Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Anneme Dair Hüznümü Büyütürken

Murat Bozdemir yazdı;

Anneme Dair Hüznümü Büyütürken

 

Bugün anneler günüydü. Bir türlü elim telefona gitmedi, Annemi aramak için.

Oysa “Dayê” demeyi o kadar seviyordum ki.

Biliyorum “Dayê” dememi o benden daha çok seviyor. Çünkü onlar hep daha çok severler, daha çok verirler, her şeyin daha çoğu onlardadır. Kürtçe “veren” anlamına gelen cümleyi annemle, yaşamla özleştirdiğim için hem çok seviyor hem de hep kendilerinden verdikleri için her “Dayê” dediğimde içimdeki hüznü biraz daha büyütüyorum.

Ne bileyim. Yarım kalmışlık, yaşanmamış bir ömür görüyorum. Annem konuşunca tüm anneler gibi her şeyinden vaz geçiyor “ez qurban” diyor.

Belki de hüznüm annemin, annelerimizin hepimize kurban oluşunaydı.

Onlara ait hiçbir şey tahayyül edemiyorum. O hepimize aitti ve ona ait hiçbir şeyi yoktu. Etiyle, canıyla, ömrüyle beslemişti bizi.

Sembolik değil, öğrenilen değil çok tabii bir parçasıydık.

Keşke diyorum,

Gidin işinize! “bu ân benim olsun” deseydi,

Kendisiyle ilgili bir şeyler yapmayı düşünseydi, düşünecek vakti olsaydı.

Annemi çok severdim. Ama babamdı idolüm. Çünkü annem her elimi uzattığımda benden bir parçaydı. Tutmak zorundaydı, sevmek zorundaydı, okşamak zorundaydı, doyurmak zorundaydı. Kimse kendisine minnet duymaz, idol yapmazdı. Varoluşsal bir zorunluluktu, elinizi her uzattığınızda size kalbini veren bir anneniz vardı.

Şikâyet etmeyi bilmezdi. Keşke bir defa şikâyet ettiğini duysaydım. Neredeyse on yıldan fazladır “yardıma muhtaç”, “yatalak” dedim önce ama dilim varmadı. Anneme karşı çok zalimce bir sözdü sanki “o yatalak olamaz”dı. Bir defa şikayet ettiğini duymadım, görmedim, bilmedim.

13-14 yaşında evlendiğinde kendisinin ifadesiyle “daha göğüslerim yoktu”, dışarda “oyun oynarken” “çağırdılar beni” evleniyorsun dediler. Anlamadım; ve üveylik hayatımın, anlamadığım bir karmaşasının devamını yaşadım” diyordu. Her şey kesik kesikti…

“Hiçbir şeye fırsat bulamadım; ilk çocuğum öldü. Bir bebek bir bebeğe bakamazdı. Ben de bakamadım. Anlamaya, anlatmaya hiçbir zaman fırsat bulamadığım, bebeğimi kaybettim. Hüznün bir yaşam şekli olacağını nasıl bilebilirdim.”

“13 bebeğim oldu, 9 bebeğim” yaşadı. Annemin bana anlattığına göre ormandan ağaç toplayıp eve getirdiği bir akşam üzeri dünyaya gelmişim.

Ne kadar sıradan ve tabi. Acı ve hüzün yaşamın parçası oldu muydu, bir daha paçanızı bırakmazdı.

Annemizin bir yeri ağrımazdı. Babamızın ağrılarından annemize sıra gelmezdi, gelmesine izin vermezdi. Anneler hiçbir zaman sıranın kendilerine gelmesini beklemezdi.

Bana bazen annesini anlatırdı “sanki hiç görmemişti, öyle uzak bir özlemle anlatırdı ki” sanki bir peri masalıydı. Kendisi yaşamayı çok istemiş ama bir türlü yaşayamamıştı. Her “HİCRET” dediğinde kokusuna doyamadığı, bitmeyen bir ayrılıktan bahsederdi.

Bahçesaray’dan Çatak’a gelin gelmişti. Bilenler bilir,, Çatak’ın(ŞAX) Kürtçesi ile Bahçesaray’ın(MIKS) ağzı çok farklıdır. Ama altmış yıl boyunca Bahçesaray ağzını değiştirmedi. Belki de elinden alınan çocukluğunu hiç bırakmak istemiyordu. Zamanı durdurmak istiyordu. Bir daha oyuna kaldığı yerden devam etmek istiyordu.

19 yaşında gözaltına alındığım gün için “ben artık kadın değildim” diyordu. Muradım sen cezaevinde kaldığın her saniye için bir ömür acı çektim, diyordu.

Evlatlarının kemiklerine bile sahip olamayan annelerin çaresizliğini, çocuklarının cenazeleri yerlerde sürüklenen annelerin ruhlarının nasıl paramparça olduğunu, on yıllardır çocukları cezaevlerinde kalmış annelerin mahpusluğunu düşündükçe bu kadar zalim olmak için hiçbir gerekçe bulamıyorum.

Umarım içimdeki hüznü alacak, azaltacak, isimleri olan anneler olur!

Bu arada benim annemin ismi “MEMİXAN”

Biliyorum bu yazdıklarımın hiçbirini annem anlamayacak, herşey gibi bu da yarım kalacak.....

Haber Azad



Anahtar Kelimeler: Anneme Hüznümü Büyütürken

Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER