Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

AMERİKA’NIN YAPTIRIMI TEHDİT, YARDIMI ZARAR…

Milli Gazete’den Mustafa Kurdaş’ın ‘konuya dair’ analizi…

AMERİKA’NIN YAPTIRIMI TEHDİT, YARDIMI ZARAR…

Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” Türkiye’de de çok okunan kitaplardan birisidir. Yazarı John Perkins, kendisini “ET” yani “Ekonomik Tetikçi” olarak tanımlıyor kitabında. Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabı ülkeleri nasıl sömürdüklerini, ekonomileri nasıl ele geçirdiklerini; hangi yöntemleri kullandıklarını, bir ülkeyi nasıl bağımlı hale getirdiklerini anlatıyor. Ekonomik tetikçi Perkins, kitabında, devlet başkanlarını nasıl kandırdıklarını, ülkeleri ekonomik yıkıma götürecek yanlış ekonomik politikaları yöneticilere nasıl dayattıklarını, borçlanma tuzağına nasıl düşürdüklerini anlatıyor, bir bir… Trump’ın deyimiyle Amerika adına ülkelerin ekonomilerini nasıl mahvettiklerini ifşa ediyor bir bakıma. Roman da değil, hayal de değil; somut isimler, somut olaylar, itiraf ve ifşa edilen gerçekler...

BİZ EKONOMİK TETİKÇİLER; SİLAH TAŞIMAZ,  BİZİ DİĞERLERİNDEN AYIRAN ZIRH VE GİYSİLER GİYMEYİZ

Kitabın önsözünden bir paragraf alıntı yapacak olursam, ne demek istediğimi anlayacaksınız:

“Biz ET’lerin en iyi yaptığı şeylerden biridir bu: Küresel bir imparatorluk kurmak. Biz, diğer ulusları, (en büyük şirketlerimizi, hükümetimizi ve bankalarımızı yöneten) şirketrokrasiye boyun eğmeye zorlayan koşulları oluşturmak üzere, uluslararası finans kuruluşlarını kullanan seçkin bir grubuz ve mafyadaki muadillerimiz gibi, ‘iyilik’ de yaparız: Bunlar genellikle altyapı (elektrik santralleri, otoyollar, limanlar, havaalanları) yatırımları için verilen borçlar şeklindedir.”

NEDİR BU EKONOMİK YAPTIRIM DEDİKLERİ?

Dikkat buyurun, John Perkins’in bir paragrafı dahi ekonomileri ele geçiren, ülkeleri sömüren küresel ekonomik terör örgütüne dair yeterince bilgi veriyor. Ekonomik Tetikçiler’i, “Biz ET’ler kılıç taşımaz, bizi diğerlerinden ayıran zırh veya giysiler giymeyiz” diye tanımlıyor Perkins. 

Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabını hatırlatmama, bu alıntıları yapmama sebep, Barış Pınarı Harekâtı sürecinde Trump’ın, Amerika’nın ekonomik yaptırım tehditleri…

Önce tehdidin niteliğini tam olarak anlamak için sorumuzu soralım:

Nedir bu “ekonomik yaptırım” dedikleri?

Ekonomik yaptırımlar da küresel terör örgütleri gibi bir dış politika enstrümanıdır. Ekonomik zorunluklarla değil, diplomatik ve dış politikanın gereklerince devreye sokulur. Özellikle bağımlı ekonomilere sahip ülkeler üzerinde en az silah kadar etkili bir enstrümandır. Ekonomik yaptırımlar diplomatik baskıdan daha fazla can yakar. Ambargonun hafifletilmiş halidir… Bazen savaşa gerek kalmaması için kullanılır, ama bazen de bir savaşa hazırlık olarak devreye sokulur. Amerika’nın günümüz dünyasında sık sık başvurduğu bir savaş taktiğidir. Terör örgütleri gibi ekonomik yaptırımlar da Amerika’nın bir başka “sopası”dır aslında. Finansal işlemlerde, ihracat/ithalat işlemlerinde kısıtlamaya gidilen ekonomik yaptırımlar İran, Sudan, Kuzey Kore ve Suriye gibi ülkeler için söz konusu oldu. Bugünse Türkiye için başvurulan ekonomik bir baskı silahı olarak karşımıza çıkıyor.

BİRAZ HAFIZAMIZI YOKLAYALIM… 

Askerimiz Barış Pınarı Harekâtı için Suriye topraklarına adım atar atmaz içeride de endişeli bekleyiş başladı. Günlerce ABD’den gelecek ekonomik yaptırım seslerine kulak kesildik, günlerce endişeyle bekledik. Acaba Amerika Türkiye için hangi ekonomik yaptırımları açıklayacak. Askerimizin başarısızlığına ihtimal vermiyor, ciddi bir kaygı duymuyorduk ama Amerika’dan gelecek her açıklama bizi endişelendiriyordu.

Önce anlamaya çalıştık? Ne diyor bu Amerika? Ne diyor bu Trump? Trump bir öyle bir böyle açıklamalar yapıyor. Aynı cümlede hem övgüler diziyor, Türkiye’yi haklı buluyor hem de Türkiye’yi tehdit ediyordu. Pentagon ve derin Amerikan bürokrasisi ile Trump farklı şeyler söylüyor, ayrı ayrı yerlerde duruyordu. Türkiye’de geç vakitlerde, Amerika’da güneş doğuyor; biz güneşin doğmasıyla birlikte Trump’ın atacağı tweet’leri beklemeye koyuluyorduk. 

Harekât başlar başlamaz iki şey yaptık. Önce askerimize dua ettik. Sonra oturup milletçe Amerika’nın Türkiye’ye reva göreceği yaptırımlarını beklemeye başladık. Ekonomistlerimiz, piyasalar, medya ve tabii ki ülke yöneticileri… Aslında bu bekleyiş bile ekonomimize güvensizliğimizin hem göstergesi hem de sonucuydu.

Trump, günbegün yaptığı açıklamalarla, attığı tweet’lerle bizi ekonomik yaptırımlara alıştırıyordu. Kesin bir yaptırım gelecekti de, acaba hangi büyüklükte, hangi şiddette yaptırım olacaktı bu?.. Maalesef kabullenmiş hatta sindirmiştik Amerika’nın ekonomik yaptırım hadsizliğini... Çok da kızgın değildik Amerika’ya… Belki de daha sert ekonomik yaptırım kararları çıkmasın diye Amerika’yı kızdıracak çıkışlar konusunda titiz davranmak durumundaydı herkes. 

“Mahvedeceğim” diyordu, “perişan edeceğim” diyordu, “yıkacağım” diyordu Trump. Müttefik Amerika bizzat Başkan düzeyinde alenen Türkiye’yi ve halkımızı tehdit ediyordu. Tehdit aslında sadece devletler arası tehdit, hükümetler arası tehdit değil, ekonomik yaptırımların gerçek muhatabı olan halkımıza yönelikti. Sanki Amerika’nın doğal hakkıydı bizi bu yolla pataklaması. Psikolojik savaş doktrini üzerimizde itinayla uygulanıyordu.

Her konuyu iktidarın lehine dönüştürmekle görevli kadroların becerisi malum. Sindirilmesi, hatta kabul edilmesi mümkün olmayacak bu tehditler bile iktidarımızın hanesine yazılmaya, Türkiye’nin başına ne geliyorsa düşmanların işi olarak takdim edilmeye başlandı. Kurulduğu günden bu yana her konuda masum(!) olan iktidarın yaşanan ekonomik sorunlarda da hiçbir suçu yoktu. İktidarımız hata yapmazdı... Nihayet suçlu da ortaya çıkmıştı: “Türkiye’yi mahvederim” diyen Amerika’nındı bütün kabahatler. Trump’ın bazı söylemleri AK Parti’yi aklamak için bulunmaz bir fırsattı. Adam, daha önce de mahvettim, şimdi de mahvederim deyince, şahsiyetsiz saldırı fırsata dönüştürüldü. Oysa, bunların hiçbirisi kötü ekonomi yönetimi ve ekonomi politikalarımızın yanlışlığı gerçeğini ortadan kaldırmıyordu. Çünkü güçlü ekonomiler, iyi ekonomi politikaları tehditlerle, tweet’lerle mahvedilemezdi!

EKONOMİMİZİ, MİLLİ PARAMIZI DA ASKER Mİ KORUYACAK!?

Şimdi konumuza bir başka boyuttan bakalım…

Aslında süreç bizim çıkmaz sokağımızı bize gösteren bir süreç. Bütün bunlara önce gerçek bir teşhis yapalım, bu çıkmaz sokağı fark edelim diye hatırlattım size. Şunu bilmeliyiz ki; bir problemin varlığını kabul etmek, çözüm bulma yolunda atılan ilk adımdır. Çıkmaz sokaktan kurtulmak istiyorsak, önce problemin varlığını kabul edeceğiz, sonra da gereklerini yapacağız. Yoksa bu çıkmaz sokakta birbirimizi kemirmeye, yemeye, bitirmeye devam ederiz.

Problem Amerika’nın ekonomik yaptırımları değil, Amerika’nın bizzat kendisi, Amerika’nın içimizde kökleşen varlığıdır… Türkiye, Amerika’nın ekonomik yaptırımlarının üstesinden bir şekilde gelir... Önemli olan, içimizdeki Amerikan varlığının üstesinden gelmektir.

Maalesef gerekçeler oluştu, olgunlaştı, mecburiyet ortaya çıktı ve mevzileri terörden temizlemek için askeri harekâta soyunduk. Vatanımızın, topraklarımızın emniyeti, bölgenin güvenliği için yaptık, Barış Pınarı dedik. Şu zamanda yer üstü yer altı bütün zenginliklerimizi, üretimimizi, hatta alın terimizi, çalışanımızın, memurumuzun, emeklimizin hakkını içerisinde barındıran ekonomi de vatandan değil mi? Bizim devlet gücümüzü de yansıtan milli paramız da bu vatanın bir unsuru değil mi!?.. En az topraklarımız kadar ekonomimizi, en az sınırlarımız kadar milli para birimimizi de ekonomik tetikçilerin saldırılarından korumamız gerekmiyor mu? Bütçemizi, milli gelirimizi çalmak da bir başka terörizm değil mi!?. Peki ekonomimizi kim koruyacak!?. Asker mi!?.

 “Kılıç taşımayız, bizi diğerlerinden ayıran zırh veya giysiler giymeyiz” diyen ekonomileri öldüren, mahveden ET John Perkins’ler de bir bakıma eli silahlı teröristlerle benzer amaçları gütmüyor mu? Cansız yere serilmiş, mahvedilmiş ekonomilerde yaşamaya mahkûm edenler de insanı öldürenlerle benzer veballeri yüklenmiyor mu? Amerika bizi mahvetmek için bir elinde “terörizm” maşasını, diğer elinde de “ekonomik yaptırım” maşasını tutarken, biz nasıl olur da hâlâ çıkmaz sokağımızda debelenip durmaya razı oluruz?

AMERİKA’NIN DOSTLUĞU DA ZARAR

Türkiye’nin Amerika ile ilişkiler tecrübesi aslında tek eksen üzerinedir. Amerika ile iyi günde de kötü günde de, sonuç hep aynı olmuştur. Sadece kötü günlerimizde değil, Amerika’yla iyi günlerimizde de hep Amerika kazanmıştır! Kötü gün, iyi gün farkı elbette var: Amerika kötü günde hissettirerek, kızarak, sopalayarak; iyi gündeyse severek, yüzüme gülerek hatta överek yapar yapacağını. Burada sorulması gereken soru, Amerika her şartta kazanırken, Türkiye neden her şartta kaybettiğine dair sorulacak sorudur. Cevabı belli bir sorudur bu: Bağımlı olan bağımlılık duyduğuna karşı hep kaybetmeye mahkûmdur. Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Amerika’ya bağımlı hale getirilmiş bir ülkedir.

AMERİKA’NIN YAPTIRIMLARI KADAR YARDIMLARINDAN DA KORK!

Biz bugün Amerika’nın ekonomik yaptırımlarından endişe ediyoruz ya! Oysa ekonomik yaptırımı kadar Amerika’nın desteğinden, yardımından da endişe etmemiz gerekiyor.

• Marshall yardımlarında güya Türkiye’ye yardım ettiler. Bize yardım ederek bizi kendilerine bağımlı hale getirmeye başladılar.

• Lütfedip bize IMF ve Dünya Bankası’nın yardım ve desteklerini gönderdiler.

• Planlı ve yıkıcı askeri ve ekonomik hibeler yaparak bağımlılığımızı güçlendirdiler.

• Borç vererek bizi borca alıştırdılar, şimdi bütçelerimizin büyük bir bölümünü faiz ödemelerine ayırıyoruz, yine de yetişemiyoruz.

• Bizi İslam coğrafyasından bütünüyle kopmamız karşılığında NATO’ya alarak yardımcı oldular.

•  Çekiç Güç’le yine güya bize yardım ettiler; PKK’ya her türlü lojistik destek verdiler, terörü ülkemizin içinde ayakta tuttular.

• Terörle mücadelede istihbarat paylaşımları yaparak da yardım ettiler, ama onlar yardım ettikçe, istihbarat paylaştıkça terörizm eylemlerini çeşitlendirdi.

• Bizi, cumhuriyetimizi korumak için sürekli darbelerle yardım ettiler.

• Son olarak F-35 projesine bizi de dahil ettiler, 1 milyar dolardan fazla paramızı aldılar ama şimdi uçaklarımızı vermiyorlar.

• Eğit-donat gibi ortak projelerle de bize yardıma soyundular, YPG’yi karşımıza diktiler.

Çok yardımsever bir Amerika’mız var anlayacağınız!

EKONOMİK TETİKÇİ AMERİKA’YA KARŞI DA HAREKÂTIN ZAMANI GELMİŞTİR

Amerika ekonomimizi mahvedecekmiş… Zaten bugüne kadar mahvetmekle meşgul değil miydi? Amerika’nın ekonomik yaptırımları kadar, yardımlarından da korkalım. Amerika’nın politik düşmanlığı kadar politik ve diplomatik dostluklarından da endişe edelim. Bizim gerçek krizimiz, içimizdeki Amerika’dır…

Terörizme karşı başlattığımız Barış Pınarı Harekâtı’nın benzerini ekonomik alanda da gerçekleştirme mecburiyetini anlatıyorum aslında. 

Ekemiyoruz, biçemiyoruz; samanımızı-buğdayımızı, etimizi ithal ediyoruz. Üretmiyoruz! Üretemiyoruz! Vatanın bütün sathını etki altına almış, ekonomimizin bütün kademelerinde mevzilenmiş olan bir ekonomik terör var... Ekonomik yaptırımlar artık bir ekonomik kurtuluş harekâtının gerekçelerini olgunlaştırmıştır. İçimizdeki “Ekonomik Tetikçi” Amerika’ya karşı da harekât başlatmamızın zamanı gelmiştir.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz