Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Burak Kalpaklıoğlu: "Maalesef ki bu kirli tarihle halen hesaplaşılmamış ve yeterince yüzleşilmemiştir."

Özgün İrade Dergisi 2020 Temmuz Sayısında "Vicdan... Maşeri Vicdan" dosya konusunda, konu ile ilgili olarak 'soruşturma' başlığı altında gençlere cevaplamaları düşüncesiyle , birkaç genç kardeşimize "konu ile ilgili" soru yönelttik.

Burak Kalpaklıoğlu:

Emet ve Adalet Platformu'ndan Burak Kalpaklıoğlu'nun, konu ile ilgili sorulara verdiği cevabî metin...

ÖZGÜN İRADE: S-1) Toplumumuzun yeterince İslamî hassasiyetlere sahip olduğunu ve insanlığın sorunlarına karşı bir ortak vicdan geliştirebildiğini düşünmekte misiniz? bu konudaki eksikliklerin sebebi ne ve giderilmesi için ne yapılmalı?

Burak KALPAKLIOĞLU: İnsanların ne kadar İslami hassasiyete sahip olup olmadığına dair kesin bir yorum yapmak kolay değil  bunu ölçebilmek için elimizde bir veriye sahip olmamız lazım. Ancak Türkiye’nin tarihsel seyrine baktığımızda şunu söyleyebilirim sanırım; Tanzimat’la beraber başlayan ve ardından Cumhuriyet’le beraber zirve noktasına ulaşan modernleşme süreci ve politikaları toplumumuzda sekülerler ve dindarlar şeklinde bir ikilik ortaya çıkardığını söyleyebiliriz. Cumhuriyet’in laik ulus devlet projesi İslami sembollerin görünürlüğünü  gündelik hayatta azaltmaya ve engellemeye çalıştı ancak bu politikalar toplum tarafından pek kabul görmemiş ve yer yer isyanlarla ve sessiz direnişle karşılaşmıştır. Bu bakımdan Türkiye halkı İslami sembollerine ve hassasiyetlerine sahip çıkmıştır diyebiliriz ancak bu hassasiyet milliyetçilik ve devletçilikle çok iç içe geçmiş durumda. O yüzdendir ki bugün aslında muhafazakar milliyetçilikten çok da farklı olmayan yerli ve milli ideoloji devletin resmi ideolojisi haline gelmiş ve topluma da büyük bir etkisi olmuştur. Bu bakımdan sorudaki ortak vicdan meselesine dair, toplum olarak ulus devlet sınırlarına hapsolmamış daha evrenselci bir bakışa sahip olmamız gerektiğini düşünüyorum. İslami hassasiyet sahibi olan ya da olmayan herkes, kim olursa olsun zalime karşı, mazlumdan ve adaletten yana tavır almak insanlığın sorunlarına karşı ortak bir vicdan geliştirebilmek için elzem olduğunu düşünüyorum. Bunun için insandan ve yaşamdan yana ortak ahlaki bir tavır geliştirebilmemiz gerekiyor. Tabi ki bunun nasıllığına dair bir reçete bulmak kolay değil ama en azından toplumun farklı kesimleri arasında diyaloğu artırmaya çalışan bir çaba göstermek gerekiyor.

Öİ: S-2) Ötekine bakış açımızı ve bu konudaki hassasiyetimizi ne belirlemekte? Mesela Kürt sorununa, göçmenlere, gayrimüslimlere ve hatta siyahilere bakışımızın ortak vicdanla bir ilgisi var mı?

BK:  makbul vatandaş sünni Türk olarak belirlenmiş ve bu “makbul kimliğin” dışında kalanlar açısından bu topraklar birçok acı olay yaşanmıştır. Kürtler, Ermeniler, Aleviler, Süryaniler bu topraklarda sistematik baskı, inkar ve asimilasyon politikalarına maruz kalmış ve bazı katliamlar yaşanmıştır. Maalesef ki bu kirli tarihle halen hesaplaşılmamış ve yeterince yüzleşilmemiştir. Birinci sorunun cevabının tekrarı gibi olacak ancak devletin resmi söyleminin ve politikalarının halkların ilişkilerine de büyük etkisi var. Suriyeli göçmenlerden örnek vermek gerekirse Suriye savaşının ilk zamanlarında siyasi iktidarın muhacir-ensar söylemi zamanla savaşın uzamasıyla “sonsuza kadar besleyecek miyiz” şeklinde değişmiştir ve bu topluma da yansımıştır. Elbette, savaşın başında da göçmenlere toplumun tamamının hoşgörülü baktığını söylemek mümkün değil ancak iktidarın dilinin değişmesiyle göçmenlere dair tabanda da zaten var olan rahatsız tutum daha açıktan dillendirilmeye başlamıştır, ilk zamanlar ki ensar-muhacir politikasının bu rahatsızlığı en azından soğurduğunu düşünüyorum. Bugün maalesef ki yapılan anketlerde ülkenin en büyük sorununu ekonomik kriz ve işsizliğin ardından göçmenler çıktığı görülüyor. Kürt meselesinde de Türk ve Kürt halkları arasında gündelik hayatta kaynaşma ve evlilikler olsa da Suriye’deki operasyonlarda ya da Türkiye’de sınırları içerisinde savaşın tırmandığı zamanlarda halklar arasında da gerginlik çıkabiliyor ve bazen Kürt işçilerinin linç edildiğini bile görebiliyoruz maalesef. Atasözlerine yerleşmiş ve kanıksanmış gayrimüslimlere dair ayrımcı dilden bahsetmiyorum bile onlarca örnek gösterilebilir buna dair. Bu konuda ortak bir vicdan geliştirebilmek için öncelikle toplumda bu topraklarda kimsenin ayrıcalıklı ve üstün olmadığını tüm farklı etnik kimliklerden ve dinlerden insanların eşit olduğu bilincinin gelişmesi gerektiğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. “Türkler Türklerindir” , “Ne Mutlu Türküm Diyene” gibi artık bu topraklarda benimsenmiş ve çok normal görülen dille hesaplaşmak gerekiyor. Bunun için de tabii ki de siyasilere ve hükümet edenlere büyük iş düşüyor. Bu konuda bir zamanlar mesafe kat edilmişti ancak ne yazık ki son 5 senedir yürütülen politikalar Türkiye’nin toplumsal barışı için çok büyük kayba sebep oldu.  Ortak vicdan geliştirebilmenin eşit ortak bir vatan anlayışına sahip olmaktan geçtiğini düşünüyorum.

Öİ: S-3) ABD'yi veya İsrail'i ırkçılık meselesinde suçlarken, benzeri konularda biz ne düşünmekte ve ne yapmaktayız? Bu konuda toplumsal duyarlılıkla İslamî duyarlılığın farkı ne? Müslümanlar bu hususta yeterince duyarlılar mı ve bu tür sorunları çözmek için yeterli gayreti gösterebilmekteler mi?

BK:  yurtseverlik bir yana, şahsen ırkçılığın bunlardan farklı olarak bir hastalık olduğunu düşünüyorum. İnsanın Allah’ın verdiği doğuştan gelen özelliğini üstünlük olarak görmesi ne İslami ne de insanidir. Bu bakımdan ırkçılık insanlığın ortak bir sorunudur ve İslami duyarlılığa sahip olma iddiası olanlar açısından üstünlük duygusu ve kibirlenme anlamına gelen ırkçılık, bence  en uyanık olunması  ve en çok mücadele edilmesi gereken konuların başında gelir. Irkçılık konusunda Müslümanlar olarak İsrail ve ABD’de yaşananlara kıyasla daha iyi bir noktada olsak da, de yine de bir özeleştiri yapma ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Türkiye özelinde düşündüğümüzde küçük bir azınlık dışında kimse ırkçılığı kendine yakıştıramasa da bazen farkında olmadan ırkçı davranışlardan kaynaklanan ayrımcı davranışlar ve tutumlar sergilenebiliyor. Bunu kendi kültürel hayatımıza sinmiş sözlerden de anlayabiliriz. Örneğin “anladıysam Arap olayım” cümlesi. Arap olmayı kötü bir şey gibi gösteren ve dibine kadar ırkçı bir anlam taşıyan bu deyim çok yadırganmadan kullanılabiliyor. Kullandığımız dilin düşünce dünyamız üzerindeki etkisinden ve dil-düşünce arasındaki etkileşimden hareketle öncelikle kullandığımız dile çok dikkat etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Buna ek olarak, siyasi alanda da etnik kimlikler arasındaki bu eşitsizlikler bariz bir şekilde ortaya çıkıyor ve gasp edilen haklarını talep eden Kürtlerin siyasi mücadelesi çok kolay bölücülük olarak yaftalanabiliyor ya da polis şiddeti Kürt şehirlerinde batıdakine oranla daha yoğun bir şekilde ortaya çıkıyor. Bunlar maalesef Müslümanlar olarak yeterince reaktif davranamadığımız durumlar. Irkçılık, sağ popülist liderlerin yükselişiyle sadece ABD’de değil dünya genelinde ciddi bir sorun olarak tartışılmaya devam edecek gibi görünüyor ve bu konuda bizim de Müslümanlar olarak sadece ABD’de yapılanları kınamakla yetinmeyerek biraz da kendi yaşadığımız yerde ırkçı zihniyetin arka planının yol açtığı ayrımcılıkla ne kadar mücadele ediyoruz üstüne düşünmemiz gerekiyor sanırım.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz