Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

MODERNLEŞME VE SOSYOKÜLTÜREL AÇIDAN KÜRT MODERNLEŞMESİNE BİR BAKIŞ…

Sait ALİOĞLU'NUN "KONUYA DAİR" ANALİZİ...

MODERNLEŞME VE SOSYOKÜLTÜREL AÇIDAN KÜRT MODERNLEŞMESİNE BİR BAKIŞ…

En Önce Soralım: Modernizm Nedir?

Modernizm batıda keşifler, rönasans ve reform hareketlerinden sonra 16. Ve 17. Yüzyıllarda başlayan bir fikir hareketidir. Bununla beraber modernizm 18.yüzyıldan sonra gittikçe gelişen ve 20.yüzyılda II. Dünya savaşına kadar etkileri yoğun bir şekilde hissedilen fikir ve sanat akımıdır.

*********

Modernite…

Modernite, modernizm’in arkasındaki felsefi, politik, toplumsal yapılanmayı sağlayan bir düşünüş şekli olup modernizm’den cok eskidir.

Marshal Berman “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” adlı eserinin bir yerinde moderniteye dair şu ifadeleri kullanıyor: "Bugün, dünyanın her köşesindeki insanlarca paylaşılan... bir deneyim tarzı var. bu deneyim tarzını modernlik diye adlandırmak istiyorum. modern olmak, bizlere serüven, güç, coşku, gelişme, kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden; ama bir yandan da sahip olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden bir ortamda bulmaktır kendimizi... modern olmak, Marx'ın deyişiyle "katı olan her şeyin buharlaşıp gittiği" bir evrenin parçası olmaktır." (2- Marshall Berman “Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor” S.27)

Yukarıda da belirtildiği üzere, modernite modernizmden de eski olup, modern olma, modern kalma hali olarak düşünülebilir.

Doğu’da ve Batı’da birçok düşünür ‘taraf ve karşıt olarak’ modernite ile ilgili olarak düşünce üretip görüş belirtmişlerdir. Ali Bulaç, moderniteye dair şu ifadeyi kullanıyor: “Temel felsefi varsayımları ve varsayımlara geçerlilik kazandıran kurumsal yapısıyla ‘aydınlanmanın’ tarihsel bir kategorisi…”(Ali Bulaç Kutsala Tarihe ve Hayata Dönüş, S.251)

Buda bize, modernitenin, başta Batı’da olmak üzere, Doğu’da ve İslam içerisinde’ onların argümanlarını yok etmeye çalışan aydınlanma düşüncesi içerisinde konumlanan felsefi ve ideolojik bir paradigma olduğunu göstermesi açısından bir hayli önen arz etmektedir.

Ali Bulaç, modernite karşısında, İslam adına değerlendirilen: ne çatışma ne teslimiyet, çatışmacı İslam mantığı, uyumlu İslam’ın gerekçesi üzeinde durur, bunların tahlil eder ve nihayetinde, moderniteyi aşmak, aşabilmek için ve giderek kadim hale gelmiş bulunan şu soruyu sorar:  “Kısaca bütün bunları tek bir soruda toplamak mümkün: Modernite’yi aşıp modern dünyaya cevap verebilir miyiz?”(Ali Bulaç Kutsala Tarihe ve Hayata Dönüş. S.275-276)

 Modernizasyon…

Modernizasyon, kelime anlamı itibarıyla ‘yenileştirmek, çağdaşlaşmak ve de çağdaşlaştırmak’ demektir. Teknik açıdan ise, silah, makine gibi, bir iş görme adına ‘endüstriyel bağlam içerisinde üretilen ‘alet ve edevatın’ yenilenmesi, ileri bir teknoloji içerisinde yeniden kullanılır hale getirilmesi çağdaş bir çehreye kavuşturulması’ anlamını içerir.  

“Modernizasyon değişim, farklılaşma, endüstrileşme ve laikleşme süreci olarak, ekonomik artış ve istikrarlı demokrasiye ve kapitalist ekonomiye gidiş süreci olarak doğadan ve onun kontrolünden bağımsız olma süreci olarak, Avrupalılaşma, Amerikanlaşma, Batılılaşma gibi sağlıklı, barışçı, uygun başarılı bir toplum oluşumuna giden bir süreç olarak değerlendirilebilir.” (Muhammed Mümtaz Ali, Modernizasyon Kavramı, Haksözhaber)

Modernleşme…

Birçok konuda –bilgi düzeyinde- ya basmakalıp ifadelerin ucuzluğuna kapılarak, ya da karşıtımız olan dünyayı insanı, toplumu, felsefi yapıyı ya da yapıları vb. değerlendirirken, adeta aralarında belirgin bir fark yokmuşçasına aynı kefeye koyup öylece değerlendirdik. Bu değerlendirme biçimi, karşıtı açısından diğer kesimlerde olduğu üzere, bizde de vardı. Örneğin; kendisini solcu olarak tanımlayan hemen herkesi komünist olarak yaftalamak gibi…

Ki böyle bir değerlendirme, modernizm, modern ve modernist kavramlarında olduğu üzere, modernleşme konusunda da aynı garabeti yaşamaktayız…

Bu işin ilk döneminde, değil bizde, belki Batı’da yaşayan Batılı dindarlar içinde geçerli olmuş olabilir. Ama zaman içerisinde, adeta ‘tetiği düşmüş, namlusu kırılmış’ bir silahın, öldürmek için değil, artık klasikten sayılarak sergilenmesi suretiyle yaşayan insanlara hizmet vermesi kabilinden bir işi söz konusu gibi, modernleşmeyi de artık, ideolojik değil, sosyal bir hal olarak değerlendirmek gerekirdi;  “Modernleşme, kurumsal düzeyde Batılılaşma şeklinde yaşansa bile bu yönde bir kültürel modernleşmeden söz etmek mümkün olmayabilir; kültürel farklılıklar, tek tip bir modernleşmenin önüne geçebilir…  Modern toplum kavramı en genel şekliyle son birkaç yüzyıl içindeki değişimlerle meydana gelen toplumsal koşulları nitelemek için kullanılır. Bu kullanımın temelinde, geleneksel toplum düzeninden ve toplumsal sınıflardan kopuş vardır. Bu kopuş, kentleşme, endüstrileşme, demokratikleşme süreçlerine ve deneysel ve analitik bilginin ortaya çıkışına gönderme yapar.” (http://www.felsefe.gen.tr/sosyoloji/modernlesme_nedir_ne_demektir.asp)

Türk modernleşmesi…

Türk modernleşmesi, içerik olarak, modernizm, nodernite, modernizasyon ve modernleşme olguları üzerinde, zamanı açısından iki kategorik olgu olarak değerlendirilebilir; Osmanlı son dönemi, Kemalist süreç(1923-2002) ve Kemalist süreç içerisinde, ona karşı ve adeta bir ayrık otu kabilinden her daim ‘İslam gözetilerek’ muhafazakâr çerçevede seyreden modernleşme halinin Ak Parti sürecinde devamının sağlanmaya çalışılan muhafazakâr modernleşme ameliyesi olarak” üç ve ‘dört’ ayrı kategoriye ayrılabilir.

Osmanlı modernleşmesi, ona koşut olarak ilan edilen 2.Meşrutiyet’in klasik paradigmaları olan; Osmanlıcılık, Batıcılık, Türkçülük ve İslamcılık arasında, her kesimin kendi önceliklerini dikkate alma suretiyle var olan ve çökmekte olan devleti kurtarma çabaları, aslında salt kendi başına bir modernleşme idi…

Bu süreçte, topluma bakan yüzü itibarıyla ‘Müslüman’ ve Türk olarak öne çıkan İttihad ve Terakki Cephesi’nin, Batıcı mantık içre iğdiş edilmiş zihni açısından bakıldığında, bu yapının, o da çökmekte olan devleti kurtarma çabaları pek de iyi sonuç vermemiş ve yapılan her ‘yanlış’ hareket ve atılan ‘yanlış’ adımlar, onun yerine Kemalizm’i doğurmakla kalmamış, beraberinde onların işi modernizasyon olarak ele almaları soncunda, Müslüman toplumun dini ve ona uygun olarak asırlardır ‘gelişerek’ gelen değerler değişmiş, farklılaşmış ve ucube bir hal almıştır.

****

Kürt modernleşmesi

Kürt modernleşmesi de aynen Türk modernleşmesinde olduğu gibi, ‘yükseliş’ dönemi sonrası ‘duraganlaşma’ dönemi sonrası başlayan ‘çöküş’ döneminde, Batı karşısında yenilen Osmanlı’nın, en azından devleti kurtarma çabası olarak beliren, ama adeta AB sürecinde sıklıkla karşımıza çıkan ve  “AB’ne ‘langur, lungur’ girmek olmaz; onun var olan değerlerini de külliyen alacaksınız” dayatmasında olduğu üzere, Osmanlı Batlılaşmasında da devletin kendisiyle birlikte, dinî tutumdan, yemek yeme usulüne kadar, geniş bir alanda ortaya çıkan modernleşme ameliyesinin bir başka versiyonu olan Kürt modenleşmesi de, hemen hemen aynı toplumsal sebeplerle ve Kürt toplumunun kendi karar kılıcılarının –paşa, bey, aristokrat vb.- giderek yok olmaya alternatif olarak Batılılaşmada karar kıldıkları görülecektir. Örrneğin Bedirhanpaşazade ailesinin, en başta kendi adlarına olmak üzere ortaya koymaya çalıştıkları ‘tüm’ yeniliklerde, Batılılaşma, dolayısıyla da modernleşme de vardı.

Bir nevi “Dilde, fikirde, işte birlik”in Kürtçü versiyonu…

Burada salt modernleşme ile birlikte, zaman içerisinde ve bir sürece bağlı olarak, ulusal(Netevi) kimlik sahibi olmak, Gaspıralı İsmail’in Türkçülere telkin ettiği “Dilde, fikirde, işte birlik” anlayışına benzer bir şekilde, Bedirhanpaşazade ailesinin de, Kürtler arasında, buna yakın bir anlayışı telkin ettikleri bir vakıaydı.

Ulusalcı Kürk kimliği, vatan/toprak birliği, bayrak vb. gibi yardımcı unsurlar, Kürtçü paradigmanın oluşumuna etki sağlamıştı.

Bu çabaların, 1. Dünya Savaşı sonrası kurulan Türk devleti içerisinde –rejim açısından- reel bi karşılığı kalmayınca, birde Güney Kürdistan’da da, emperyal bir proje olarak kurulan ‘Arabist’ Irak devletinin olumsuz anlamda yapıp etmelerine karşı, oluşan karşı çıkışları da eklediğimizde Kürt modernleşmesi, birbiriden farklı birkaç kategoriye ayrılabilirdi. Bunlar; “a)Modernleşerek Türk olgusu bağlamında Türk unsurunun bir parçası olarak yaşamak(Bir nevi Türk milliyetçiliği), b)Modernleşme üzerinden ‘Türkleşmeden’ ama ‘Türkiyeli olarak’ Batılılaşarak farklılaşmak; dini değerlerden bağımsız kalmaya çalışmak, sekülerleşmek, c)Kendisi de modern bir paradigma olan Kürt ulusalcılığı içerisinde Batılılaşarak yeni bir kimlik kazanmak ve Kürt devletine giden yolu açmak” şeklinde özetlenebilirdi.

Modernleşme, şehirli kimliğe karşıtlık ve farklı bir modernleşme…

Gerek Bedirhaniler örneğinde, gerek Diyarbakır merkezli Cemil Paşazadeler örneğinde ve gerekse de Kürt nüfusun yaşadığı birçok yerde vuku bulan modernleşme çaba ve hareketelrine rağmen, Kürt toplunu büyük oranda kırsal bir toplum olarak düşündüğümüzde, ‘bağımsızlık fikri’ dışında, Batılılaş(tırıl)ma adına hem ‘devlet’in, hem de Kürt karar kılıcılarının pek de başarılı olmadıkları görülecektir.

Bu bağlamda şehri etkisi altına alan modernleşme çalışmalarının, Kürt nüfusu kırsalda yaşıyor olarak göz önüne aldığımızda, işin aşiret boyutunun  ‘şu ya da bu sebeple’ ıskalandığı görülecektir.

Kürt sosyolojisi açısından baktığımızda, Kürtler bu formdan çıkacak neticeye göre üç temel kategoriye ayrılırdı; a)Öteden beri kırsal şartlarında ve aşiret içre yaşayan Kürtler, b)Kürt ya da başka bir halka mensup olsunlar, ‘uzak diyarlardan’ gelip kırsalda yaşamaya çalışan ve hayatını güven içerisinde sürdürmek için, güçlü bir Kürt aşiretine eklemlenerek yaşayan ‘dışarılıklı’ Kürtler vb. c)Öteden beri şehirde, şehirli kimliği ile yaşayan, hiçbir aşirete angaje olmayan ‘bajari/şehirli’ Kürtler…

Bajarilik modernlik mi, ya da başka bir şey miydi?

Çoğunlukla bajariler, karşı taraflarca, yanıltıcı bir şekilde ve indirgemeci bir mantık içre, bajari kelimesine bakılarak ‘bajari = burjuva’ olarak tanımlana gelmişti. Halbuki, özel anlamda Kürt modernleşmesinin başını çeken zevatın değil de, kendini ideolojik argümanlardan soyutlayarak şehirde yaşayanlara böyle bir yaftanın vurulması pek de isabetli görülmemektedir.

İşin esası ise, kendilerini her tür ideolojik argümanlardan soyutlayarak şehirli kimlikle yaşayan kitle ya da grup en sekülerinden, en muhafazakârına kadar, zaten yaşamsal olarak modernleşmenin kıyısından, köşesinden işin içerisinde idiler. Sonuçta bu indirgemeci tavrın kendisi de modernleşmeci bir tavır idi. Bunu sahipli kılmak gerekirse, var olan değişim ve dönüşüme rağmen, ‘ne yardan. ne serden’ bir türlü geçemeyen bir zihniyetin eseri olarak, şehrin imkânkarına kavuşmak isteyip de kavuşamayan bir anlayış söz konusuydu ve bu durum sadece Kürt toplumuyla da sınırlı değildi. Anadolu’nun kırsalından gelip şehre yerleşen bir Türk, ya da bir başka kavmi popülasyona sahip insanlar ve toplusal gruplar içinde geçerliydi…

Şeklen de olsa, Kürt modernleşmesi, bir açıdan Türk devletinin Anadolu halkının tümüne yönelik olarak icra ettiği sert modernleşme politikalarını kendine prototip ve devleti de rol model olarak değerlendiren PKK’nın sözde “ulusal kurtuluş mücadelesi” adı altında yürütmeye çalıştığı ‘yeni bir ulus inşa etme’ uğraşısına, birde hem muhafazakâr yönü ile birlikte, şehirli bir hareket olan Milli Görüş temelli ve özellikle de belediye hizmetleri üzerinden yürütülen bir nevi ‘yeniden İslamlaşma’ çabaları ile birlikte İslamcı damarının da bulunduğu bilinen Ak Parti iktidarı döneminde, kendi değerlerinden bir şeyler kaybetmeden muhafazakâr kalıplar içerisinde modernleşme uğraşısı önem arz etmekteydi.

Gelinen durum…

Gelinen duruma bakınca; Osmanlı son döneminde başlayan Batılılaşma hareketi, çeşitli iç ve dış etkilerin sonucunda var olan devletin yıkımına ve ortadan kalkmasına sebep teşkil etmişti…

Daha sonra kurulan ‘yeni’ devlete temel teşkil eden Kemalizm’in, dönemin Batısından devşirdiği çoğu da ithal olan düşünceler muvacehesinde, büyük ve külli bir değişime ve akabinde de ‘yaptık, yapıyoruz’ söylemi bağlamında, büyük bir yıkıma sebep olduğu bilinen bir gerçektir.

Demokrat Parti’nin iktidar sürecinde, göz boyama şeklinde Kemalizm’e karşı yapıldığı iddia edilenlere rağmen, Müslüman kitlenin, inanç konusunun nötrleştiği, onun yerine, yine Batı’yı ve Batı düşüncesini muhafazakâr Saiklerle onaylayan DP ve muhafakârlaşan tayfanın,  Kemaliznm’e sığınmasının bir sonucu olarak, modernleşme artık, hallerden bir hal olmuş olup kendini muhafazakârlık ideolojisi üzerinden tahkim ediyordu…

Sağ siyasetin uzun yılları bulan iktidar döneminde, jakoben karakterli Kemalistlerin ve büyük oranda ona bağlı olan ve olmayan birçok sol çevrenin de, kendi argümanları için modernleşmeyi modernizasyon kalıplarında, en azından söylem bazında sürdürdükleri görülmektedir.

Kemalist sistemin başlattığı ve sağcı, solcu, millici ve milliyetçi iktidar dönemlerinde de devam eden Kürt sorunu, sonunda Kürt milliyetçiliği üzerinden bağımsızlık taraftarı, bir kısmı da Marksist karakterli örgütlenmelerini ortaya çıkarmıştı. Bunların içerisinde; hem derin devletin etkisi ve hem de var olan konjönktürün de etkisiyle PKK’nin öne çıktığı görülecektir.

PKK’nin gerek 70’lerin sonu, seksenlerin, doksanların ve hatta 2000’lerin tamamında elde tutmaya çalıştığı Kürt halkını, modernizasyon olgusu üzerinden, seküler, laik ve hatta ateist kalıplar içerisinde bir değişime ve dönüşüme uğratma çabaları, çoğu kez devletinde, modernizasyon politikalarına destek mahiyette kendine toplumsal katmanda yer buluyordu.

Sonuçta, Osmanlı Batılılaşması olarak başlayan, daha sorma ulusalcılığın/milliyetçiliğin etkisiyle Türkçü bir çehreye bürünen modernleşmeye koşut olarak, hem o dönemlerde ve hem de günümüzde, PKK saikinin de etkisiyle sürüp giden bir Kürt modernleşmesi gerçeği bulunmaktadır.

Sanırız bu tür bir Kürt modernleşmesini, salt ateist vs. kulvardan alıp, onu muhafazakâr kulvara taşıma, onun üzerinden dindar Kürtleri, hem var olan devletin sürekliliği, hem Kürt halkının, kendini yalnızlık hissine kapılmadan dış güçlerin yönlendirme çalışmalarına ‘kapalı tutmak’ ve hem de bu yolla, onları PKK’nin inisiyatiifnden çekip alıp, onları onun insafından beri kılmak gibi sebeplere bakıldığında, Kürtlerin büyük bölümü –son süreç istisna tutulduğunda- ‘AK Parti’nin Kürtleri’ olarak tesmiye edilebilirdi. Ki bu da bir açıdan Kürtler için muhafazakâr modernleşme tecrübesi demekti…

Kaynak: Özgün İrade Dergisi 2019 Ekim Sayısı

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz