Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Bizde sistematik bilgi alanı olarak ahlak

Mustafa Çağrıcı, karar.com’da “Bizde sistematik bilgi alanı olarak ahlak” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Yazıyı aşağıya alıntılıyoruz.

Bizde sistematik bilgi alanı olarak ahlak

Asırlarca yaşadığımız ahlak benzeri kültürel problemlerimizde bugünümüzü analiz etmemiz için düne, eskilere gitmemiz gerekiyor. Şöyle bir sert cümleyle başlayacağım:

Kültürümüzde, önemli temsilcilerini M. 9-13. yüzyıllarda yetiştiren felâsife (filozoflar) dışındaki Müslüman ulemanın ürettiği ilimler arasında ahlak yoktur.

Gerekçesini aşağıdaki satırlara ve bir sonraki yazıma bırakarak şimdilik kültürümüzde ilim kavramımın nasıl oluştuğu ve hangi alanları kapsadığı ile başlayalım.

***

Kur’an sureleri ve ayetleri, şartlara ve ihtiyaçlara göre yaklaşık 23 seneye yayıldığı için ilgi alanlarını ve bu arada takriben 1800 ayette yer verdiği 175 kadar ahlak konusunu sistematik ilim yöntemiyle ele alması mümkün değildi. Aynı durum ve gerekçe, anlamları vahiy (vahy-i gayr-i metlüv: [namazda] okunmayan vahiy) sayılan hadisler için de geçerlidir. Kur’an ve hadislerdeki bu kazuistik metod (meseleler ortaya çıktıkça hükümlerin konulması yöntemi) Tefsir ve Hadis kitaplarına da yansımıştır. Bu iki bilgi birikiminin esas dinî ilimlere malzeme üretmek üzere oluşturulduğunu düşünürsek, geleneğimizde insanın din ve dünya hayatını düzenleyen iki “ilim” vardır: Kelam ve Fıkıh.

Gerek ‘kelam’da gerekse ‘fıkıh’ta akaid ve ibadetlerin kaynağı ilâhîdir yani vahiydir; bu da normaldir. Ancak ilim ve din geleneğimizde fıkhın ‘muamelat’ kısmı ile ‘ahlâk’a dair hükümlerin kaynağının da vahiy olduğu kabul edilmiş ve bu kabul zaman üstü bir inanç şartı olarak görülmüştür. Bu durumda sistematik bir ahlak ilmi fukaha ve kelamcıların “ilim” tasavvuruyla uyuşmaz.

“İslam felsefesi” ise hem sistematiği hem mevzuları bakımından önemli ölçüde yabancı kayaklıdır ve bütün Müslüman filozoflar bunu dürüstçe ifade ederler. Mesela ilk Müslüman filozof Yakup b. İshak el-Kindî (ö.252/866), Fi’l-Felefeti’l-ûlâ (Resâ’ilu’l-Kindî el-felsefiyye içinde, nşr. Ebû Rîde, Kahire 1369/1950, I, 102) adlı eserinin başında gerçeğin az bir kısmını bile kendilerine ulaştırmış olan Atinalılara (Grek filozoflarına) teşekkür ediyor. Onların arasında pek çok hakikati kendilerine ulaştırmış olanların bulunduğunu söylüyor ve “Onlar düşüncelerinin ürünlerine bizi ortak ettiler, aradığımız gizli hakikatlere ulaşmamızı kolaylaştırdılar…” diyerek minnettarlığını ifade ediyor.

Kelamcılara ve fukahaya göre ahlaka daha çok ilgi gösteren Sûfîler de yabancı kaynaklardan bilgi ve ilhamlar almışlar ama bunları kendilerinin keşfi gibi anlatmışlardır.

***

Filozoflar dışındaki Müslümanların ürettikleri ilimler arasında sistematik bir bilgi disiplini olarak ahlak yoktur; çünkü o ilimlerde ahlâkî fâil olarak insan yoktur; onların ilminde insan özne değil nesnedir.

İnsandan bahsediyorlarmış gibi görünen yerlerde bile merkezî konu insan değil, Allah’tır.

Kelamda temel konu insanı anlama değil, Allah’ı anlamadır; insan herhangi bir kozmik varlık gibi Allah’ı anlamada nesneleşmiştir. “Ef‘âlu’l-ibâd” konusunda bile insan, insan olması, ahlâkî özne olması itibariyle değil, kul olması itibariyle konuya dâhil edilir; Tabii ki insan Allah ile ilişkinde kuldur; ama kelamda insan bağımsız bir ahlak disiplini içinde özerk ahlâkî fâil olarak ele alınmaz.

Mûtezile kelam hareketinin özgürlük savunucusu olduğundan bahsedilir; ben de dogmatik-cebirci kesim olan Ehl-i hadisin din adına ağır bir baskı atmosferi oluşturduğu o devirlerde Mutezile’nin bu gayretini takdir edenlerdenim. Ama felsefî ahlak sistematiği içinde baktığımızda Mûtezile’nin özgürlük anlayışının da ahlak düşüncesi bakımından ciddi sorunlarının olduğunu görürüz.

Mûtezile’nin en önemli iki ilkesinden ‘tevhid’ hakkındaki meseleler zaten ulûhiyete dairdir. Diğer önemli ilkesi ise ‘adalet’tir. Birçok çağdaş araştırmacının ahlak ile ilişkilendirdikleri bu ilke de –bana göre- yine ulûhiyet merkezli olup, asıl maksat, ahlaka zemin oluşturmak düşüncesiyle insanın özgürlüğünü ispatlamak değil, Allah’ı ‘zulüm’den tenzih etmektir.

Bugünlük şunu söylemekle yetineyim ki, Mûtezile adalete -ahlak yerine- itikad tarafından bakmaya mecburdu; çünkü muhalifleri olan Ehl-i hadis, -muhtemelen halk desteğini kazanmak için- konuyu ısrarla dinî zeminde tutuyordu. Mûtezile uleması da tartışmayı Allah’ın âdilliği üzerinden sürdürdü.

 

Kaynak: farklı Bakış



Anahtar Kelimeler: Bizde sistematik bilgi alanı olarak ahlak

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz