Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Bir diktatörün hikâyesi

Fatma Tuncer, diktatörler misali, çevresine korku salarak yaşadığına inanan yaşlı bir kadından hareketle; toplumun ve haliyle ailenin düçar olacağı felaketlere dikkat çekiyor.

Bir diktatörün hikâyesi

Diktatör deyince tasavvurlarımızda halkını zulüm ve baskı ile kontrol altında tutan tiranlar canlanır. Oysa aileyi baskı altında tutan bir zorbanın fertler üzerinde bıraktığı yıkıcı etki, bir diktatörün toplum üzerinde bıraktığı ağır hasardan farklı değildir. Aradaki fark sadece güç ve imkândır. Biri daha fazla etki alanına sahiptir ve bir toplumu baskılamaktadır diğeri ise aile üzerinde tahakküm kurmaktadır… Ve her ikisi de şiddetten beslenmektedir.

Başınızı çevirip baktığınızda eminim ki aileyi baskı ile kontrol altında tutan birçok diktatör canlanacaktır belleğinizde. Zira hafızamda yer edinen 70 yaşındaki Şerife teyzenin hemen her mahallede bir yandaşının olduğuna inanıyorum…

Ailenin merkezine kurulmuş bir Amerika gibiydi Şerife teyze… İlerlemiş yaşına rağmen ihtiraslarından hiçbir şey kaybetmemiş, 70 yıllık ömründe oturup ne yapıyorum diye sormamış, kin ve nefrete boyadığı hayatının biteviye devam edeceğine inanmıştı. Ölüm elbette vardı ama sanki kendisine gelene kadar bir asır geçecekti, öyle inanıyor ve ölümden söz edilmesine asla müsaade etmiyordu. Ölümle birlikte diktatörlüğünün son bulacağını biliyordu çünkü.

Sağlıklı bir insanın kötülükten haz alması mümkün olabilir mi? Şerife teyze şiddet ve çatışma ortamlarından keyif alan biriydi ve gücünü ancak oluşturduğu düşman sayesinde koruyabileceğine inanıyordu. Yaşlı bir kadın bunca imkânsızlıklar içinde nasıl olur da kötülük üretebilir demeyin, o imkânları zorluyor ve bir düşman mutlaka oluşturup meydan okuyabiliyordu. Sekiz çocuğundan dördü ile kurduğu ekibi bir araya getirip işbirliği yapıyor ve düşman ilan edilen kişilere karşı bileniyordu. Ona göre herkes kötüydü ve kötüye haddini bildirmek gerekirdi. Zulmüne taraftar yaptığı dört çocuğunu diğerlerinden ayrı tutuyor ve onlarla şiddet noktasında birleşiyordu.

Mahalleli öz çocuklarını nasıl tanıyorlarsa Şerife teyzeyi de öyle tanırlardı. Ömrünü şiddet, kavga, gıybet ve nefretle geçiren yaşlı kadın, yerli felaket olarak gördüğü iki damat ve iki gelinini ebedi düşman ilan etmişti ve özel günlerde bir araya geldiklerinde öcünü almadan sakinleşmezdi. O dünyayı sadece şiddetle ilişkilendiriyordu ve taraftarları ile bir araya geldiğinde kararlar almalı ve hasımlarına hadlerini bildirmeliydi. Amerika’nın küçük bir versiyonu gibiydi Şerife teyze. Kendine işbirlikçiler oluşturuyor, hasımlarına karşı kararlar alıyor, mahallede öfke bilediği kişilerden nasıl intikam alabileceğinin hesabını yapıyor ve kavgasız geçmeyen günlerini kasılarak anlatıyordu. Pazara, alışverişe çıktığında mutlaka biriyle kavgaya tutuşuyor ve karşı tarafa galip gelmişse keyifle anlatıyor ve gözdağı veriyordu.

Hayatını şiddet üzerine kurmuştu Şerife teyze, ekmeksiz aşsız yaşardı da kavgasız yaşamazdı, gücünü kaybettiğinde kendisi için hayatın bitmiş olacağını ifade ederdi. Ailede ona kimse itiraz edemezdi, herkesin gözünü korkutmuştu, her iş ondan sorulurdu, ne olursa olsun her konuda son sözü o söylerdi, alınacak kararlarda onun talebi geçerli olurdu. Çocuklar evlenip aileden ayrılsalar da yapılacak her işi onun onayına sunuyor ve biatlerini tazeliyorlardı.

Bir diktatör devleti nasıl yıkıyorsa aynı kandan gelen bir kişi de aileyi parçalıyor, insanları birbirlerine düşürüyor ve ulaşabildiği herkes üzerinde sulta kuruyordu. Kendisinden dört yaş büyük olan ablası ziyaretine geldiğinde, “Çocuklara hayatı zehir ediyorsun, artık buna son vermelisin” diye nasihat ederdi ancak o nasihatten hiç hoşlanmaz ve her zaman haklı olduğuna inanırdı. Bayramlarda bütün çocuklar bir araya geldiklerinde kavga için uygun ortamın geliştiğini düşünür ve iştahı kabarırdı… Ve kaos için bir gerekçe bulur, aileyi birbirine katardı. Şerife teyzenin eşi Yakup amca ise eşinin aksine sakin bir yapıya sahipti ve çatışma başladığı anda ortamı terk eder ve kendini en yakındaki kahveye atardı.

Birey ve toplumlar üzerinde baskı kuran diktatörler ektikleri şiddetin içinde boğulmuş ve acı bir sonla veda etmişlerdir hayata. Bir aileyi, bir topluluğu, bir iş yerini baskı ile kontrol altına tutmaya çalışan ceberutlar da aynı şekilde karanlık bir iz bırakıp gideceklerdir elbette. Ancak onların açtıkları yaraları sarmak pek de kolay olmayacak, zaman alacaktır. Bilinen gerçektir; iyilik onarır, kötülük tahrip eder…



Anahtar Kelimeler: diktatörün hikâyesi

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz