Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Belde, belediye ve ?belediyecilik? olgusuna ?genel´ bir bakış-

Sait Alioğlu´nun, Belediyecilik ile ilgili analiz yazısı...

Belde, belediye ve ?belediyecilik? olgusuna ?genel´ bir bakış-

Kur´an´da şehir anlamına gelen birkaç isim geçer. Bunlar; Medine, mısr ve belde olarak belirtilir. Bunlardan mısr hem şehir ve hem ülke; Medine kelimesi de, din kelimesi ile aynı kökene sahip olup, hicretin akabinde, bizzat Hz.Peygamber(s) tarafından, Yesrib´in yerine kullanılmaya başlanmış olup, o günden bugüne şehir anlamında kullanılıyordu.

Medine kelimesinin şehir anlamına geldiği gerçeğinin yanında, bizi de ilgilendirmesi açısından Selçuklu ve Osmanlı pratiğinde, şehir Medine kelimesinin yerine belde kelimesi tercih edilmişti. Belde, günümüzde belediyesi de bulunan ve bir yerleşim birimi olan ?nahiye/bucak´ a verilen müteradif bir karşılık olmasının yanında, aynı zamanda, köyü, kasabayı, şehri de içerecek şekilde geniş bir alanı kapsayan bir anlam alanına da sahipti. Bunu, şehristan kelimesi ile de karşılayabilirdik?

Tüzel kişiliğe sahip olan ve bu özelliği ile birlikte, kamu yararına hizmet veren belediye teşkilatı da, muhakkak ki kendisine isim olarak ?belde´ olgusundan hareket etmiş olacaktı.

Belediye, ya da şehir emini/şehremini?

Hz. Peygamber(s) döneminden başlayarak, dört halife dönemi de dâhil olmak üzere, Emevi, Abbasi, Eyyubi, Selçuklu ve Osmanlı döneminde, kendi döneminin diline, mantalitesine ve hizmet olgusuna sahip olan ve devletin bizzat üzerine aldığı ?resmî´ hizmetler dışında kalan alanlarda ?ki bu alan, üstlendiği görevlerin doğası açısından daha çoktu- topluma hizmeti şiar edinen bir yapı, kurum olarak belediyenin, günümüzdeki yapısı itibarıyla ve modernleşme saikiyle ?Batılı´ bir form olduğu gözden kaçmamalıdır.

Tarih boyunca tüm ?medeni´ toplumlarda, gerek güçlü ve gerekse de gevşek yapılarda seyreden devletler, devlet yapıları vardı.

Bu devletler, gerek imparatorluk(Ör. Asur, Bizans) gerekse de, belli ve sınırlı bir toprak parçası üzerinde, bir imparatorluğa bağlı bulunan krallık, sultanlık(Ör. Delhi sultanlığı) ve gerekse de büyük oranda Oğuz Türklerinde görülen aşiret temelli devletler(Osmanlının ilk asrı) şeklinde oluşmuşlardı.

Bu yapıların hemen tümünde, ülke yönetimi ile bağlantılı bir şekilde, yerel yönetimlerde söz konusu idi. Biz bu yapılara maksadı anlamak açısından hareketle ?belediye´ diyorduk.

Hz. Peygamber(s) ilk ve ilk dört halife döneminde başta Medine´de olmak üzere, Müslümanların yaşadığı muhitlerde devletin uhdesi dışında bulunan hizmetleri halka sunma adına mutlaka yerel bir yapı vardı. Hz. Peygamber(s)´in Medine pazarında sahabeden bir hanımı görevlendirdiği(Şifa binti Abdullah)ve ona pazarı, her açıdan denetleme yetkisi verdiği siyer kaynaklarında geçer. Ki bu bir belediye hizmeti idi sonuçta?

Sultan Fatih´in, İstanbul´un fethi sonrası, Hızır Bey´in, fethedilen bu şehre belediye başkanı(şehir emini) olarak ataması, Osmanlı ile birlikte, klasik dönem Türk tarihinde, ülke yönetimi ile birlikte, devletin uhdesinde bulunmayan birçok hizmetin, bizzat belediyeler tarafından verildiği görülecektir. Sultan Fatih döneminden başlamak üzere, uzun asırlar şehir emini olan zevatın, makam yeri olarak Şehremini semtinde hizmet vermesi, bize bu konuda bir şeyler söylemektedir.

Modern döneme girilirken şehr emaneti olgusunun değişimi?

Doğu´nun, bir müddetten sonra derin bir uykuya girmesine paralel olarak, Batı´da seküler zeminlerde vücut bulan Rönesans ve aydınlanma hareketleri vs. sonucu oluşan ?dilde, söylemde ve yaşantıda´ kendini farklılaştıran Batı ve Batılı olgu karşısında yenilgiye uğraması sonucu, ya tamamen saldırgan bir üslup, ya da alabildiğine ve işleri, oluşları indirmeci bir mantık örgüsü içerisinde ele alıp değerlendirici dile, tutum ve davranış kalıplarına bakıldığında, konumuz gereği, modern anlamda var olan belediyeciliği sanki biz bulmuşuzcasına deklare etme ve onu savunma reflekslerine bakıldığında, hizmeti dahi Batıcı söylem içre vermeye çalıştığımızı, hiçbir şeyde olmasa dahi, sadece ihale olgusu üzerinden okuyabilirdik?

Modern zamanlarda ilk belediye teşkilatlarının, gerek Anadolu ve gerekse de dönemin Osmanlı hinterlandında, 1800´lerin son çeyreğinde kurulduğunu görüyoruz.

Günümüz sosyolojik verileri içerisinde; AK Parti iktidarının, epey zamandır entelektüel zeminlerde tartışılan ?eyalet´ sistemi düşüncesine karşılık olarak ortaya koyduğu ve büyük oranda da başarılı sonuçların alındığı ?yerel yönetimler yasası´ uygulamaları sonucu, barındırdığı sosyal potansiyel açısından, bir belediye teşkilatını hak ettiği bilinen beldelerde/nahiyelerde,  büyük şehir yasası gereği, belediyeler lağvedilmiş ve verilmesi gerekli hizmetleri, bizzat büyük şehir belediyeleri üstenmişti.

Bu aynı zamanda,  altmış anayasası bağlamında kırsal kesime hizmet vermesi için kurulan ve devletin uhdesinde bulunan ?kırsala hizmet birimleri´ olarak tanımlanan YSE, İller Bankası benzeri kurumların verdiği hizmetler, büyük şehir belediyelerinin görevi olarak yeniden düzenlenmiş oluyordu.

Osmanlı son dönemi belediyecilik çalışmalarını şöyle özetleyebilirdik; O dönem, kendisi de Batılı bir form üzere kurulu bulunan, ama demokrasiden ziyade, hem Batı´nın toplumu jakoben karakter içerisinde baskılama yöntemi ile elde tutma ve hem de eleştirildiği halde, doğu´nun saltanatçı anlayışını, az çok refüze ederek, bu iki anlayışı meczettiren İttihad ve Terakki´ye rağmen, merkezden ziyade taşrada, beldenin en güvenilir, itibarlı, hatırlı ve zengin insanından bey, ağa ve paşaların, ya da bunlarla eşit konumda bulunan zevata, beldenin ileri gelenlerince tevdi edilmesi sonucu belediye kurumunun oluşumu sağlanmış oluyor ve belediye hizmetlerinin verilmesi sağlanıyordu.

Cumhuriyet döneminde belediye ve belediyecilik olgusu?

Cumhuriyet´in ilk yirmi yedi yıllık ?tek parti´ döneminde ise, belediye başkanları, hatta belediye meclis üyelikleri ise, jakoben devlet geleneğine koşut olarak, valide ve kaymakamda olduğu üzere milletvekilinin de ?özellikle de 2. Mecliste- seçimle değil de, atanma yoluyla ?seçildikleri gibi´ başta belediye başkanları ve haliyle belediye meclis üyeleri de üyelik için, bizzat sistem tarafından belirleniyor ve seçiliyorlardı!

Sözde tek parti iktidarına karşı Adnan Menderes öncülüğünde, demokrasi adına ortaya çıkan 46 ruhu´ bağlamında, süreç içerisinde kurulan Demokrat Parti´nin, elbette el değiştiren ulusal iktidarla birlikte, belediye seçimlerinde üstünlüğün DP´ye geçtiğini söylemeye gerek bile yoktu. Zira konjönktür ve süreç, bu işin bu şekilde deruhte edilmesini gerektiriyordu, kendi açısından farklı durumları bulunan her yapı ve durum için, böyle bir ?üstünlük´ söz konusu olacaktı?

Bu dönem, belediyecilik açısından, bir yandan, DP´nin selefi olan CHP´li tek parti yönetiminden birtakım konularda, az çok farklar içeriyor olsa da, büyük oranda, zaman ve zemin farkına rağmen, Osmanlı son dönem taşralı insanından da, belirgin farklılıklar içerdiği söylenebilirdi.

Sistem dışılıktan muhafazakârlaşma üzerinden belediyecilik saikiyle kapitalistleşmeye uzanan yol?

DP dönemi, ulusal iktidar deneyimi ile birlikte, kazandığı belediyelerde de, halkın ?demokrasi gereği´ siyasete girmesi, iktidara ortak olması, yönetimde söz sahibi olması ve özellikle de yerelde belediye meclisi ile il genel meclisinde temsil edilmesine bağlı olarak, modern dönemin ?kazanma, zengin olma ve burjuvalaşma´ trendi çerçevesinde, ihale alma yoluyla, kapitalizmin ve kapitalistleşmenin de yolunu açması açısından, üzerinde durulması gerek bir dönem olarak özel bir öneme sahipti.

Bu meyanda, kendini Kemalist statükonun sağında konumlamış bulunan sağcı, millici, milliyetçi partilerin kahir ekseriyeti, şahıs bazında, işe belediye seçimlerini kazanma, ardından belediye ve il genel meclislerine girme yoluyla, yerelden ulusala zengin olmayı, itibarlı(!) bir konum kazanmayı, Kemalist statükoyu ?sol´a karşı korumayı´ ve akçeli işlerlerden zaman buldukları takdirde de, hemencecik hatırlayıp davadan dem vurmaya başlıyorlardı?

Bunun yanında bir yanılsama sonucunda bir zühul eseri olarak adı hep dost ve düşman tarafından sol´a çıkmış bulunan ?gerçi solcularda, zorda kaldıklarında CHP´ye yakın duruyorlardı-  CHP´de de durum bir aşağı, bir yukarı aynıydı.

Türkiye siyaset tarihinde, yukarıda da vurguladığımız üzere, zühul eseri adı sol´la anıla gelmiş bulunan CHP´den sonra, temeli ideolojik açıdan Marksizm´e, yol ve yöntem olarak Leninist-sosyalizm´e ve oradan da milliyetçi Kürt solu içerisinde yer bulan HDP ve seleflerinin de, solcu, sosyalist olmalarına rağmen, tamamına yakını Kürdistan´da bulunan yüz civarında belediyede yönetimde bulunması, onun da bir kalkınma ve zengin olma yolu ve yöntemi olan ihale/ihalecilik üzerinden başta sistem içi bir konuma geldiği ve bu yolla da kapitalistleştiğini söylersek eğer, bu iddianın gerçekçi ve makul olmadığını söylemek pek de mümkün sayılmazdı.

?Benim partim ekmek partisi´

Siyasetle ilgisi açısından, siyaset içerisinde hiç mi hiçbir konumu ve yeri olmamış bulunan ?sıradan bir insanın´ ya baştan beri gönül verdiği partinin, o kişinin şahsında oluşturduğu cazibe ve kurtuluşa yönelik ideolojisi, ya da amiyane bir ifade ile söylesek, ?Benim partim ekmek partisi´ kabilinden, sade vatandaş tavrıyla, seçimden seçime sandığa gidip, birtakım mülahazalarla, şuna, buna; şu, ya da bu partiye oy vermekten ibaret olan insanların, partisi olsa olsa, özellikle de yetmişlerde pek popüler olan ifade ile söylersek eğer ?ekmek partisi´ esprisi idi?

Ne bir ideoloji, ne bir dava, ne ihale ve ne de, kamunun imkânlarından yararlanarak kalkınma, zengin olma ve ne de, hele burjuva olmak değil de, ?madem birisini seçeceğiz, o halde bazı açılardan ?bizden birisi? olsun´ düşüncesiyle sandık başına gidip oy kullanan sade ve sıradan insanlarda, özellikle belediye seçimlerinde, adları zikredilecekler arasında sayılabilirdi. Ki o halde, ?bu durumda kim mutlu ve huzurluydu?´ Diye bir soru sormuş olsak cevabımız ne olurdu?

İşin farklı ve bazı taraflarını istisna kıldığımızda, bu işin ?huzurlu, mutlu, ama maddi olarak da kendi yağıyla kavrulup ?yerinde sayan´ cenahın, ekmek partili zevatın olduğu söylenebilirdi.

 

21. yüz yılda postmodern dilin belediyeciliği de etkilemesi üzerine?

Basit bir hesapla dahi düşünüldüğünde, yüz yıl yani koca bir asır, yüzüncü yılında tamamlanması ile yerini gelecek olan asr´a, yeni bir yüz yıla bırakırdı.

Ama klasik dönemlerin aksine, modern dönemler bakıldığında, gerek ortaya konan ?maddi´ çabaların hem çokluğu ve artan etkisi ile birlikte, gerekse de, bu çabaların ?iltifat marifete tabidir´ fehvasınca, insanı değiştirici ve dönüştürücü bir dil ve söylemi beraberinde getirmesi sonucunda, modern dönemin yerine post modern dönemin geçtiğini görmekteydik.

Bundan dolayı, postmodern olguya bağlı olarak, 21. Yüz yılın, küresel aktörlerin, ikindi dünya savaşından kalma ?yeni dönem´in, artık eskidiğini düşünerek yeni bir döneme geçilmesi gerektiğinden(!) olsa gerek, seksenlerin başından itibaren yeni bir yüz yılın, yani postmodern dönemin başladığını/başlatıldığını görüyoruz?

Bu mantıkla olsa gerek, bu dilin devlet yönetimine etkisi olduğu gibi, yerel yönetimlere de mutlak bir etkisi olmuştu. Parti ve partici bazında Cumhuriyet/modern dönemde, salt ideolojik anlamda ?seküler ya da dinî temelde- bir dava ile at başı giden, amiyane tabirle söylersek ?belediye kalemlerinden şu ya da bu oranda nemalanmak´ yerini, yine ideolojik görüntü, ülkenin ve toplumun dirlik ve birliği kamuflajlı, ?deveyi hamudu ile yutmak? kabilinden rantiyeci olmak söz konusuydu artık?

Tüm mücadelenin, birçok farklı görüntü, dinî ve ideolojik söyleme rağmen, rant uğruna verildiği, artık sığır sultanların dahi duyup konuştukları konular içerisinde kendine yer buluyordu.

Post modern dönemin yapısı gereği, hemen her şeyin renk değiştirdiği, birçok rengin grileştiği, kavram kargaşasının alabildiğine artığı, üzerinde durulan zeminlerin kayganlaştığı, kısacası her şeyin vıcık, vıcık olduğu bir vasatta, salt ve sade dinî söylemler ve bir bakıma insanı kendi bağlamı içerisinde kurtuluşa çağıran ideolojiler yerini, kürsel liberal aldatı ve ayartı sonucu, postmodern anlayışa terk etmiş oluyordu.

Ondan dolayıdır ki gerçi insan var olduğu sürece devam ede gelen ihtiraslar, bu dönemde daha belirleyici, kalıcı ve tanımlayıcı oluyordu; Önceki(modern) döneme de dikkat çekmek şartıyla, bu postmodern dönemde, birçok makamla birlikte ?aslında toplumda el´an ciddi bir karşılığı kalmamış bulunan milletvekilliği yerine belediye başkanlığı ve belediye meclis üyeliği olgusu, daha da belirginleşiyordu, bu dönemin kullanılan dilinden, tutturulan söyleminden, oluşturulan algılardan ve buna benzer birçok sebepten dolayı,,,

Postmodern zemin, değme keyfim, ama?

Belediye başkanlığı ve meclis üyeliği açısından bazı şahısları bir tarafa koyduğumuzda,  birçok kişinin hemen her seçim döneminde aşinası olduğumuz ?politik´ ayak oyunları ile ahlakı izafileştiren/onu göreceli/seçmeci hale getirmeleri, ?kazara´ seçimi kazandığında ?değme keyfim?, ama kaybettiklerinde ise, dostlarına, partisine kızma, küsme ve işi en başta kendisi için çok ileriye taşıyıp psikolojisini bozacak durumuna düşme ve kalp krizi geçirme örnekleri ile doluydu?

Zira kazanmak zahmetsiz, kolay ve bal kaymaktı, ama kaybetmek ise, zor, acı ve ?haydan gelen akçelerin´ bir daha gelmeyecek oluşu idi, onları ekmek partili sıradan insanın yanında değersizleştiren ve konumlaştıran yönüyle...

Belediyecilik idealde farklı görünüp kabul edilse de, artık zihinsel olarak genellikle çoğu kez ve bu işin içerisinde bulunan insanların büyük çoğunluğu açısından da böyle bir işe ve duruma indirgenmişti. İşi temelde hakka ve halka hizmet bağlamında ideal politiklikten, ?akılcı´ davranıp reel politik kulvara çekmek, şimdilik kaydıyla, zevata kazandırdıkça kazandırıyordu,

Ama nereye kadar?

Kaynak: Özgün İradec Dergisi, Ocak 2019, 177. Sayı

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER