Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Bir Dünya Görüşü…

Yazarımız Abdülaziz Tantik'in, Özgün İrade Dergisi 2020 Temmuz (195.) Sayısında Yayımlanan Yazısı...

Bir Dünya Görüşü…

İçinde yaşadığımız dünyanın var olan sorunlarına yönelik çözüm arayışları önemli ve dikkate alınması gereken bir çabadır. Ancak sorunların neşet ettiği zemini doğru kavramadan o soruna yönelik çözüm arayışları beyhude bir çaba olarak kayıtlara geçmektedir. Bu yüzden, sorunun neşet ettiği kaynağın sahip olduğu dünya görüşü ve bu dünya görüşüne göre oluşturulmuş varlık, bilgi ve anlam dünyasının neliği çok önemlidir. Çünkü sorunun kaynağı bizzat dünya görüşünün kendisi olabilir. O zaman yapılması gereken şey; o dünya görüşünü değiştirecek bir cesarete sahip olmaktır. Önceliğimiz ise dünya görüşünün ne olduğuna dair bir bakışa sahip olmaktır.

Bir dünya görüşü nasıl kurulur/oluşur?

Her dünya görüşü, kendisini üzerine bina edeceği bir apriori ilkelere sahiptir. Bu apriori ilkeler üzerine bina edilecek bir metafizik bakışı inşa etmeden bir dünya görüşü kurulamaz. O zaman bir dünya görüşü metafizik ilkelere dayalı, ama bu metafizik ilkelerin oluşumunda etken olan apriori ilkeler önemlidir.

Apriori ilkeler, ispata gerek duyulmayan apaçık bilgilerdir. İnsanın düşünen varlık olması gibi… Bu bilgiler üzerine bir dünya görüşü bina edilir. Metafizik ilkeler bu apaçık bilgiler üzerine bina edilir ve oradan iki temel unsur öne çıkartılır: ontoloji/varlık bilimi ve epistemoloji/bilgi bilimi…

Metafizik, bir dünya görüşü açısından anlama tekabül eder. O dünya görüşü içinde varlığa, bilgiye, insana, yaratılışa, Yaratıcıya, ilişkiler ağına vesaire anlam yüklenecek bir değerler skalası oluşturulur. Bunu doğal olarak varlığı anlamlandırma ve bilgi edinme yöntemi üzerinden gerçekleştirilir. Varlığa dair bilgi ile bilginin elde edilmenin yöntemi üzerinden dünya görüşünün içerik kazandırma faaliyeti başlar.

Bir metafizik kendine has bir varlık telakkisi oluşturduğu gibi bilgiye dair yaklaşımını da kendine has kılacaktır. Diğer dünya görüşleri ile arasındaki farkı buradan okumanın imkânını sunacaktır. Bu çerçeve içinde her dünya görüşü kendine has bir varlık telakkisi oluşturacaktır. Örneğin; Tanrı telakkisi, ateist dünya görüşü hariç bütün dünya görüşlerinde Tanrı’nın varlığı kabul görmektedir. Ancak her dünya görüşü kendine has bir Tanrı telakkisine sahiptir. Bu onun dünya görüşünün kendisine sağladığı zemin üzerinden oluşan bir olgudur. Tanrı telakkisi açısından bakıldığında mevcut kültürlerdeki farklı Tanrı telakkilerinin açıklaması burada yatmaktadır. Yahudi, Hıristiyan, Budist, Çin’deki farklı bakışların tanrı telakkileri gibi Müslümanların da kendi Allah telakkileri hiçbiri ile mukayese yapılamaz. Bu da bize farklı metafiziklerin farklı Tanrı telakkileri oluşturduğu gibi insan, eşya, canlı, hayvan ve bitki gibi varlık türlerine de farklı anlamlar yüklemektedirler. Bu farklılıklar aynı zamanda ilişkiler ağına da yansımaktadır.

İşte varlığa yükledikleri anlam, bilgiye yükledikleri anlamı belirlerken, bilgiye ulaşma yolu da varlığa yükledikleri anlamı belirgin kılmaya yaramaktadır. Ama sonuç itibarı ile bilgi yöntemi varlığa yükledikleri anlam kadar önemli ve bir adım önde gibi durmaktadır. Sonuç itibarıyla bilgiye ulaşma yöntemi ve onun sağlamlığı üzerine kurdukları sistem üzerinden diğer bakışların kendisini kurma imkânı doğmaktadır. Bu açıdan bakıldığında akıl kavramına her dünya görüşü kendi metafizik ilkeleri bağlamında farklı bir anlam yükleyecekleri önem arz eder.  Akıl, tecrübe, sezgi veya başka bir yöntem ile elde edilen bilgiye yüklenen anlam bir diğer dünya görüşü ile arasındaki farkı da betimliyor. O yüzden modern batı ile hümanist çağ öncesi batı arasında bile akla yapılan vurgu farklılık kazanmaktadır. Biçim/form olarak aynı gibi görünse de içeriği çok farklı ilkelere dayandırılabiliyor. Bu her dünya görüşünün kendi kavramını içerik vermede kendine has bir tutumu gösterdiğini belirtir.

Bir dünya görüşü şema olarak metafizik ve altında ontoloji ile epistemolojiyi oluştururken artık yere ayağını indirerek bu ilkelere dayalı olarak bir kültür oluşturur. Bu kültür içinde ahlak/karakter/ insan tipolojisi kurulur. Bu tipolojinin ahlaki yapısı ve toplumsal yaşamını belirleyecek sosyal yapı içinde; sosyoloji, siyaset ve bir iktisadi sistem kurar. Ahlak, yine metafizik ilkelere göre ya hukuk içinde yer alır, ya da ahlak ile hukuku ayrı değerlendirerek ilişkilerin mahiyetini de belirgin kılar. Bu dünya görüşü, ahlaki olanı önceler. Ahlaki olan ise bir dünya görüşünde hem başlangıcı, hem de sonucu belirgin kılar. Yani bütün bir sosyal yapıyı ahlaki zemine uygun şekilde kuracaktır. Ancak batı, klasik dönemden farklı olarak ahlak yerine ilişkide hukuku önceleyerek, hukukun keskinliğini inşa ederek bütün bir insanlık tarihi açısından yepyeni bir durum oluşturmuştur.

Ancak insanın davranış kodlarını belirleyen ahlaki yapı bir dünya görüşü açısından vazgeçilmez olana tekabül eder. Kültür, örf, anane ve gelenek diye betimlenen şey aslında insanın içinde yaşadığı dünyanın ilişkiler ağını anlamlandıran şeylerdir. Bunların bir kısmı olguya dayalı olduğu için değişebilir. Ama bir kısmı ise bizzat ilkeye dayalı olduğundan dolayı ancak dünya görüşü değiştiğinde değişecek olan cinstendir. İşte insanın diğer insanlar ile ilişkisi ve doğa ile ilişkisinin niteliği bu cinstendir.

Sosyal hayat, kişinin, kendi dışındaki insanlarla birlikte var olma ve yaşama imkânlarının nasıl kullanılacağını gösteren en temel etmendir. Bu yüzden sosyal hayatı daha canlı ve sistematik kurma adına ayrımlara gidilmiştir. Bu bizzat modern dünya görüşünün özerklik üzerine kurulu oluşunun da ispatı gibidir. Yani sosyal hayatı; iktisadi olan, siyasi olan, sosyolojik olan, kültürel olan, sanatsal olan vesaire parçalara ayrılmıştır. Bu aynı zamanda kişinin karakteristik yapısının da parçalı oluşuna neden olmaktadır. Bugün yaşadığımız sorunların önemli bir kısmı bu parçalanmadan meydana geldiği de izahı gerektirmez.

İşte yukarıdan itibaren saydığımız olgular bir dünya görüşünün bütünlüğünü göstermektedir. Dünya görüşü kendi iç bütünlüğünü sağlamak için her parçasının kendi bütünlüğü içindeki anlamını göstermek durumundadır. Bu ağı oluşturmayan bir dünya görüşü, çok çabuk bir şekilde yıkıma uğrayıverir. Dünya görüşü, apaçık ilkeleri üzerine kurduğu metafizik ilkeleri ki buna teolojik ilkeler de diyebiliriz; varlık ve bilgi görüşünü eğitim aracılığı ile kendi müntesiplerine öğretir. Aynı şekilde sosyal yaşamı belirleyecek ilkeler, hukuki metinler oluşturulur. Bu yüzden anayasa oluşumu ancak bir dünya görüşü varsa mümkün olabilecek bir şeydir. Ve o zaman anayasanın dokunulmaz özelliği sağlanabilir.

Farklı dünya görüşleri aynı siyasal sistem içinde var olabilirler mi? Erken bir soru gibi görünse de öyle değil! Farklı dünya görüşlerini birlikte var edecek bir sözleşme ve bu sözleşmeyi garanti edecek bir üst meta dünya görüşü diğer dünya görüşlerinin de kabulüne mazhar olursa sağlanabilir. Yoksa geçici olarak uzlaşma sağlansa da kalıcılığı söz konusu edilemez. Bugün bunu çok açık bir şekilde yaşamaya devam ediyoruz…

Dünya görüşlerinin müntesiplerinin birlikte yaşama sorunu ancak o dünya görüşlerinin bir diğer muhalif bir dünya görüşünün varlığına tahammül edebilme istidadı ile ilişkili bir sorunu işaret eder. Bu da aslında o dünya görüşünün hakikat görüşünün mutlaklığı ile alakalı bir sorunu imler. Ama bir dünya görüşü kendi özgüvenine sahip ise ve diğer insanları kendisi gibi düşünmediği için düşman kategorisine yüklemiyorsa sorunu çözmek daha kolay olabilir. Fakat bu dünya görüşünün hakikat veya gerçeklik tutumuna dayalı olarak kendisini nasıl tanımladığı ile ilgili bir durumdur.

Dünya Görüşü bir yaşam biçimi sunar. İnsan bu yaşam biçimi içinde var olur. Karakterini bu yaşam biçimine dayalı olarak gerçekleştirir. Yaşam tarzı aynı zamanda kişinin ahlaki yapısını kurar. Bu da ilişkilerin niteliğini açıklığa kavuşturur.

Şimdi asıl meseleye gelelim; bugün sorun olarak gözlemlenen şey, dünya görüşünün oluşturduğu yaşam tarzından mı kaynaklı, yoksa o ideallere uygun davranılmadığı için mi oluşuyor? İdeale uygun davranmama üzerinden oluşuyorsa sorun, çözümü de ideale tekrar yönelmekten geçer. Ancak bizzat yaşam tarzından neşet ediyorsa işte o zaman sorun çözümsüz olur. Artık o dünya görüşünü değiştirmekten başka seçenek kalmaz.

Bugün temel sorun dediğimiz şeylerin mahiyetine bakıldığında bizzat dünya görüşünün temellendirdiği karakterden meydana gelmektedir. Kapitalizmin ürettiği dünya görüşü, fakirliği ve dolayısı ile toplumsal farkın uçuruma dönüşmesini ortadan kaldırmaz. Güçlü olanın haklı olduğu bir sistemde ezilen insanların, hep fakir, yoksul, kimsesiz, kendi başına olanların olması tesadüf değildir. Sistematik bir durumdur. Tüketim çılgınlığının ürettiği sorunlar, tahrik edilen arzuların uygulamada oluşturduğu sorunlar, kadın cinayetleri, her türlü sapkınlıklar. Savaşların bizzat kaynağının kapitalist sistemin kendisi olduğu, son yirmi yılda meydana gelen şiddet olaylarının neredeyse hepsi ekonomik olgularla ilişkili ve oluşturulan sebeplerin hepsinin yalan olduğu apaçık bir şekilde ortaya çıktığı açık. Savaştan kaçan mültecilere kapılarını kapatanların da yine bu dünya görüşü sahiplerinin olduğu devletler olduğu gözlerimizin önünde cereyan ediyor. Yabancılaşma, insanın kişilik parçalanmasını yaşamasının nedenleri de bu dünya görüşüdür.

Ama bu dünya görüşü medya ve teknoloji üzerinden kendi propagandasını öyle dayatmaktadır ki kendisine yönelik her eleştiriyi gerilikle, modern olmamakla, insanların faydasına olan şeylere karşı olmakla suçlamaktadır. Bu doğru mudur? Kesinlikle hayır!

O zaman gerçekten sorunları çözme arzumuz varsa; önce sorunun parçası olan dünya görüşünü değiştirmeye cesaret etmek ve yeni bir dünya görüşüne yönelmeyi bir zorunluluk olarak ortaya koymalıyız. Müslümanların dünya görüşü apaçık bir şekilde, öylece orada durmaktadır. Yeniden keşfedilmeyi beklemektedir. Müslüman zihin, kendi epistemik yapısı üzerinden kendi dünya görüşünü yeniden canlandırmalı ve bugünü anlamlandıracak bir şekilde gündemleştirmelidir. Korkmaya gerek yok! Bin beş yüzyıllık tarih ortada duruyor. Son yüz elli yıllık tarihte burada. Önemli bir kısmına da tanıklık ediyoruz. Hala hakikatin ne olduğu konusunda kafası karışık olan varsa onlar için yapılabilecek bir şey kalmamıştır, duadan başka…

Korkunun ecele faydası yoktur. Kendi dünya görüşümüzü ve bu dünya görüşüne uygun yaşam tarzımızla varlığa kucak açalım, ayrımları görerek ama merhametle yaklaşarak her varlığa şefkat kollarımızı uzatalım. İnsan hür bir şekilde kendini gerçekleştirmeli ve karşılığını görmelidir ki adalet tecelli etsin. Bu yüzden hem doğa ile hem insan ile merhamet üzere bir ilişkiyi kuracak bir yaşam tarzı ve ona dayalı bir dünya görüşü sorunlarımızı kökten çözüme kavuşturacaktır.

Selam hidayete tabi olanların üzerinedir.



Anahtar Kelimeler: Dünya Görüşü…

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz