Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Akıllı şehirler, akleden kalplere ne fayda sağlar?

´´Batı; sanayi devriminden beri iğfal ettiği şehirlerin yerine nefes alınacak şehirler yaratmaya çalışıyor, tükettiği enerji kaynaklarını idareli biçimde kullanıp yaşamdan geri kalmamanın yollarını arıyor. Bizse zaten kaçırdığımız teknoloji ve modernleşme

Akıllı şehirler, akleden kalplere ne fayda sağlar?

Dünyanın çivisini çıkaranlar, o çiviyi yerine bir milim çakma niyetine düştüklerinden beri pek çok kavram girdi hayatımıza: ?Yavaş Şehir?, ?Sürdürülebilirlik?, ?Geri Dönüşüm?, ?Yenilenebilir Enerji?... ?Akıllı Şehir? de yeni tanıştığımız kavramlardan biri. Akıllı şehirler, şehirlerdeki elektronik verilerin bir ?akıl´ vasıtası ile yorumlanıp buna göre tüm hizmetlerin ya da bir kısmının şekillendiği ve sunulduğu şehirlerdir diyebiliriz. Örneğin, İBB Cep Trafikuygulaması, İBB´nin anlık topladığı verilerle harita üzerindeki yoğunluğu gösteriyor ve biz de buna göre hareket ediyoruz. ?Akıllı? nitelemesi olan ürünler ve hizmetler fonksiyon olarak seleflerine göre çok gelişmiş ve pek çok cihazla bağlantılı olduğu için, akıllı ismini mecaz olarak alıyor; diğer yandan da barındırdığı özelliklerle insan aklının ortaya koyacağı şeyleri kolaylaştırdıkları, hızlandırdıkları, yaptıkları ve tasarladıkları için mecazdan çıkıp gerçekten akıllı kelimesini hak ediyorlar.

Ulaşım-İslam ya da ulaşım-tasavvuf ilişkisi mi?

Akıllı Şehirler konusunda, 1-3 Haziran ve 1-3 Aralık´ta İstanbul´da gerçekleşen iki kongreye değinmek gerekiyor. İlki, uluslararası bir etkinlik olan ?Smart City Expo?nun İstanbul ayağıydı. Kongre konuşmacıları arasında Süleyman Seyfi Öğün´ü ve Ersin Nazif Gürdoğan´ı görmek beni sevindirdi fakat sonradan programları değişmiş olacak ki bu iki isim konuşmacı listesinden çıkarıldı. İkinci kongre, İstanbul Ulaşım Kongresi´ydi; ulaşımda ve şehirde yeni yaklaşımların ve uygulamaların, özellikle yeni teknolojiler ve verilerle şekillenmesi üzerine beş senedir düzenlenen bir etkinlik. Bu kongrede de Prof. Dr. Süleyman Uludağ ismini görünce ?acaba Süleyman Hoca ulaşım-İslam ya da ulaşım-tasavvuf ilişkisini mi inceleyecek? demiştim ki; durumun bir isim benzerliğinden ibaret olduğunu anladım. Şaka bir yana, aslında bu tarz incelemeler absürd değil, gereklidir. Şehir deyince akla gelen isimlerden biri olan Sadettin Ökten´in dediği gibi, ilmihallerin sonuna yeni zeyller yazılmalıdır ve modern karşılaşmalar İslam´a göre yorumlanmalıdır.

Akıllı şehirler neyi çözecek?

Akıllı şehirler konusunda kişisel ilgilerimin ve kongrelerin neticesinde aklıma gelen temel sorular şunlar oldu: Akıllı şehirler neyi çözecek? Akıllı şehirleri kimler inşa edecek? Bizim akıllı şehrimiz nasıl olacak? Bizim akıllı şehrimiz nasıl olmalı/ydı?

Akıllı şehirler özellikle kalabalık şehirlerin problemlerini çözecek, zorluklarını kolaylaştıracak ya da şehir operasyonlarına yeni yaklaşımlar getirecek. Örneğin Finlandiya´da çöp kamyonları rotalarını çöp kutularına konulan cihazlardan alınan verilere göre belirliyor, eğer kutu dolu değilse ve tahminen o gün dolmayacaksa o bölgeye gitmiyor ve bu sayede yakıttan, insan gücünden tasarruf elde ediliyor, gürültü kirliliği ve olası metan gazı patlamaları önleniyor. Akıllı şehir uygulamaları sadece kalabalık şehirlerde değil, her şehirde hayata geçirilebiliyor. Örneğin Singapur´daki şehirlerde drenaj sistemi sensörlerle izleniyor ve sel baskınları bu şekilde takip ediliyor.

Müteahhitlerimiz, teknoloji felsefesi, şehir sosyolojisi ve insan psikolojisinden anlıyor mu?

Akıllı şehirleri işadamları ve akademisyenlerle birlikte kamuda karar alma yetkisine sahip olan seçilmişler ve bürokratlar inşa edecek. Bizdeki uygulayıcıların akıllı şehir sürecini kendimize özgü bir şekilde yürüteceğinden hiç şüphe yok. Kongrelerdeki yabancı ve yerli konuşmacılar arasındaki fark bize bu durumu gösterdi. Yabancı konuşmacılar, yalnızca birer teknokrat değildi. Giriş seviyesinde bile olsa bir teknoloji felsefesi, şehir sosyolojisi, insan psikolojisi, çevre duyarlılığı ile yaptıkları işin uyumluluğunu hesaba katıyorlardı. Teknolojik uygulamaların yanı sıra çevreden, şehir planından, şeffaflıktan, mikro ve makroekonomiden, sosyal politikalardan da bahsettiler. Yerli konuşmacılar ise neredeyse bütünüyle teknokrattı. Akademisyenler tamamen sayısal bilimlerden, işadamları tamamen kâr odaklı yapıp etmelerden, kamu yetkilileri de işadamlarına ve halka sağladığı kolaylıklardan bahsettiler. Hemen hepsi mühendis kökenliydi. Oysaki sosyal bilimler olmadan sayısal bilimlerin tatbiki, insanı ve düşünceyi ortadan kaldıran bir duruma yol açıyor. Belli ki Batı´da akıllı şehir süreci bizdekinden daha tartışmasız ve problemsiz olacak çünkü modernleşme tecrübesi, kent politikaları, teknoloji üretimi ve proje yönetimi bizden çok daha ileride.

Türkiye´de aslında tam tersi olması gerekirken, akıllı şehirleri insan duygularını ve düşüncelerini hiçe sayan bir aklın inşa edeceğini görmek beni üzüyor. Bunun haricinde henüz halihazırda bir şehir politikamız bile yokken; reklam amaçlı, ?biz de eksik kalmayalım?cı yaklaşımlarla talip olunan akıllı şehir uygulamaları ile milletin servetinin yöneticiler tarafından çöpe atılması hiç de uzak bir ihtimal değil. Belki küçük uygulamaların değil ama büyük işlerin büyük müteahhitlere verileceği de gün gibi aşikar.

Toplanan verilerin herkesle paylaşılması gerekliliği

Akıllı şehirler hakkında konuşanların mutabık olduğu bir konu var: Bağımsız çalışmalar ve müteşebbisler için, toplanan verilerin herkesle paylaşılması gerekliliği. Pek çok önemli veri kamunun elinde olduğu için ve imkânlardan ötürü müteşebbisler bu verilere ihtiyaç duyuyor. Kamunun elindeki bilgilerin kamu yararı için herkese açılması aslında çok Müslümanca bir tutum. Şimdilik Türkiye´de böyle bir uygulama, devletin görevlilere empoze ettiği tedbir, tembellik ya da bencillik sebebiyle mümkün değil. Bu durum Avrupa, hatta Amerika ülkelerinde ise bizdekinden daha Müslümanca, yani daha paylaşımcı. 15 yaşında bir çocuk, Londra Belediyesi´nin sunduğu merkezi verileri kullanarak kâr amacı güden ya da gütmeyen, fisebilillah bir hizmet sağlayabiliyor. Halka sunulan bu tarz ücretsiz hizmetlere modern hayrat diyebiliriz aslında. Ne yazık ki şu an Türkiye´de modern hayırda yarışanlar pek fazla değil.

Şehrin sorunlarını arttırmak için değil çözmek için geliştirilen bir konsept: Akıllı şehir

Smart City Expo Kongresi´de İstanbul Uluslararası Finans Merkezi´nin maketi ve tanıtımı vardı. Finans Merkezi devasa binalardan ve çok geniş bir araziden oluşuyor. 7/24 canlı olan bir yaşam alanı amaçlanıyor. Isı, ışık, koku sensörleri; enerji tasarrufu uygulamaları; dijital ve canlı güvenlik önlemleri ile küçük bir akıllı şehir ile karşı karşıya olacağız. Yöneticilerimiz bu projenin İstanbul´a tamamen maddi faydalarını düşünüyor ve projeyi hayata geçiriyor. Oysaki Ataşehir´in ve İstanbul´un nüfusunu yüzbinlerce arttıracak bir projenin maddi ve manevi zararlarını hepimiz tahmin edebiliriz. Akıllı şehir, şehrin sorunlarını arttırmak için değil çözmek için geliştirilen bir konsept. Maalesef Türkiye´de bu konsept maddi kâr odaklı hedefler için vasıta olacak. Trafiği nasıl azaltabiliriz, şehre göçün önüne nasıl geçeriz değil de; daha da fazla aracı insanları tam olarak çıldırtmadan trafiğe nasıl sokarız, şehre yeni göçlerin yaratacağı problemleri şehrin yerlilerine nasıl çaktırmayız gibi sorulara cevap arayacaktır bizim akıllı şehirlerimiz.

Problem çözmeye ve kolaylaştırmaya odaklı akıllı şehirler, hayatımıza ironik bir şekilde yeni problemler de getirebilir. Örneğin veri akışındaki kopukluk, yanlış ölçümleme, teknik aksaklıklar, siber terör; düzeni bir anda kaosa çevirebilir, tıpkı Çin´de olduğu gibi. (Trafik lambalarının devre dışı kalmasıyla Xi´an şehrindeki kaos)

Seyrimde bir şehre vardım

Peki, biz akıllı şehir uygulamalarına intibak etmeli miyiz? Yumurta mı tavuktan çıkar, tavuk mu yumurtadan çıkar misali; bu soruyu sormadan önce ya da sorduktan sonra, ilk olarak şunlara cevap bulmalıyız: Teknoloji zararlı mı? Zararlıysa, tamamen mi kısmen mi? Kısmense hangi ölçüde, nerelerde teknoloji kullanabiliriz? Tamamense; ilmin ve irfanın inşa ettiği şehirlerimiz mazide birer güzel hatıra mı, yoksa bir geri dönüş umudu var mı?

Halkın ve yöneticilerin kâdim şehir yapımızı arzulamadığı ya da umursamadığı aşikâr. Turgut Cansever´in bir Türk mahallesi oluşturma çabalarının halkta ve yöneticilerde makes bulmaması buna delildir. Camiyi ve pazarı ortaya alan, insanların birbirine selam verdiği, havanın tertemiz olduğu, suların içilebildiği, sahilinde yüzülebilen, binaları insani ölçülerdeki, müstakil ve bahçeli evlerden müteşekkil İslam ve insan şehri, artık bir hayal. Bu hayale bir ricat olmayacağına inandığım için, eldeki kaotik çarpık kenttense içim yana yana daha düzenli ve stabil bir teknokenti tercih ediyorum. Bu yüzden, düzgün yapılması kaydıyla akıllı şehir konseptini tatbik etmeliyiz diyorum. Teknolojiyi kullanarak elde kalan eskimez güzelliklerimizden faydalanmanın yollarını aramalıyız. Ardından tatlı bir hayale dalıyorum: Demiri tavında döven, eğip bükmesi zor olan ?ratio?yu şekillendiren, çatıyı yere düşürmeden evin dört duvarını değiştiren, ruhsuz insanların ve şehirlerin kalbine kan pompalayan âkil kalp ehilleriyle dolu bir şehir...

Akleden kalplerin inşa ettiği kendi şehirlerimizi tarumar ettik

Batı, ruhtan yoksun olduğu için ancak bedenini güzelleştiriyor, sunî kan ile vücudu canlandırma yolları arıyor fakat bir türlü bulamıyor çünkü ruhu yok. Ruhu yok ve bunun farkında değil, buna rağmen arayışa devam ediyor. ?Akıllı Şehirler? de, ?Yavaş Şehirler? de bedeni canlandırma arayışının duraklarından biri. Kâdim şehirlerimizden Taraklı ilçemizin de ünvanı olan ?Yavaş Şehir?; ruhuyla, canıyla, kanıyla, ziyadesiyle bizim şehir tarzımızdı. Mevcut kaynakları hizmete dönüştürürken yapılan faaliyetin devamlılığını sağlamak anlamına gelen ?Sürdürülebilirlik? de ziyadesiyle bizimdi. Doğaya zarar vermemek, atık yaratmamak bizim hasletlerimizdi.

Şimdi Batı; sanayi devriminden beri iğfal ettiği şehirlerin yerine nefes alınacak şehirler yaratmaya çalışıyor, tükettiği enerji kaynaklarını idareli biçimde kullanıp yaşamdan geri kalmamanın yollarını arıyor. Bizse zaten kaçırdığımız teknoloji ve modernleşme trenini yakalayıp binebilmek için trenin ardından koşturup duruyoruz. Heyecanla koşturduğumuz için de dönüp ardımızda neleri, kimleri bıraktığımıza bakmıyoruz. Trende bizim de koltuğumuz olsa, diğer yolcular gibi binip seyahat etsek gam yemeyeceğiz fakat biz bu yolun yolcusu olmayı da beceremiyoruz. Trenin çıkardığı zehirli dumanı yutmakla övünüyoruz. Batı´nın akıllı şehirlerine gerek duymak için, akleden kalplerin inşa ettiği kendi şehirlerimizi tarumar ettik. Umulur ki karar alıcıların akılları başına gelir, treni kaçırdığımızı kabullenip ?yeni bir yol? ararız.

 

Ömer Yüceller



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz