Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Fehim Taştekin: “Suriye’ye vekalet savaşı ile müdahale eden aktörler başarılı olamadı”

Suriye’deki gelişmeleri yakından takip eden Gazeteci Fehim Taştekin ile bugüne kadar yaşananları ve gelinen noktaya işaret etti.

Fehim Taştekin: “Suriye’ye vekalet savaşı ile müdahale eden aktörler başarılı olamadı”

Fehim Taştekin, evrensel.net’te Şerif Karataş’ın sorularını yanıtladı. Söyleşiyi aşağıya alıntılıyoruz.

Suriye’de iç çatışmaların başlamasının üzerinden 10 yıl geçti. Savaşta milyonlarca Suriyeli toprağından göç etmek zorunda kalırken, binlercesi de yaşamını yitirdi. Suriye’deki gelişmeleri yakından takip eden Gazeteci Fehim Taştekin ile bugüne kadar yaşananları ve gelinen noktayı konuştuk. Başta ABD, Rusya olmak üzere uluslararası egemen güçler ile Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerin Suriye toprakları üzerinde verdiği vekalet savaşını hatırlatan Taştekin, “Suriye’ye vekalet savaşı ile müdahale eden aktörler başarılı olamadı” dedi.

Erdoğan yönetiminin Suriye politikasını “Amerikan-İsrail çıkarlarına muhteşem bir hizmet” olarak nitelendiren Taştekin, “Irak’tan sonra Suriye felç edildi. Halkı insanlıktan çıkartıldı. Bu siyasetin ana operasyon hattı Türkiye oldu. Tezgah Türkiye sınırlarında kuruldu. 5-6 milyon insanın sürgün halinden, ölümlerden ve yıkılmış şehirlerden bu siyasetin mimarları da sorumludur” ifadelerini kullandı.

Taştekin’in sorularımıza yanıtları şöyle:

10 yılı geride bırakan Suriye iç savaşını değerlendirecek olursanız, günümüzde nasıl bir tablo ile karşı karşıyayız?

Ortadoğu halklarının haklı değişim talepleri ülkelerin iç dinamikleri, geçirdikleri tarihsel süreçleri ve en önemlisi jeopolitik gerçeklikleri göz ardı eden bir boyutta yükseldi. O yüzden bu taleplerin çalınması, yolundan çıkartılması ve bastırılması çok zor olmadı. Suriye meselesinin başından beri basitçe muhalifler ile rejim arasında bir sorun olarak çerçevelenmesi asıl belirleyici faktörlerin görmezden gelinmesine neden oldu. Suriye’nin Arap dünyasındaki yeri, Amerikan hegemonyasının şekillendirdiği Ortadoğu düzenindeki ayrıksılığı, Golan’ın işgali yüzünden İsrail ile arasındaki düşmanlık, Rusya ve İran’la ittifak ilişkisi bu ülkenin hedef alınmasındaki temel faktördür. O yüzden olayların daha başında bir vekalet savaşı şekillendi. Türkiye ve Ürdün üzerinden Batı-Körfez ortaklığının süreci silahlandırma operasyonları Suriye’yi bulunduğu stratejik ve jeostratejik bağlamlardan koparma hamlesiydi.

Aslında bu müdahale düzeni 30 yıl sonra Suriye’de kendini tekrar ediyordu. 1978-1982 arasında yaşananlar da Müslüman Kardeşler’in ara yerel aktör olduğu, ABD ve ortaklarının da tahrik-teşvik edici rollerde devrede bulunduğu bir silahlı kalkışma, iç çatışmaları körükleme denemeleriydi. Aynı tezgah farklı bir senaryo ve dozu onlarca kat artırılmış bir müdahaleyle geldi. İlkinin sonuncu çok kanlı bir şekilde Müslüman Kardeşler’in ezilmesi ve halkın gözünde ‘terör örgütü’ olarak mahkum edilmesiyle sonuçlanırken ikincisi çok çetrefilli bir tabloya yol açtı. Suriye devleti çok zorlandı, feci şekilde kanatları yere düştü ama yıkılmadı. Bu bakımdan Suriye’ye vekalet savaşı ile müdahale eden aktörler başarılı olamadı.

RUSYA VE İRAN KRİTİK ROLLER ÜSTLENDİ

Suriye’nin Soğuk Savaş döneminden beri müttefiki Rusya ile 1979’dan beri dostu olan İran bu savaşın seyrini değiştiren kritik roller üslendi. 2013’te Hizbullah’ın Kuseyr cephesine müdahil olup Şam’ı güvenceye almasındaki katkısı Suriye’yi uçurumun kenarından çeken en kritik müdahaleydi. Kalamun cephesinin temizlenmesi ikinci önemli dönemeçti. Bu iki cephedeki değişim Lübnan’ın Nusra Cephesi ve öteki cihadi selefiler eliyle ateşe atılmasını da önledi. Sonra Rusya’nın havadan, İran’ın karadan müdahil olduğu 2015’te durum tamamen değişti.

Cephedeki bu değişim öteki aktörlerin de siyasetlerinde kırılmalara yol açtı. Muhalif cephedeki Özgür Suriye Ordusu cilası atmış, altındaki cihatçı yığınlar artık kendi renk ve bayraklarıyla baskın hale gelmişti. IŞİD’in kendi hilafetini ilan etmesi bu cephede kanlı iç hesaplaşmalara yol açtı. ABD, IŞİD’e karşı savaş konsepti ile Suriye’ye girip Rusya’nın önünü kesti. Fırat iki büyük güç arasında etki-nüfuz hattı haline geldi. Bu süreçte sadece IŞİD değil baskın çıkan onlarca örgütün Suriye’ye biçtiği geleceğin karanlık bir modelden ibaret olduğu anlaşıldı. Bu bir bakıma muhalif güçleri “ılımlılar” efsanesiyle destekleyen pek çok taraf için de şok ediciydi.

Beri tarafta Kürtler kanton sistemiyle başlayıp demokratik özerkliğe evrilen bir çabayla alternatif bir model ortaya koymuş oldular. ABD, Kürtlerin öngörülebilir bir direniş hattı kurabildiğini görünce YPG-SDG ile ortaklığa değer atfetti. Bu Türkiye’yi kışkırttı. Türkiye’nin Fırat Kalkanı harekatı ile sahaya intikali IŞİD’e karşı operasyon olarak gösterilse de asıl hedef Kürtlerin Kobanê’yi kurtardıktan sonra Afrin’e kadar ilerleme planının önünü kesmekti. Kuşkusuz Türkiye, bugün olmasa yarın Amerikan desteğiyle Kürtler tarafından bölgeden çıkartılacağı anlaşılan IŞİD’i kendisi el Bab’a kadar kovalayarak “IŞİD’i destekleyen ülke” etiketinden kurtulmayı da hedefledi.

TÜRKİYE’NİN İKİLİ SİYASETİ KASILA KASILA İLERLEDİ

Türkiye’nin Suriye siyaseti hangi temeller üzerinde oturuyor?

ABD’nin Kürtlerle ortaklığına tepki olarak Türkiye, Suriye siyasetini iki eksene oturttu: Azez-Cerablus-el Bab üçgeni ile Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve diğer cihatçıların elindeki İdlib’i Suriye devletine karşı bir tampona dönüştürmek. İkincisi Kürt koridoru dediği sınırların 30-40 kilometre derinliğindeki bölgeyi tamamen Antikürt koridoruna çevirmek. Bu sadece özerklik projesini çökertmeyi değil Kürt bölgelerinde Kürtler aleyhine demografiyi değiştirmeyi de içeriyor.

Bu arada ABD-Kürt ortaklığının Ankara’da yol açtığı hayal kırıklığına ilaveten Rus uçağının düşürülmesi ve Rus büyükelçisinin Ankara’da öldürülmesi Türkiye’yi el mahkum Rus oyununa itti. Rusya, İran ve Türkiye arasında Astana süreci bu zeminde gelişti. Türkiye’nin ikili siyaseti Astana’nın sunduğu imkanlar ve yaptırdığı frenler arasında kasıla kasıla ilerledi.

Afrin’e yönelik Zeytin Dalı harekatı, Tel Ebyad (Girê Sipî) ve  Rasl’ul Ayn’a (Serê Kaniyê) yönelik Barış Pınarı harekatı Antikürt koridoru hedefiyle geliştirildi. Tabii bu son harekat ABD tarafından frenlendikten sonra Rusya ile varılan yeni bir mutabakat sonrası Suriye ordusu ve Rus askeri-polis güçlerinin de Fırat’ın doğusunda kontrol alanlarını artırmasına imkan verdi.

Türkiye Ayn İsa üzerindeki baskıyı artırarak 30 kilometre derinliğindeki koridor planında ısrar ediyor. Erdoğan’ın kafasında bu koridoru kesintisiz İdlib-Afrin’den en doğuda Dicle kıyısındaki Derik’e kadar uzatmak var. Türkiye’ye kuzeyde açılan operasyon sahalarının karşılığında Ankara da Doğu Halep, Doğu Guta gibi cephelerin dağılması, silahlı grupların İdlib cebine çekilmesine yardımcı oldu.

MEVCUT TABLODA ÜÇ KONTROL ALANI VAR

Peki Suriye’deki kontrol alanlarıyla ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Mevcut tabloda üç kontrol alanı var: Ülke topraklarının üçte ikisi Suriye devletinin kontrolünde. Bu alanda İran Devrim Muhafızları, onların güdümündeki Şii milis güçleri, Hizbullah, Suriye ordusunun yedeğindeki ulusal savunma birlikleri ve Rus askeri unsurları yer alıyor.

Dört askeri harekat düzenleyen Türkiye kendi askeri güçleri, Suriye Milli Ordusu ve Ulusal Kurtuluş Cephesi bileşenleri ile birlikte Afrin, Azez, el Bab, Cerablus, Tel Ebyad ve Ras’ul Ayn’ı kontrol ediyor. Türkiye’nin kalkan pozisyonunda olduğu İdlib’de HTŞ ve el Kaide çizgisindeki gruplar hakim. Bütün bu alanı Türkiye ve desteklediği güçlerin kontrol alanı diye kabaca yuvarlamak mümkün. Fırat’ın doğusunda ABD destekli Suriye Demokratik Güçleri kontrollerini sürdürüyor. Bu alandaki Suriye hükümetinin kontrolü geçen yıldan beri arttı.

Irak-Ürdün-Suriye üçgenindeki Tanaf bölgesinde de ABD destekli muhalif bir grup var. IŞİD ise saha hakimiyetini yitirse de Rakka, Deyr el Zor ve Badiya çöl bölgesinde varlığını artan oranda hissettiriyor. Golan cephesinde Nusra’ya desteğini esirgemeyen İsrail ise güney cephesinin Rusların verdiği garantiler sayesinde boşalması sonrasında doğrudan İran’ı vurma gerekçesiyle sürekli olarak Suriye’yi havadan vuruyor.

RUSYA, ASTANA SÜRECİNİ YEDEK BİR PLATFORM OLARAK ÇALIŞTIRDI

Suriye’de diplomatik çözüm adıyla BM gözetiminde başta Cenevre olmak üzere çeşitli Avrupa kentlerinde görüşmeler oldu. Yine Rusya’nın gözetiminde Astana süreci başlatıldı. Bu iki diplomatik sürecin Suriye’ye yansıması nasıl oldu?

Cenevre süreci Rusya’nın da ortak olduğu BM Güvenlik Konseyinin 2254 nolu kararı gereğince siyasi geçişi hedefleyen bir süreç. Bu sürecin Rusya acısından kazanımı Şam’ı, Esad yönetimini meşru görmeyen güçlere muhatap yapmasıdır. Şam açısından ise Cenevre süreci Türk-Amerikan-Körfez ekseninin hedeflediği devir-teslim seçeneğini olabildikçe uzağa itme hatta imkansız hale getirme vesilesidir. Kuşkusuz Şam’ın esnek olmayan tutumu Rusya’yı Astana ortağı Türkiye ve BM Güvenlik Konseyindeki muhatapları düzleminde yoruyor.

Ama Rusya’nın da bu süreçten muradı Suriye’nin Türkiye’nin desteklediği güçlere teslim edilmesi değil. Rusya, Cenevre’yi henüz Suriye’deki gidişattan emin olmadığı bir dönemde kabul etti ama devamında askeri çözümün sınırlarını gördüğünden bataklık senaryosunu bertaraf etmek için paralel bir mekanizma olarak da önemsedi.

Rusya Astana sürecini ise Cenevre’nin kontrollü bir şekilde desteklenmesi için yedek bir platform olarak çalıştırdı. Türkiye’yi kendi oyununa çekip bir al-ver dengesi kurmaya çalıştı. Türkiye destekli gruplar Astana sürecine rıza gösterip buradan Cenevre’ye taşındı. Muhalifler, hükümet ve bağımsızlar şeklinde üç grupla anayasa yazım komitesi kuruldu ama süreç ilerlemiyor. Hükümet üzerinde yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimlerini yeni anayasaya göre düzenleme yönünde bir baskı var ama Şam umursamıyor. Rusya Şam’dan beklediği esnekliği her zaman bulamıyor. Şimdi Biden yönetiminin Cenevre’ye biraz ağırlığını koyması beklentisi var. Ama hiçbir şey belli değil.

İDLİB EN BÜYÜK ‘TERÖRİSTAN’ ENTİTESİ OLMAYA DEVAM EDİYOR

Türkiye’nin desteklediği cihatçı grupların kontrolündeki İdlib’le ilgili gelişmeler nelerdir? Türkiye’nin gözleme noktalarının durumu nedir?

Türkiye, Astana zemininde bu cebi korumak için 12 gözlem noktası kurdu ama Suriye ordusunun sınırlara kadar topraklarını tekrar kontrol altına alma hamlelerini kesemedi. Türkiye’nin onlarca asker kaybettiği müdahalelere rağmen devam eden çatışmalarla M-4 Otoyolu şubat 2020’de ordunun kontrolüne geçti.

Soçi Mutabakat Muhtırası ile ‘Terör örgütlerini elimine etme’ yükümlülüğü altına giren Türkiye’nin gözlem noktaları ile yaptığı şey bu bölgelere kalkan olmaktı. Halep’i Hama, Humus ve Şam’a bağlayan M-5 Otoyolu’nun el değiştirmesinden sonra imzalanan Moskova Mutabakat Muhtırası’ndan beri Türkiye bu kez Halep-Lazkiye koridorundaki M-4 yolunu yeni savunma hattına dönüştürmeye çalışıyor. M-5’te Suriye ordusunun kontrolüne geçen bölgelerdeki askeri gözlem noktalarını çeken Türkiye İdlib’in güneyi ve Halep’in batısında onlarca yeni askeri üslenme noktasıyla tam anlamıyla bir bariyer kuruyor. Bu askeri konuşlanma ile caydırıcılık inşa etmeye çalışıyor.

İdlib’de Türkiye’nin bir yükümlülüğü de M-4’ü ulaşıma açmak. Buna direnen cihatçı güçler var ve açıkça Türk askeri konvoylarını hedef almaktan da kaçınmıyor. Türkiye, bu örgütleri HTŞ eli  ile zapturapt almaya çalışıyor. Fakat Türkiye ile iş birliği, el Kaide çizgisindeki örgütleri bölüyor.

Devamı >>> 

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER