Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Bir demokrasimiz olacak mı?-5: Muhalefet halkın tamamı olmadığını söyler mi?

Ertuğ Tombuş: Muhalefet şu an kendisinin de parçası olduğu eski rejimin kusurlarını görmezden geliyor. Yapılması gereken sadece başkanlık sistemi mi parlamenter sistem mi tartışmasıyla yetinmemeli...

Bir demokrasimiz olacak mı?-5: Muhalefet halkın tamamı olmadığını söyler mi?

Gazete Duvar’da, gelişkin bir adalet sistemiyle, başarabildiğimiz ölçüde demokratik bir toplum hayatı sürebilmek için bugünün ve geçmişin karşılaştırılmasına dayalı tartışmaya devam ediyoruz.

Bu konuda tartışma açılmasının gereği ve yararına Levent Köker’in Birikim dergisindeki yazısı işaret etti: “Başkancı rejim: Popülist yarışmacı otoriterlik mi, diktatörlük mü?” Gazete Duvar yazarlarından Ümit Kıvanç, Köker’in ortaya getirdiği sorunları ve görüşleri aktararak, geçmişin tartışılması üzerindeki fiilî ambargoya dikkat çekti ve, “Bizim sahiden bir demokrasimiz var mıydı?” diye sormadan çıkış aranamayacağını ileri sürdü.

Bugün Berlin Humboldt Üniversitesi’nden Ertuğ Tombuş, tartışmaya katkısını sunuyor.

Tombuş, başkanlık sistemi ile parlamenter sistem ikileminin ötesinde tartışılması gerekenin “Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca olagelen başka bir otoriterlik” olduğunu belirtiyor ve muhalefete “kendilerinin halkın tamamı olmadığını, halkın farklı seslerden oluştuğunu ve bu seslerin hiçbirisinin ne halkın gerçek sesi ne de Türkiye’nin sahibi olduğunu söylemeye cesaretleri var mı?” diye soruyor.

ERTUĞ TOMBUŞ: TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ SORUNU SİSTEM TARTIŞMALARININ ÖTESİNDE

Ertuğ Tombuş

Adına ister Türk tipi başkanlık diyelim ister Levent Köker’in Birikim’de yayınlanan yazısında adlandırdığı gibi başkancı sistem diyelim, Türkiye’de varolan siyasi sistemin demokratik değer ve ilkelerle örtüşmediği aşikar. Başkanlık sistemini mümkün kılan anayasa değişikliği ile AKP’nin amaçladığı da zaten iktidarın olabildiğince tek elde toplanması ve bu iktidarın göstermelik olarak devam eden kimi demokratik süreçlerle el değiştirmeden kendilerinde kalmasıydı. Öte yandan bugün Türkiye’deki otoriter sistemin nedenlerini Anayasa’da aramak bile ne kadar anlamlı bilemiyorum. Anayasa’nın ve yasaların ne zaman kimin için geçerli olacağının iktidarın keyfine kaldığı, iktidardakilerin anayasayı kendi otoriteleri için zorunlu bir temel değil de gerekli gördüklerinde uyacakları bir tercih olarak gördüğü bir durumda anayasada ne yazdığına bakmak da önemini yitiriyor.

Demokratik normların yeniden inşası için muhalefet partileri başkanlık rejiminden parlamenter hükümet sistemine geri dönülmesi gerektiğini savunuyor. Peki kimilerinin ne olduğu çok da anlaşılmayan “güçlendirilmiş parlamenter sistem” diye adlandırdıkları bu değişim iddia edildiği gibi otoriterlikten demokrasiye geçişi sağlar mı? Türkiye’deki parlamenter pratiğin tarihini düşündüğümüzde, demokrasi sorunu ve sorunsalının sadece biçimsel bir mesele olmadığını görüyoruz. Yani, başkanlık sistemi ile parlamenter sistem ikileminin ötesinde tartışmamız ve sorgulamamız gerekenin Türkiye’de Cumhuriyet tarihi boyunca olagelen başka bir otoriterlik olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de demokrasi sorunu sadece başkanlık sistemi mi parlamenter sistem mi sorusunun çok ötesinde bir mesele.

Dolayısıyla diyebilirim ki muhalefet şu an kendisinin de parçası olduğu eski rejimin kusurlarını görmezden geliyor. Yapılması gereken sadece başkanlık sistemi mi parlamenter sistem mi tartışmasıyla yetinmeyip demokratik alternatif üzerine düşünmek olmalı. Demokratik bir alternatif sadece AKP’nin mevcut otoriter başkanlık sistemine karşı değil Kemalist aktörler kadar DP’den AKP’ye Türkiye sağının da devamını sağladığı otoriter siyasi akla da karşı olabilmeli.

Çoğulcu-demokratik siyasetin bir gereği halkın hep bir çokluk olduğu, yekpare ve birleşmiş bir varlık olmadığı, bunun sonucu olarak da bu iradenin kimse tarafından mutlak olarak temsil edilemeyeceğinin kabul edilmesidir. Oysa Demokrat Parti ile başlayan çok partili dönemin ilk gününden bu yana Türkiye’de siyasi iktidara gelme olasılığı olan bütün partiler halkın yekpare ve tek sesli olduğunda birleşmiş, kimin bu tek sesi temsil ettiği konusunda çatışmışlardır. Bu anlamda demokratik siyaset olarak tanımlanan çok partili sistem bu temel otoriter akıl ile sınırlı kalmıştır.

2000’lerin başında AKP’nin yaptığı gibi bugün de iktidardaki otoriterin aynasında kendini demokrat gören muhalefetin Türkiye’nin kronikleşmiş siyasi ve toplumsal sorunlarına, gittikçe derinleşen eşitsizlik ve adaletsizliklere demokratik çare olmaları bu sorunlardaki sorumluluklarını kabul etmedikleri sürece mümkün değil. Ulusalcı hamaset ile garanti ettikleri seçmenlerine kendilerinin halkın tamamı olmadığını, halkın farklı seslerden oluştuğunu ve bu seslerin hiçbirisinin ne halkın gerçek sesi ne de Türkiye’nin sahibi olduğunu söylemeye cesaretleri var mı? Halkın veya milletin yekpare ve birleşmiş bir varlık olduğu ve iktidardakilerin değil de kendilerinin halkın iradesinin mutlak temsilcisi olduğu iddiasıyla muhalefetin ortaya koyacağı alternatif, Türkiye’yi çok partili sistemin ilk gününden beri içine düştüğü otoriterlik döngüsünden çıkarmayacaktır.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER