Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

BARIŞ PINARI HAREKÂTI / İSLAM MİLLETİNİN PARÇALANMIŞLIK SORUNU

İslâm dünyasının tarih boyu üç büyük kırılma noktası olduğundan bahsedilebilir: İlki Hilafetin saltanata dönüştürülmesi, ikincisi Moğol istilası, üçüncüsü Osmanlı Devleti’nin yıkılışı.

BARIŞ PINARI HAREKÂTI / İSLAM MİLLETİNİN PARÇALANMIŞLIK SORUNU

hertaraf.com'dan Mehmet Yavuz AY'IN "KONUYS DSİR ANALİZİ...

İtalyan birliğinin 1861 yılında kurulması esnasında Massimo d’Azeglio, “İtalya’yı yarattık, şimdi de İtalyanları yaratmalıyız”  der.              

“Ulus-devletin fikir babası olarak kabul edilen Hegel ise devleti, Tanrının yeryüzündeki yansıması olarak görmüştür.” (Jurgen Habermas, Küreselleşme ve Milli Devletlerin Akibeti, Bakış Yayınları, İstanbul, 2002).

“Ulus-devlet, özellikle XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, küresel ölçekte yaygınlığa ulaşmış bir siyasi yapılanma modeli olmuştur.(…)XVIII. yüzyılın sonlarından günümüze kadar, oluşturulması için mücadele verilen siyasi örgütlenme modeli ulus-devlet olmuştur denilebilir.” (Montserrat Guibernau, 20. Yüzyılda Ulusal Devlet ve Milliyetçilikler, Sarmal Yayınevi, İstanbul, 1997).

“Günümüzdeki ulus-devlet türünün ilk örneği olarak, Fransız Devrimini takiben XVIII. yüzyıl sonu ve XIX. yüzyıl başında Fransa’da uygulama alanı bulduğu görülmüştür. Bu devlet, yine Fransız Devriminin getirmiş olduğu terim olan, “nation (ulus)” sözcüğünün kullanılmaya başladığı bir zamana rastlamaktadır.” ( Catherine Wihtol De Wenden “Ulus ve Yurttaşlık: Hem Rakip Hem Ortak”, Uluslar ve Milliyetçilikler, Metis Yayınları, İstanbul, 1998).

“Bu bağlamda ulus-devlet ve ulusalcılığın XVIII. yüzyıl Avrupa’sının sonlarında yükselmesi ve 1776’daki Amerikan Devrimi ile az önce de bahsetmiş olduğumuz Fransız Devrimi’ne yol açan düşünceleriyle bağlantılı olduğu muhakkaktır.” (Ernest Renan, 1996).

Yukarıdaki alıntıların yazının konusuyla bağlantısının ne olduğu sorulabilir. Bugünün analizini yapmadan önce, bugüne nasıl geldiğimiz üzerine, hamasetten uzak, temel değerlendirmeler yapmamız gerekiyor.

İslâm dünyasının tarih boyu üç büyük kırılma noktası olduğundan bahsedilebilir: İlki Hilafetin saltanata dönüştürülmesi, ikincisi Moğol istilası, üçüncüsü Osmanlı Devleti’nin yıkılışı.

Osmanlı Devletinin tarih sahnesinden çekilişi, hesabı kapatılamayan, ürettiği sorunların küresel çapta kanamalarının devam ettiği bir zamana taşıdı tüm dünyayı.

Amerikan ve Fransız devrimlerini takiben ulus-devlet siyasî yapılanma modeli hayata geçirildi. İnanç, düşünce ve kültürel verilerine güveni yitirip Batı’ya teslim olmaktan başka çare bulamayan Osmanlı elitleri, Batı üretimi ulus-devlet modelini değiştirilemez bir ideolojik zırh , kurtuluş yolu, kutsanmış bir ideoloji olarak Cumhuriyet’e giydirdiler.

Batı toplumlarında bir mühendislik projesi olarak “ulus yaratma” başarılı olmuştur. Fransa, Almanya, İtalya örnekleri verilebilir. Güçlü devlet yapılanması, sömürü ve sanayileşmenin getirdiği refah seviyesi birtakım tartışmaların da önünü kesmiş olabilir.

Dünyanın hassas su yolları, petrol-doğalgaz nakil güzergâhları, yeraltı-yerüstü zenginliklerinin bulunduğu bölgelerin çoğunda Müslümanlar yaşamaktadır. Emperyalist ülkelerin her türlü iştahını kabartan söz konusu bölgelerin istikrarsızlaştırılması üzerine kurulu oyunlar devam etmektedir.

Dünyaya hakim devletlerin Üçüncü Dünya ve Müslüman ülkeler üzerindeki kuşatmaları, salt enerji kaynaklarının, diğer stratejik madenlerin gasp edilmesi olarak kalmamaktadır. Öncelikle bu ülkeler etnik, mezhebî, ideolojik ve kültürel ayrışmaya tâbi tutulmaktadır.

Birbirine yabancılaştırılmış, güven duyguları zedelenmiş, aralarına düşmanlık tohumları ekilmiş toplumlar; emperyalist/sömürgeci/talancı küresel güçlerin işgalciliğini unutur olmuşlardır. İşgalciler, kirli operasyonlarıyla hakem rolüne kavuşmuşlardır. Aynı ülkenin parçası guruplar, birbirini tehdit unsuru görmeye başlayarak, işgalci emperyalistlerden koruma talep eder hale düşmüşlerdir.

Müslüman Medeniyetinin dünyaya hâkim olduğu dönemlerde, çok dinli ve mezhepli, çok etnisiteli katmanlar bir arada barış içinde yaşama imkânı bulmuşlardır.

Fransız Devrimi ile başlayan, Osmanlı Devletinin güç kaybetmesiyle hızlanan ulus-devlet yapılanması, Batılı ülkelerde kabul görmüştür. Batılı ülkelerde ayrışmaya götürmeyen ulus-devlet örgütlenmesi, Osmanlı Devleti içindeki azınlık unsurlarını (Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya, Sırbistan, Romanya gibi) bağımsızlık mücadelesi vermeye itmiştir. Emperyalist batılı ülkeler, azınlıkları hem desteklemiş hem de kışkırtmışlardır. 19. Yüzyıl son çeyreği ile 20. Yüzyıl ilk çeyreği arasında bu ülkeler bağımsızlıklarını ilân etmişlerdir. Emperyalist ülkelerin teşvik ve koruması altında güçlerini birleştirerek Osmanlı Devleti’ne savaş açmışlar, Çatalca’ya kadar gelmişlerdir.(1912 Balkan Savaşı).

Osmanlı Devleti’nin yıkılışını hızlandıran esas neden bünyesinde barındırdığı Suriye, Irak, Hicaz, Mısır, Yemen, Libya coğrafyasının emperyalistler tarafından işgalidir.

Müslümanların kurduğu devletler tarih boyunca etnik bir adlandırmayla tanımlanmamışlardır. Emevîlerden Abbasîlere, Gazneliler, Karahanlılar, Harezmler, Safevîler, Akkoyunlular, Eyyubîler, Memlûkler, Selçukîlerden Osmanlılara kadar örneklemek mümkündür.

Osmanlı sonrası çok zor şartlar altında “yedi düvele”(Amerika, Rusya, İngiltere, Fransa, Almanya, Çin, Japonya) karşı varlık mücadelesi veren ülkemiz, ne yazık ki, işgalci emperyalistlerin felsefesi, ideolojisi, inancı ve hayat tarzına uygun bir tasarımla ulus-devlet formatında inşa edildi.

1921 Anayasasında etnik vurgu ve ayrıştırma yokken, 1924 Anayasası etnik farklılıkları olan Anadolu İslâm Milleti’nin diğer unsurlarını yok saymış, muhatabının sadece “Türkler” olduğunu ilân etmiştir. Ötekileştirme, ayrıştırma, yok sayma politikalarının olumsuz sonuçları, baskı mekanizmalarıyla kontrol altında tutulmaya çalışılmışsa da günümüzde “dış tehdide” dönüşmüştür.

İç bünyenin sağlam olmaması, emperyalistlerin işini kolaylaştırmaktadır. Sadece dış güçleri suçlayarak sorunlarımızın altından kalkamayız, kalkamıyoruz. Yakın tarihten birkaç örnek verelim:

Afganistan’daki gelişmeler. İdeolojik ayrışmalar. Rusya’nın davet edilmesi. İşgal yılları. Amerika’nın El-Kaide’ye silâh, lojistik destek ve eğitim vermesi. Rusya’nın çekilmesi. Guruplar arası kardeş kavgaları. 11 Eylül sonrası Amerikan işgali. Etnik ve mezhebî düşmanlıkların kışkırtılması. Dostluk ve düşmanlıkların sürekli yer değiştirmesi. Fakir ama enerji hatlarının geçiş güzergâhında stratejik bir ülkenin parçalanması. Amerika; Rusya ve Çin’i kuşatma için Afganistan’ı işgal etmişken, kardeş kavgaları en acı biçimde devam ediyor. Ölen de öldüren de Afganistanlı…

Azınlık iktidarının çoğunluğa tahakkümünün neden olduğu ayrışmalar. Irak’ın emperyalist güçler tarafından işgali. Ülkenin paramparça edilmesi. Kardeş kavgaları.

Suriye iç savaşı. Azınlık iktidarının çoğunluğa acımasız baskılarının sonucu oluşan düşmanlıklar. Emperyalistlerin vakit kaybetmeksizin buraya üşüşmeleri. On binlerce insan kaybı, milyonlarca insanın muhacir/mülteci durumuna düşmesi. Kardeş kavgaları.

Mısır’da olanlar… Hep darbecilerin yanında durmayı demokratik standarda bağlamış emperyalist güçler. Kardeş anlaşmazlıkları…

Ülkeler haklı güvenlik gerekçeleriyle kendilerini savunma hakkına sahiptirler. İstikrarsızlaştırılmış bölgeler, emperyalist, sömürgeci küresel güçlerin çok sevdiği alanlardır. Bulunduğumuz bölge maddî çıkarların üstünde “İsrail’in güvenliği” için stratejik hamlelerin yapıldığı bir yer.

Bölgemiz adeta devletsizleştirme hedefinin adım adım uygulandığı çok hassas konumda. Seküler manevraların ötesinde bir dinî inanışın her şeyin önüne geçtiği, “kıyamet savaşının” çıkarılmaya çalışıldığı bir coğrafya.

Afrin, Zeytin Dalı, Barış Pınarı harekâtı; iç ve bölgesel meselelerimizi çözecek donanıma, güce sahip olamayışımızın doğurduğu zorunlu sonuçlardır. Asıl olan bataklığın kurutulmasıdır. 1925’den bu yana Doğu’da Güneydoğu’da on binlerce insan öldü. Göçler yaşandı. Sorunlarımızı, yanlışlarımızı, takıntılarımızı, ideolojik körlüklerimizi masaya yatırma, konuşabilme yürekliliğini gösterdiğimizde; emperyalistlere karşı savunma hattımızı kurmuş, bağışıklık sistemimizi güçlendirmiş olacağız.

Renk, dil, ırk, coğrafya, kadın, erkek ayrımı yapmanın gayrı meşru olduğu bir dine mensubuz. Diğer dinlerden olan insanların temel hak ve hürriyetlerine de saygılı, bir arada yaşama kültür ve geleneğine sahibiz. Kabile üstünlüklerine dayanan mevzii çatışmalar olsa da Ulus-devlet modeli, tarihimiz boyunca olmadı. Tarihi şartların getirip dayattığı modelin yüz yıldır açmazlarını, acılarını, yıkımlarını yaşıyoruz:

Emperyalistlere karşı savaş verip onların ideolojilerini benimsedik…

Aziz İslâm dinini geri kalma nedenimiz olarak ilân ettik…

Kürtler, Araplar ve diğer halklarla bin yıldır beraber yaşadığımızı unuttuk…

Beyaz adam ırkçılığını hiç düşünmeksizin bünyemize ithal ettik.

Milyonlarca şehidimiz hangi değerler uğruna hayatını feda etti?

Amerika değil de Kürtler mi düşmanımız?

İngiltere değil de Araplar mı düşmanımız?

Çin değil de Türkistanlılar mı düşmanımız?

Rusya değil de Kafkas halkları mı düşmanımız?

Batılı ülkelerin sokaklarında yürüyen insanlardan bir farkımız var mı?

Zihnimiz, kalbimiz işgal altında. Batılı olmak uğruna her kılığa girdik, yine memnun olmuyorlar.

Köleliği özgürlük olarak sundular, zehiri bal diye içirdiler. Hiç ama hiç itiraz etmedik.

Emperyalist haydutları dost bildik, stratejik ortak ilân ettik. Kardeşlerimizle sorunlarımızı çözmek adına adımlar atmadık.

Yolun sonu görünmedi mi? Bu tiyatroyu, yalan rüzgârını taşıyacak bir şey kalmadı.

Mısır kontrol altına alındıktan sonra geriye kalan İran ve Türkiye’dir. Emperyalistler savaşların maliyetini karşılamakta zorluk çekiyorlar. Kendileri adına halkı Müslüman olan ülkelerin, gurupların, örgütlerin birbirleriyle savaşmasını istiyorlar. Başardılar da.

Emperyalist haydutlar yüz yıl önce giydirdikleri Ulus-devlet deli gömleğini, şimdilerde lime lime etmek için üzerimize çullanıyorlar. Çünkü, yeni dünya düzeninin küresel çeteleri, her etnik yapıya, dinsel guruba, örgütlere, uydu devletçikler vermek istiyor.

Barış, küresel çetelere rağmen zor ve bedeli büyük bir adımsa da yok edilmemizin önüne geçer.

Bünyemizdeki arızaları giderecek, değerlerimizle paralel bir devlet inşasına şiddetle ihtiyacımız var. Sezai Karakoç’un dediği gibi : “Kürt sorunu, Arap sorunu, Arnavut sorunu, Türk sorunu yoktur. Asıl sorun İslâm Milleti’nin parçalanmışlık sorunudur.”

Barış Pınarı harekâtı, Türkiye’nin ve Ordu’nun yüzünü tarihi misyonuna, değerlerine döndüğünde daha anlamlı hale gelecektir. Geçmişte derinliğimiz, gücümüz, zenginliğimiz olan etnik farklılıklarımız bugün ayrılıkçılığa dönüşmüşse kendimizi sorgulamalıyız. Sadece söylem düzeyinde kalmadan, kendimiz için istediğimizi, Kürt, Arap ve diğer kardeşlerimiz için de istersek, kalplerin fethine yaklaşabiliriz. “Evimizin asi çocuklarını” kazanacak irademiz de olmalı. Düşmanlık da yapsalar nihayet ölenler bizim çocuklarımız, Amerikan askerleri değil. Güçlü olmazsanız barış inşa edemezsiniz. Askeri harekât, siyasal çözümün sadece bir adımıdır. Parçalanmışlık sorunumuzu çözme niyetimiz, azmimiz, kararlılığımız olduğunda geleceğimizi emperyalist sırtlanların ağzından kurtarabiliriz.

Kaynak: hertaraf.com



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz