva atı. Bunu BOP’tan ayrı da düşünemezsiniz. Bu işin daha birçok ayağı ortaya çıkmadı. 15 Temmuz, MİT operasyonu, MİT TIR’ları, 17-25’e takılıp kaldı. Bunlar buzdağının görünen kısmı. Kimse niye kendi içine bakmaz. Hal böyle, gerçek bu iken, durum ortada. Şimdi “Büyük Patron” kendine bağlı BÇG-FETÖ ya da PKK-PYD ve benzer, milliyetçi-liberal unsurları bir araya getirerek, orta kademede, bir yanı ile Gezi benzeri, bir başka yanı ile uluslararası ekonomik ve siyasi manipülasyon, ayrı bir kanaldan daha dikkatli davranacakları bir Ergenekon-Balyoz misali bu defa dışarıdan sosyal media üzerinden birtakım kişi ve kuruluşlarla ilgili bilgi ve belgeler servis edilebilir. Anlayacağınız topyekûn saldıracaklar. Türkiye’yi Kıbrıs’ta ve Suriye’de köşeye sıkıştırıp, askeri cenahta yakınmalara sebeb olabilirler..

Birileri düğmeye bastı ve süreç başladı. Geç kalındı, bari daha fazla yanlış yapılmadan bu işin maliyeti ve riski en aza indirilmek konusunda daha dikkatli davranılsa. Yarın çok geç olabilir. Selâm ve dua ile.

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER