Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

BUGÜN DÜNYA SU GÜNÜ... SUYUNUZ ÇEKİLSE NE YAPARSINIZ?

Su; kokular, renkler ve de tatlar üstü bir yaşam kaynağıdır. Çünkü bütün canlılar sudan yaratıldı ve susuz yaşam mümkün değildir

BUGÜN DÜNYA SU GÜNÜ... SUYUNUZ ÇEKİLSE NE YAPARSINIZ?

Yazarımı Yusuf Tosun'un, Aydos Dergisin 25. Saysında yayımlanan yaısını, Dünya Su Günü minasebetiyle yayımlıyoruz...

SUYUNUZ ÇEKİLSE NE YAPARSINIZ? 

 

‘Hâk-i pâyineyetem der ömrlerdir muttasıl

Başını daşdandaşa urup gezer âvâre su’

FUZULİ, Su Kasidesi

 

İçtiğiniz suya ne dersiniz?’

Yanıcı bir gaz olan Hidrojen ve yakıcı bir gaz olan oksijenin birleşmesinden meydana gelen H2O, bugün kullandığımız su değildir. Olsa olsa rengi, kokusu ve tadı olan akışkan bir sıvıdır. Oysa su; kokular, renkler ve de tatlar üstü bir yaşam kaynağıdır.

Çünkü bütün canlılar sudan yaratıldı ve susuz yaşam mümkün değildir. Yeryüzünün üçte ikisi su ile kaplı olduğu gibi vücudumuzun da dörtte üçü sudur. Susuz bir organımız yoktur. Mesela gözün bir parçası olan korneanın %98’ini, kanın %79’nu, kasların %77’sini su oluşturur.

Öyle ki bugün bir gezegende yaşamın olup olmadığı ile ilgili ilk belirti orada suyun varlığı ile alakalıdır. Su yoksa hayat da yoktur. O nedenle kültürümüzde ‘su hayattır’ denilir.

Yaşamın kaynağı su olunca insanoğlunun da hayatında su hep ilk sıralarda yer almıştır. Tıpkı toprağın çatladığı, göllerin kuruduğu, barajların boşaldığı, nehirlerin akışını yavaşlattığı, yağmurun nazlandığı bugünlerde suyun gündemimize düştüğü gibi. İşin doğrusu hiç temel ihtiyaç listemizden düşmedi ki su. Bol sulu günlerde unutuversek de kıtlık günlerinde -şimdilerde olduğu gibi- daha çok kıymeti ortaya çıkar. Geçmişte de böyleydi. Çünkü insan hep o insan!...

İlk çağlardan bugüne yaşam hep su kaynaklarının yakınında kurulmaya çalışılmıştır. Örneğin insanın yaşadığı ilk yerleşim yeri olduğu tahmin edilen Mezopotamya; Fırat ve Dicle arasında yer alan topraklardan müteşekkildir ve kelime olarak ‘iki nehir’ anlamına gelir. Tarihte Dicle ve Fırat arasındaKalde, Akad, Asur, Babil, Sümer…, Nil nehri boyunca Mısır, Amazon nehri yakınlarında Maya, Ganj ve İndüs nehri yakınlarında Hint medeniyetinin yer almış olması tesadüfü olmasa gerek.

İşin doğrusu su dolu bir ortamda (anne karnı) hayat başlar, dünya halinde su ile yaşar ve su ile öte aleme ile uğurlanırız. Ölümden sonraki hayatta da su dolu bir yaşam bizi bekliyor sanki.  Görüldüğü üzere su; canlının hem içindedir hem de dışında. Hem bu dünyada hem de öte alemde suyla içli-dışlı bir yaşam söz konusudur yani.

O nedenle yüce yaratıcı sorar: ‘Hiç düşündünüz mü? Suyunuz çekilse, size kim temiz bir su getirebilir?’ (1)

Peki ‘İçtiğiniz suya ne dersiniz?’ (2) Acı mı, tatlı mı, tuzlu mu? Oysa en kaliteli sular kaynak sularıdır. Yani yağmur, kar ve dolu şeklindeki sular… ‘…içlerinde milyonda 10 kadar tuzluluk bulunur.’(3) Yani tuzluluk ve de acılık yok denecek kadar azdır.

‘Yağış suları yeryüzündeki en saf sulardandır. Bugün yapay olarak arıtma tesislerinden elde edilen su kalitesindedir. Hatta ondan daha incelikli bir kalite yapısına doğal olarak sahiptir. Yeryüzünün çukurluklarında toplanarak doğrudan içmesuyu olarak kullanılabileceği gibi bitkilerin ve hayvanların sulanmasında da kullanılabilir. Yağış sularının içine hiçbir madde ilave edilmeden kullanılması onların insan hayatı için ne kadar uygun olduğunu gösterir.’(4)

Hal böyle ikenbugün musluklarımızdan akan H2O, yukarıda anlatılan su mudur dersiniz?Yoksa çeşitli kimyasallarla zehirlenerek basınçlı borularda akıttırılarak can çekiştirilen ölü su mu? Yani suyun canlısına mı yoksa ölüsüne mi talibiz? Bütün bu ve benzeri sorular suyun üstüne yazı yazmak veya resim yapmak gibi olacak, biliyorum.

Oysa içine konulan kabın şeklini alan su üstüne ne resim yapılır ne de yazı yazılır. Doğrusu kendisi başlı başına bir resim ve de şiirdir zaten. İçinde bin bir tablo ve de sihirli kelime barındırır. O nedenledir ki ‘su üstüne yazı yazmak’ her yiğidin harcı değildir. 

Duvara yazılan yazılarla suya yazılan yazılar da aynı şeyler değildir.

Su Üstüne Yazı Yazmak

Ne zaman su üstüne bir kitap okuma isteğim veya bir yazı kaleme alma hevesim doğsa -aslında suyla direk alakalı olmasa da- 1990’lı yıllarda İnsan Yayınlarından basılan MuhyiddinŞekûr’un tasavvufa giriş yolculuğunu anlattığı ‘Su Üstüne Yazı Yazmak’öyküsü aklıma gelir. Su üstüne yazı yazmanın tasavvuf ve dervişlikle bağlantısı gözümde canlanır. Zihnim su gibi berrak hayatlara kayar böylece. Çünkü bilirim ki; suyun zerresiyle deryası aynıdır.

Su Üstüne Yazı Yazmak; Amerika'da doğup, orada İslam’la tanışan, çeşitli Amerikan ve Avrupa üniversitelerinde psikolojik danışmanlık dersleri veren, Türkiye’ye de sık sık gelip giden hatta misafir öğretim üyesi olarak dersler veren MuhyiddinŞekûr’la özdeşleşmiş bir deyim oldu adeta. Oysa Şekur’un Gölgeler Koridoru, Yazdan Kalan Son Gül gibi benzer içerikli başka kitap çalışmaları da var.  Ama ‘Su Üstüne Yazı Yazmak’ başka!...

İşin doğrusu kitabın yazılış serüveni başlı başına suya yansıyan bir resim gibidir. Dağlardan, ormanlardan akıp gelen derelerin, nehirlerin durgun bir gölde birikmesi gibi dervişin şeyhinin dizi dibinde tutulan tılsımlı notlar yani…

Ne diyordu Su Kasidesi’nde Fuzuli:

‘Hâk-i pâyineyetem der ömrlerdir muttasıl

(Hz. Peygamberin ayağının izine (mezarına) erişim diye)
Başını daşdandaşa urup gezer âvâre su’

(Su ömürler boyu başını taştan taşa vurup avare gezer)

Şekur da tıpkı su gibi O’na varmak için kapı kapı, ev ev, şehir şehir… yollara revan olur.

Öyle ki Şekur, dervişlik serüvenini yazıp-yazmama konusunda bayağı tereddütler yaşamış ilkin. Hayatı boyunca sürekli notlar tutmuş ve bu notları çocuklarına vererek; ‘Lütfen bunlarla oynayın, yırtın!’ demiş. Aslında not tutmaktan amaç şeyhinin söyledikleriyle meşguliyettir. Bir bakıma ders notları tutarak ona olan bağlılığını perçinlemektir hedefi. Günlerden bir gün şeyhinin konuşmalarını not aldığı bir sırada; ‘Bunlar ne?’diye sorar şeyhi ona. Şekur yazdığını söylemekten utanır,daha doğrusu söyleyemez, tereddüt hali yaşar. Tekke terbiyesi böyledir. Oysa Şeyhi,Şekur’un ne yaptığının farkındadır.

Sonra epey ilerler bu yazma serüveni. Gün geçtikçe sayfalar artar, bölümler oluşur. Bir kitap yazma niyeti olmaksızın içinden gelerek, doğaçlama bir şekilde yazılan bu notlar daha sonra bir kitaba dönüşür. Kitabın içeriğini ve dilini samimi ve de çekici kılan bu samimi serüvendir aslında.

Yazdıkları bir bakıma ‘Duvar Üstüne Yazı Yazmak’gibidir ve aslında ilkin kitabın ismini de bu şekilde düşünmüştür. Lakinşeyhinin önerisiyle ‘Su Üstüne Yazı Yazmak’ isminde karar kılarŞekur.
1981 yılında İbn Arabi’nin Fususu’l Hikem eseriyle büyük bir dönüşüm yaşayan Ayşe Şasa, Şekur için ‘ince gönüllü derviş’ ifadesini kullanır.

Füsus okumaları sayesinde on sekiz yıl pençesinde kıvrandığı sinir hastalığından kurtulan Şasa, New York’ta bir Rufai dergâhına intisap eden MuhyiddinŞekur’un Su Üstüne Yazı Yazmak eseriyle tanışır ve kendi ifadesiyle; ‘…geleneğin sırlı kapısından girip şiir dolu bir aleme adım’ atarak apaydınlık, irfan dolu, lezzet dolu bir dünyanın kapılarını aralar.

Şasa bu kitabı okuduktan sonra hikayesini uzunca bir mektupla Şekur’a aktarır. Bu yaşadıkları karşısında her ikisi de hayret makamındadır. Bu hayret mektupları ve akabinde yüz yüze görüşmeler Şasa’nın vefatına kadar da devam eder.

SanırımŞekur’un Su Üstüne Yazı Yazmak kitabı yayınlandığında doğupbüyüdüğümemleketinden çok Türkiye’de ilgi odağı oldu. Türkiye’de basıldığı 1990’lı yıllarda özellikle genç kuşağın elinden düşürmediği bir kılavuz kitap gibiydi. Ayşe Şasa gibi birçok kişinin dönüşüm yaşamasına vesile oldu. Tabi bunda o dönemin sosyolojik atmosferinin etkisini de unutmamak gerekir. Genç kuşağın bir arayış içinde olduğu, İslami çalışmaların hızla arttığı, üniversitelerde başörtüsü yasaklarının yaşandığı 28 Şubat öncesi yıllar yani…

Kitap basıldıktan yıllar sonra (2000’li yılların başı) İstanbul’da Haliç’e nazır bir mekândaŞekur’la buluştuğumuzda aynı not alma alışkanlığının devam ettiğini gördüm. Pür dikkat karşıdakini bir derviş edasıyla dinliyor ve cebinden çıkardığı küçük not defterine önemli gördüklerini not alıyordu. Pak bir yüzü ve insanın içine akan bir bakışı vardı.  İşin doğrusu o samimi duruşuyla birlikte yaptığımız kısa sohbetin tadı hala damağımda….

Şekur’un ‘Su Üstüne Yazı Yazmak’ otobiyografik romanını yıllar sonra bu duygularla tekrar okuduğumda insanı bir hoş eden farklı bir tatla karşılaştım. Bir kez daha Mevlana’dan, İmam Gazali’den, Shakespeare’den, Feridüddin Attar’dan, Sir Thomas Moore’dan, Tebrizli Şems’ten, Eflaki’den, Lermentov’dan, İnayat Han’a kadar birçok enfes tatlarla karşılaştım. Zaten okuduğunuz bir kitabı yıllar sonra tekrar okuma ihtiyacı hissediyorsanız damağınızda bıraktığı o kalıcı lezzetten dolayıdır ona yönelişiniz.  Bir de yazılanları yazarıyla örtüştürdüğünüzde –ki bu Şekur’un kişisel serüvenidir- aynı fotoğraf ortaya çıkıyorsa yazara ve yazılanlara olan bağlığınız daha da artıyor.

Anlıyoruz ki Şekur’un yaşadığı her olay bir imtihan gibidir. Bu durum kendi hayatımızda da böyle değil mi? Şekur, yaşadıklarından dersler ala ala yol alır dervişlik yolunda. Örneğin lavabonun tıkanması, biriken günahlara karşı bir uyarıdır bir bakıma. Sadece perşembeleri kendisini aramasını söyleyen şeyhine ulaşamadığında yaşadığı hayal kırıklıkları, Şekur’u Allah’a giden yolda pişiren ateştir. Yolda rastladığı yaralı kuş, şehirde kopması beklenen fırtına ve arabasının bozuluşu hep semadan gelen işaretlerdir. O da öyle okur başına gelenleri ve pişe pişe yoluna devam eder.

 ‘Küçük bir yağmur damlası sabırla taşta yara açar ve en uzun yolculuklar tek bir adımla başlar.’ (5)

Yine eski plakçaların iğnesini ararken aslında kaybettiği inancını aramaktadır. Ve tüm bu olaylarda Şekur’un samimiyetine, bazen acemiliklerine, tereddütlerine ama en çok da teslimiyetine şahit oluruz. Şekur’la birlikte kendimizi yaşarız böylece.

Değil mi ki; yazdıklarını suya at, balık bilmezse halik bilir. Kalbe dokunmak için yazılanları ancak su üstünde toplayabilirsin. Değilse su alıp yutar bütün yazılanları.

Gerçekte benden sıyrılıp O’nda yok olan Dervişvuslata ermiştir. Bu da Yunus gibi odun taşımayı, Hallac-ı Mansur gibi sonsuzlukta erimeyi gerektirir hiç şüphesiz.

Oysa insanın tabiatında ben yaptım, ben ettim ihtirası var. Bütün yapıp ettiklerini su üzerine yazdığı yazı gibi görüp ihtirasını ayaklarının altına alan hep kazançlı olur.

Biline!...

 

Kaynaklar:

  1. Kur’an-ı Kerim, Mülk 30

  2. Kur’an-ı Kerim, Vakıa 68

  3. Kur’an-ı Kerim Ve Su Bilimi, Zekai Şen, Su Vakfı Yayınları, S:19

  4. a.g.e. s:154

  5. Su Üstüne Yazı Yazmak, MuhyiddinŞekûr, İnsan Yayınları



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER