Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

105- FİL SÛRESİ

Kur'an Dersleri / Dirâsâtü'l Kur'ân Tefsir'nden FİL SÛRESİNİ Veriyoruz Okunması... / Hazırlayan Ali BULAÇ

105- FİL SÛRESİ

105- FİL SÛRESİ

Mekke'de indirilen bu sûre 5 âyettir. Kâfirun (109) sûresinden sonra, Felak (113) sûresinden önce indirilmiştir. İsmini ilk ayette geçen "fil" kelimesinden almaktadır.

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

Rahmân Rahîm olan Allah'ın adıyla

أَلَمْ تَرَ كَيْفَ فَعَلَ رَبُّكَ بِأَصْحَابِ الْفِيلِ {1} أَلَمْ يَجْعَلْ كَيْدَهُمْ

فِي تَضْلِيلٍ {2} وَأَرْسَلَ عَلَيْهِمْ طَيْراً أَبَابِيلَ {3} تَرْمِيهِم

بِحِجَارَةٍ مِّن سِجِّيلٍ {4} فَجَعَلَهُمْ كَعَصْفٍ مَّأْكُولٍ {5}

1. Rabbinin fil sahiplerine neler yaptığını görmedin mi?

2. Onların 'tasarladıkları planlarını' boşa çıkarmadı mı?

3. Onların üzerine Ebabil kuşlarını gönderdi.

4. Onlara 'pişirilip-sertleştirilmiş balçık taşları' atıyorlardı;

5. Sonunda onları, yenik ekin yaprağı gibi kıldı.

Kaynakların verdiği bilgilere göre Himyer Kralı Zunüvas, Yahudiliği kabul edip resmi din ilan ettikten sonra Yemen Hıristiyanlarına baskı uygulamaya başladı. Habeşliler, hem Yemenli dindaşlarını baskıdan kurtarmak hem Hind deniz ticaret yolunu kontrol etmek üzere Yemen’e savaş açtılar, Himyerlileri bozguna uğratarak oraya hâkim oldular. Bu olaydan sonra yönetimi tamamen ele geçiren Ebrehe (İbrahim bin el Eşrem) Habeş Kralının da desteğini alarak nüfuz sahasını genişletmeye ve bu çerçevede bölgeyi Hıristiyanlaştırmaya koyuldu. Önünde Araplar büyük engel olarak duruyordu. Çünkü Araplar Hıristiyanlığı kabul etmedikleri gibi Kâbe diye yüzyıllardan beri yarımadanın dini merkezi konumunda ve her sene hacıların ziyaret ettiği mabetleri vardı.

Ebrehe başlangıçta "kulleys" veya "kalis" diye isimlendirilen büyük bir katedral inşa edip bu yapıyı Kâbe’ye alternatif bir mabet yapmayı düşündü. Pek önem verdiği kiliseye herkesin gelip ziyaret etmesini istedi, Arapları da San’a'daki bu mabede yönlendirmek istediyse de Araplar bunu reddettiler. Hatta rivayetlere göre Kinane kabilesinden biri San’a’daki bu mabede gidip içine pisledi, başka rivayetlere göre kundakladı. Bunun üzerine Ebrehe kızgınlıkla Mekke’ye gidip Kâbe’yi yıkmak üzere yola çıktı. Onun değerlendirmesine göre Kâbe’yi yıkacak olursa Araplar zorunlu olarak San’a’daki kiliseye yönelecek, bu arada Mekke, güney ile kuzey arasındaki ticaret güzergâhının kilit noktası olmaktan çıkacaktı.

Ebrehe'nin ordusunda Arapların pek yabancısı olduğu filler vardı. Ebrehe’nin bindiği file "mahmut (mamut-mamod)" ismini veriyorlardı. Mekke önlerinde üç fersah, yaklaşık 17,5 km yakınlarında Mugammes denen bir yerde konaklandılar. Bu arada 60 bin kişilik Ebrehe ordusuna bağlı bir müfreze çevrede otlanan hayvanlara el koydu, bunların arasında Efendimiz (s.a.)’in dedesi ve o zaman Kureyş’in reisi Abdulmuttalib’e ait 200 deve de vardı.

Ebrehe’nin niyeti katliam yapmak veya Mekke’yi ele geçirmek değil, Kâbe’yi yıkmaktı. Mekke’nin önde gelenleriyle görüşmek istedi, niyetini Abdulmuttalib’e iletti. Bu durum karşısında bir değerlendirme yapan Abdulmuttalib’in kanaati şuydu: Bu kadar büyük bir orduyla savaşacak güçleri yoktu, adamlarına Mekke’nin civarındaki dağlara, tepelere çıkmalarını öğütleyip şunları söyledi:

"-Kâbe Allah’ın ve dostu (halili) İbrahim’in evidir. Eğer O yıkılmasına karar vermişse Ev ve harem O’nundur." Develerini istemek üzere Ebrehe’yle görüşmeye gittiğinde, Ebrehe ona saygı gösterdi, hatta tahtından inip yanına oturdu, dileğini sordu. Abdulmuttalib sadece develerini isteyince pek şaşırdı ve:

"-Seni ilk gördüğümde beğenmiştim. Konuşunca değerini düşürdün. Ben senin ve atalarının dini olan Evi yıkmaktan bahsediyorum, sen develerinin derdine düşmüşsün" dedi. Abdulmuttalib, gayet sakin bir sesle şu cevabı verdi:

"-Ben develerin sahibiyim. Kâbe’nin sahibi başka, onu sahibi korur."

Abdulmuttalib develerini alıp hemşehrileriyle beraber Mekke’nin dışına çıktı.

       Ertesi gün Ebrehe Mekke’ye saldırı emrini verdi. Anlatımlara göre üzerine bindiği fil bir türlü adım atmıyordu. Yüzünü Yemen veya Şam’a doğru çevirdiklerinde adım atıyor, Kâbe’ye çevirdiklerinde kımıldamıyordu. Ebrehe’nin ordusu tam Mekke’ye saldıracakken gökyüzünde daha önce görülmemiş bir kuş sürüsü belirdi, gagalarında ve ayaklarında taşıdıkları nohut veya mercimek büyüklüğündeki taşları askerlerin üzerine atmaya başladılar. Söz konusu cisimlerden kendisine isabet eden asker anında yere düşüyor, derisi soyuluyor, çürüyor ve ölüyordu. Bir anda ve beklenmedik şekilde Ebrehe’nin ordusu çil yavrusu gibi dağıldı. Büyük zayiat verdiler, Ebrehe’nin de kendisi vücudu lime lime olmuş vaziyette San’a'ya kendini zar zor attı, kısa sonra da öldü.

        Hakikaten Yüce Allah, Abdulmuttalib’in dediği gibi Evi’ni korumuştu. Dehşetin önemine binaen Araplar bu olayın geçtiği yıla "Amu’l fil (Fil senesi)" adını verdiler, neredeyse bir milat oldu. Mekke halkı yarım adada büyük saygınlık kazandı, uzun süre çevre kabileler onları "Ehlüllah (Allah’ın halkı)" diye andılar. Efendimiz’in de doğduğu yıl olan bu olayın 569, 570 veya 571’de Şubat ayında cereyan ettiği yolunda görüşler vardır. Efendimiz’in bu olaydan 50 gün sonra doğduğu tahmin edilmektedir.

       Bazı nakillere göre, Araplar fil olayından çok etilendiler, öyle ki 10 sene putları Kâbe’ye sokmadılar, fakat sonra tekrar putperestliğe döndüler.

        1. ayette şöyle sorulur: "Rabbinin fil sahiplerine neler yaptığını görmedin mi?" Bir olayı yerinde müşahede etmeyene bu türden bir soru soruluyorsa, bunun anlamı "nasıl görmezsin, orada değil miydin?" demek değil, "haberin yok mu, duymadın mı, bilmedin mi?" demektir. Tabii ki Araplar arasında hayli meşhur olan bu olaydan Hz. Peygamber (s.a.)’in haberi vardı. Bu olay gerçektir, yaşanmıştır, tevatür derecesinde nakledilmiştir, belli bir hikmete dayalı olarak vuku bulmuştur. Nitekim görünürdeki muhatap Hz. Peygamber ise de, gerçekte Kureyş’in tamamınadır, zira onlar bu olayı biliyorlardı, topu topu üzerinden 40 sene geçmişti. Bu yüzden Ebrehe’nin nereden geldiği, neyi hedeflediği belirtilmemiştir, çünkü vahyin ilk muhatapları bunları biliyordu.  Olaydan çıkarılması gereken dersler vardır. "Fil sahipleri"nden kasıt Ebrehe’nin her açıdan yüksek donanımlı ordusudur, ordu fillere atfedilmiştir.

Ebrehe’nin ordusunu yenmiş yaprağa, askerleri ölüm tarlasında çiğnenip atılmış lokmalara dönüştüren olay Allah’ın fiillerindendir. Yüce Allah, Ebrehe ve ordusunun planlarını, komplo ve tuzaklarını (keydehum) boşa çıkardı. Niyetleri Kâbe’yi yıkmak ve Arapları Hıristiyanlaştırmak suretiyle bütün yarımada üzerinde siyasi ve ticari hâkimiyet kurmaktı. Yolunu şaşırıp yanlış yola girenler gibi, Ebrehe ve ordusu da yanlış yola girdiler, Allah’ın Evi’ni yıkma gibi bir şenaate teşebbüs ettiler. Ancak plan ve hileleri boşa çıktı, neye uğradıklarını şaşırdılar, kendi kötü niyetleri ve komploları içinde boğuldular (10/Yunus, 21).

Hayli trajik olan husus şu ki, fillerin kullanıldığı 60 bin kişilik donanımlı bir orduyu "kuşlar" darmadağın etmiştir. Biri kara hayvanlarının en irisi, diğeri havada uçan küçük bir hayvan. Yüce Allah dilerse, egosu, kibri ve gücü fil gibi kabarmış kralları, imparatorları, tiranları, zorbaları ve ordularını yerle bir eder. Tek kelime ile kuşlar versus(yani kuşlar fillere karşı) fil. Bu böyledir! Çünkü  "Göklerin ve yerlerin bütün orduları Allah’ındır." (48/Fetih, 4.)

"Keyfe fea’le (nasıl yaptı)?" Mutlak irade ve kudret sahibi Allah, fiilleriyle bir kere daha tarihin akışına müdahale etmiş oldu; İbrahim’in ateşte yanmasına, Musa aleyhisselâm ve kavminin suda boğulmasına izin vermediği gibi, son vahyin merkez noktası ve sembolü Beyt-i Atik’in, Kâbe’nin yıkılıp yok olmasına da izin vermedi. Buna izin vermediyse, son peygamberin tebliğinin akim kalmasına da izin vermeyecektir. Bu Ev, "kıyamete kadar tavaf edenler, ayakta duranlar/kıyam edenler, rükû ve secde edenler için tertemiz tutulacak" (22/Hac, 26) ve korunacaktır.

 3. ayette geçen "ebabil kuşları" " ebabil" diye anılan bir kuş türü değil, sürü sürü, bölük bölük, grup grup kuşlar demektir. Dilciler zayıf bir ihtimal olarak ebabil’in "bülbül" kelimesinin çoğulu olduğunu söylemişlerdir. Yine dilcilere göre tekili olmayan çoğul bir kelimedir. İbn-i Mes’ud, ebabilin "uçan fırkalar" olduğunu söylemiştir, bu da hayli ilginçtir. Modern zamanların bazı tefsircilerine göre Ebabil, belli bir kuş türü olmaktan çok, uçan varlıkların sıfatıdır. Buna göre "tayr" kuştan sineğe, mikroba veya havada hareket eden, uçan varlıklara denir. Böyle olunca ebabil:

a) Mahiyetlerini bilemediğimiz bazı varlıklar;

b) Patlayan yanardağın püskürttüğü volkanik lavlar, cisimler, ateş parçaları;

c) Bedene sirayet ettiğinde öldürücü hastalıklara yol açan mikroplar olabilirler.

"Siccil" sertleş(tiril)miş taş olup (11/Hud, 82); "secl" kökünden kova; "tescil"le ilişkilendirildiğinde adrese teslim silah demektir. Yani sertleşmiş küçük cisimler yukarıdan kovadan suyun boca edilmesi gibi Ebrehe’nin orduları üzerine yağdırılmış, kuşlar adeta hava bombardımanıyla askerleri ceset tarlasına çevirmişlerdir. İbn-i Abbas, kelimenin Farsçadan (seng ve gil) alınma olup Arapçaya girdiğini söyler. Bu olayda azabın yukarıdan geldiği açıktır. Allah başka zamanlarda da mücrim kavimlerin üzerine gökten azap yağdırmıştır (7/A’raf, 182).

Bir başka açıklamaya göre "tayran" kelimesi nekre (belirsiz) geldiğinden bunlar tanınmış kuşlar değildir. Muhammed Abduh "Amme Cüzü Tefsiri"nde (s. 437-438) bunların mikrop taşıyan sinekler olduğunu söyler. Bundan hareketle gökte uçan veya nakille bir yerden bir yere taşınan her şey veya infilak eden dağların etrafa saçtığı volkanik maddeler olabileceği düşünülmüştür. Muhammed Esed, Ferid Vecdi ve Cevad Ali gibi zatlar da bu türden yorumlara iştirak ederler. Buna göre kuşlar askerlere veba, çiçek hastalığı veya kızamık bulaştıran mikroplar aşılıyorlardı. Abduh’un bu açıklaması akla yatkın değil, çünkü söz konusu hastalıklar insana bulaşır bulaşmaz hemen öldürmez, tedavi edilmeden mikrobun belli bir süre vücutta barınıp gerekli tahribatı yapması lazım. Oysa ebabil kuşları taşıdıkları cisimleri attıkları anda askerler oracıkta can veriyordu, bu yüzden ayette "atma" fiili "termihim" olarak gelmiştir.

Kuşlar ağızlarında ve ayaklarında tuttukları küçücük cisimleri atıyorlardı. Bunun yumuşak bir atma fiili olmayıp, mermi gibi olağanüstü hızla atıldığını düşünmek mümkün. Hatta üzerine yazı yazılan şey demek olan ‘tescil’den, bu cisimlerin adrese teslim yani her birisinin hangi askere atılacağı önceden tespit edildiği ve askerlerin de onlara tahsis edilmiş cisimciklerle öldükleri söylenebilir. Bu öldürücü cisimleri taşıyanlar kuşlar olabileceği gibi başka canlılar da olabilir. Sonunda askerler hayvanlar tarafından yenilip atılmış ekin artığı gibi yerlere düştüler. "Asf" ekin yaprağıdır.  Hasattan sonra tarlada kalıp rüzgârlar tarafından savrulan, hayvanlar tarafından yenen veya kırılıp savrulan saman ya da kurtların, güvenin, böceklerin yediği ekin yaprağı. Bu yapraklar delik deşiktir, Ebrehe’nin askerlerinin bedenleri de delik deşik, lime lime olmuştur.

Efendimiz (s.a.) Mekke’yi fethedince, ayağa kalkıp hamd-ü senadan sonra şöyle buyurmuştur: "Yüce Allah Fil halkının Mekke’ye girmesine engel olmuştur. Yalnız Mekke halkını, Mekke fethi sırasında bir defaya mahsus olmak üzere Resûlullah ve mü’minler ile cezalandırmıştır. Şunu biliniz ki, Mekke’de savaşmak benden önce hiç kimseye helal olmadığı gibi, benden sonra da hiç kimseye helal olmayacaktır." (Buhari, Lukata, 7; Müslim, Hac, 447-448.)

Yüce Allah bu sûre ile kendi evini Ebrehe gibi azgın birine ve ordusuna karşı koruduğu gibi, Mekke’yi ve Kâbe’yi yine asli misyonuna irca etmek, tevhid dinini ayağa kaldırmak üzere görevlendiren elçisini de korumaya muktedir olduğunu, koruyacağını bildirmektedir. Allah, insan gücünün aciz kaldığı bıçak sırtı anlarda tarihe müdahale eder. Bu olayda da O'nun orduları müdahalede bulundu. "Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır." (48/Fetih, 4. Ayrıca bkz. 74/Müddessir, 31.)

Fil Sûresinin (105) tefsiri bitmiştir. Her şeyin en doğrusunu Allah bilir. Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

 



Anahtar Kelimeler: - SÛRESİ

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz