Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

YENİ ŞAFAK’TA HAZAN MEVSİMİ… ÖZLEM ALBAYRAK’TAN SONRA KÖŞE YAZARLARI SERDAR TUNCER VE FARUK AKSOY’UN DA YAZILARINA SON VERİLDİ

YENİ ŞAFAK’TA HAZAN MEVSİMİ… ÖZLEM ALBAYRAK’TAN SONRA KÖŞE YAZARLARI SERDAR TUNCER VE FARUK AKSOY’UN DA YAZILARINA SON VERİLDİ

Daha önce, mezhepçilik, kavmiyetcilik, sınıfçılık, bölgecilik vb. unsurlarıa dayanan ayrımcı olgulara karşı, ümmeti ve düşünceyi önplana alan, ama bu tutum ve davranışı, birçok çevre tarafından yadırganan, hatta suçlanıp itham edilen yazar ve düşünür Atasoy Müftüoğlu’nun yazılarına son veren Yeni Şafak Gazetesi, başta Özlem Albayrak’la başlayan gazete köşe yazarlarının yazılarına, büyük oranda iktidar karşısında almak istediği tavra yönelik olarak 'muhafazakâr' tutumları sebebiyle, son verme geleneğine uyan Yeni Şafak Gazetesi, bu kez yazar Serdar Tuncer ile Faruk Aksoy’un, bugünden itibaren yazılarına son verdi.

Bizde, yazılarına son verilen Faruk Aksoy’un ‘bugün’ en son yayımlanan yazısını, önemine binaen ve yorum yapmadan yayımlıyoruz...

***

Yolu kim çeviriyorsa ben de kaseti çeviriyordum hoca…

öyün dolmuşu dağın yamacına dayandığında berrak bir karanlığa açtım ön kapıyı. Minibüsün etrafını çeviren çocuklar çarşıdan gelen annelerinin, babalarının pazar torbalarını kapışıyorlardı. Şoför Nizamettin çocuklara seslendi: Yeni öğretmeninizi okulun lojmanına götürün, hadi la hadi!..

Çocuklarla bayıra vurduk, dik bir bayıra, elektrikler yok, etraf zifiri karanlık ama tertemiz bir karanlık… Siyah, pırıl pırıl görünüyor. Tren vagonuna benzeyen yassı, tek katlı okul binasının yanından geçtik, bitişikteki küçük evin kapısını çaldık. Kapının açılmasıyla el fenerinden taşan ışık küçük bir dağın ardından yüzümüze vuran güneş gibi göründü bana. Çocuklardan biri, yeni öğretmenmiş, Nizamettin abi söyledi Sait hocam, dedi. Sait arkadaş, çocuklara teşekkür etti, buyur hocam içeri geçelim, dedi, geçtik.

Çocukluğumda fındık işçisi olarak bizim oralara gelen Kürt dostlarımdan gayrı, ilk kez Kürtlerle epey uzun bir dönemi birlikte geçireceğimiz bu köye böyle bir gecede geldim.

Ertesi sabah gün ışırken uyandım, karanlıkta dipsiz bir kuyuya doğru yavaş yavaş düşen birinin merakıyla, geçtiğim toprakları biran önce görme heyecanıyla kendimi dışarıya attım. İnanılmaz bir heybetle, muazzam bir meydan okuyuşla karşılaştım. O dağların kaslı sırtlarını birbirine dayadığı muhteşem manzarayı izledim. Yere oturdum, yerden göğe doğru kıvrım kıvrım titreyen uzak tepeleri seyre daldım.

Bir iki hafta sonra alıştım, arkadaşlarımın nöbet listesine uyum sağladım. En azından bulaşık yıkama, banyoya girme, çarşıya inip alışveriş yapma sırasını benimsedim. Yaylalardan, tarlalardan dönen çocuklar da okula gelmeye başladı, rutubetsiz gökyüzü biraz olsun nemlendi, canlandı.

Benim asteğmen öğretmen olarak o köye gönderildiğim dönem Öcalan’ın, Türkiye’ye teslim edildiği dönemdi. Doğu illerinde sükûnet hâkimdi, örgüt eylemlerine ara vermiş, kısmen de sınır dışına çekilmişti. Bu gelişmelerden önce köy öğretmenleri geceleri baskın yememek için ilçe merkezlerinde oturmaya başlamışlardı. Parasını ceplerinden ödedikleri servislerle okullarına gelip gidiyorlardı. Ortam yumuşayınca tekrar köylerdeki yıkık dökük lojmanlara dönmüşlerdi. Bu durum bile köylülerle öğretmenler arasında son derece yapıcı ilişkilerin kurulmasında, karşılıklı güvenin tesis edilmesinde etkili olmuştu.

Bir sabah erkenden kalktım, evin ihtiyaçları için ilçeye ineceğim. Okulun önünden bayır aşağıya saldım kendimi. Köyün küçük meydanında birkaç insanı, birkaç tavuğu ve birkaç koyunu çarşıya götürecek olan Nizamettin’in minibüsünün yanına vardım. Arabanın kaputuna yaslanmış vaziyette etrafı seyreden Nizo ile günaydınlaştık, tokalaştık.

Bugün sıra sende mi hoca, dedi.

Evet, dedim, bugün beraberiz. Siparişleri nerelerden alacağım bilmiyorum, bana yardım edersin, bir dahakine kendim halledebilirim.

Nizo ,“tamam” anlamında başını salladı, sonra devam etti… Sen iyi dönemde geldin buralara hoca, buralarda neler oldu neler, ne acılar, ne feryatlar…

Ne oldu ki, dedim.

Vadinin dibindeki köye doğru parmağını uzattı.

Şurayı görüyor musun şurayı, o köyde üç yıl önce okula baskın yaptı örgüt, üç öğretmeni aldı, biri kadın… Nasıl diyeyim, kadına tecavüz ettiler, erkek öğretmenlerden birinin vücudunu dağladılar, örgütün adını yazdıkları kızgın demiri gövdesine bastırdılar, ötekinden haber alınamadı, öldü mü, kaldı mı bilemiyorum. Onun için diyorum, sen iyi dönemde geldin, diye.

O köydeki öğretmenlere baskın yaptılar da, bu köydekilere neden yapmadılar Nizo, başka şeyler mi oldu orada, dedim.

Orada ne oldu biliyor musun hoca, dedi.

Orada öğretmenler köylülerle çok iyi ilişkiler kurdu, özellikle kadın öğretmen kadınlarla… Köylüler öğretmenleri sevdi, örgüt bu durumu kabul etmedi, zaten köylüyü uyarmışlar, sonra da olanlar oldu işte.

Baştan ayağa irkildim, endişelendim, kızdım, korktum, her duyguyu yaşadım o sabah.

Arabaya bindik, birkaç kişi daha geldi, Nizo marşa bastı, toprak yoldan sallana sallana inmeye başladık. Biraz önce Nizo’nun anlattığı olayların yaşandığı köyün okulunun önünden geçerken sessizce ağlamaya başladım, dışarıya doğru çevirdim başımı, kimsenin yüzüne bakmadım.

Nizo anladı, dizime vurdu hafiften, şu torpidoyu açsana hoca, dedi.

Açtım…

Bir sürü kaset, bilirsiniz hani, yuvasından akıp teybe sarıldığında kurşun kalemle geri sarıp kurtardığımız, hepimizi hayata saran o teyp kasetlerinden…

Bak hoca, dedi…

O kasetlerin yarısı Türkçe, yarısı Kürtçe… O kasetler var ya o kasetler, o kasetler kurtardı bazen bizi. Bakıyoruz ki ileride çevirme var, jandarma arabasını görünce elimize geçen ilk Türkçe kaseti takıyoruz teybe. Bakıyoruz ki örgüt yolu kesmiş, bu sefer de elimize geçen ilk Kürtçe kaseti takıyoruz, biraz da sesini açıyoruz. Biz buralarda bir kasetlik hayat yaşıyoruz hoca, bir kasetlik…

Aradan yıllar geçti, ben döndüm, arkadaşlarım döndü, hepimiz başka başka yollardan yürüdük, hayata karıştık. Fakat memleketimizin bu yaralı coğrafyasında ne olup bittiğini, bir dönem oralarda yaşamış insanlar olarak hep merak ettik. Şahsen ben Nizo ile ilişkimi hiç kesmedim, görüştüm hâlâ görüşüyorum.

Perşembe günü telefonuma bir haber düştü…

Diyarbakır’ın Kulp ilçesi kırsalında kışlık odun toplamaya giden köylülere, PKK el yapımı patlayıcıyla saldırdı, katliam yaptı, diyordu haberde.

Bir daha okudum… PKK, Kulp’ta odun toplayan köylüleri öldürdü.

Nizo’nun minibüsünde, PKK’nın öğretmen arkadaşlarımı katlettiği okulun önünden geçerken ne hissettiysem aynı şeyleri hissettim, odun toplayan gariban köylüleri canlandırdım gözümde, gözüm yaşardı, kahroldum, acıyla düğümlendim.

Hiçbir zaman değişmeyen terör sarmalını tekrar hatırladım… Devlet halka yaklaşınca devlete, halk devlete yaklaşınca halka kurşun sıkacaksın.

Dağa kaldırılan çocuklarını isteyen Kürt analarına gözdağı vermek için bu katliamı yaptılar, namluları tekrar halka çevirdiler, eyvah, eyvah, dedim.

 



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER