Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Bu yazımda anlayamadıklarımı paylaşıyorum, belki sizler anlarsınız diye…

Fehmi Koru Analiz Etti...

Bu yazımda anlayamadıklarımı paylaşıyorum, belki sizler anlarsınız diye…

Akşam katıldığım bir TV programının genç sunucusu, sorularını, “Gelen mesajlardan izleyicilerin açıklamanızı beklediği pek çok soru olduğu anlaşılıyor” girizgahıyla bana yöneltti.

İzleyici açıklama bekliyor, ama benim kendimin anlamakta zorlandığım sorular bir yığın… 

Günde 20’den fazla yabancı gazete ile en az 10 haftalık-aylık yabancı dergiyi notlar ala ala okuyorum. Çoğu İngilizce bu gazete dergilerin, aralarında bir kaç da Arapça olan var. 

Yaptığım bir tür arkeoloji çalışması. Çalışmam, yazılı medya üzerinden ülkelerin genel yapıları hakkında bir fikir edinmeme yarıyor.

Amerikan medyası, Avrupa’nın değişik ülkelerinin gazete ve dergileri, çeşitli Arap ülkelerinin yabancılar da okusun diye İngilizce yayınladıkları yayın organları…

Korona günlerine verdikleri tepkiler bile ülkeler hakkında genel bir kanaat edinmek için yararlı oluyor.

Medyasını mercek altına aldığım her ülkeyi anlıyorum; anlamakta zorlandığım tek ülke bizimki…

Türkiye…

Bunu da yabancı yayınlara göz gezdirirken fark ettim.

Onlar da Türkiye’yi anlamakta zorlanıyorlar.

Gazetelerde o gazetelerin çıktığı ülke ve yakın bölgeye ait haberler dışında kendisinden en çok söz edilen yabancı ülke bizim ülkemiz.

Türkiye.

Hemen her gazetede neredeyse her gün Türkiye ile ilgili bir veya birden fazla haber ve değerlendirme yazısı çıkıyor.

Bu alanda ABD ile yarışma halindeyiz.

Not alarak okuduğum için, defterim bu tespitime tanıklık ediyor.

Ayrıca okumada tabletimi kullandığım ve çok dikkatimi çeken haber ve yazıların fotoğrafını da çektiğim için, dijital arşivim de hayli zengin olmaya başladı.

Sizlere aldığım notları sergilemeyeceğim; bir başka gün bunu da yaparım. Bugün, ülkesini ilgilendiren olayları yakından izleyen biri olarak, kendi zihin arşivimden anlamakta zorlandığım bir-iki notu sizlerle paylaşacağım.

İşte anlamakta zorlandığım konular

İlk notum ekonomiyle ilgili.

Virüs salgını her ülkenin ekonomisini en hafifinden sarstı. Güçlü ekonomiler bile SOS işaretleri vermeye başladı. Dev şirketler zarar bildiriyor, birkaç ay öncesinin geleceği parlak sayılan işletmeleri iflas ilan ediyor. Dünyanın çeşitli yerlerinde şubeleri bulunan restoranlar sözgelimi, toplu halde kapanıyorlar.

Bizde ise durumun her zamankinden daha iyi olduğu yolunda haberleri en yetkili ağızlardan işitiyoruz. Her şey güzel, her şey mükemmel. İyi ve olumlu haberlerin resmi göstergelere de yansıdığı görülüyor.

İşte bunun nasıl olduğunu anlayamıyorum.

Her ülke pandemiden kötü etkilenirken ve bunun etkisi en fazla ekonomide hissedilirken, biz nasıl onlardan farklı olarak iyi durumdayız?

Bir başka merak konum bir şahısla ilgili. Bir asker kişiyle. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin haklarının savunulmasına fikri katkıda bulunduğu için kamuoyu önünde bizzat teşekkür ettiği bir amiral ile.

Libya’ya müdahale aklını o amiralin verdiği öğrenilmişti.

Aynı amiral Suriye’deki gözetim istasyonları kurulması projesinin de sahibi imiş…

“Montrö anlaşmasının ülkemiz aleyhine çalıştığı için bunu aşmanın yolu Kanal İstanbul’dur” fikri de aynı amirale aitmiş.

Bu asker kişi geçenlerde emekli ediliverdi.

Çok kişi bu duruma şaşırdı, şaşıranlardan biri de benim.

Verdiği akıllar yerindeyse neden oldu bu iş? Değilse, projelerine neden devam ediliyor?

Zihninizi çok fazla meşgul etmemek için anlamadıklarım listesine bir nokta daha ekleyip çekileceğim.

Çinli stratejist Sun Tzu’dan beri, neredeyse üç bin yıldır, devletler ‘düşmanlarını azaltmak dostlarını çoğalmak’ prensibiyle hareket ederler. En büyük zaferin ‘savaşmadan kazanılan zafer’ olduğuna inanılır.

Bir süredir biz bunun tam tersini yapıyoruz. Sadece tarafı haline dönüştüğümüz -sözgelimi Ayasofya gibi- uluslararası yönü bulunan ihtilafları kast etmiyorum, içeride de birbiri ardına atılan adımlar Sun Tzu’nun bilge tavsiyelerine ters düşüyor.

TV kanalları karartılıyor; gazetecilere kızılıyor, haklarında davalar açılıyor ve denetimli serbestlik yolu yerine cezaevinde tutulmaları uygun görülüyor. Şimdi de bir-iki kişi kötüye kullandı diye sosyal medya ve İnternet gazeteleri zapt-ü rapt altına alınacak…

Durduk yerde bir de ‘çoklu baro’ projesi ortaya atıldı ve avukatlar sokaklarda. Hem de, başka ülkelerde polis tarafından öldürülen siyahi biri için gösteriler yapılırken bizde dünyaya tersinden görüntüler veriliyor.

Anlamıyorum ve kendi kendime sürekli “Neden, neden, neden?” diye soruyorum.

Sakın anlamadıklarımı bu üç konudan ibaret saymayın; bir çırpıda sayabileceğim onlarca başka konu daha var.

Bugün bu kadarlık yeter.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER