Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

İslam ve devlet (8): Gayrimüslimlerle "öteki" ilişkileri

Altan Tan yazdı;

İslam ve devlet (8): Gayrimüslimlerle

Müslümanların, gayrimüslimler ile ilk ilişkileri ilahi mesajın, vahyin başlaması ile Mekke'de putperest Araplarla oldu.

Müslümanlar, daha sonraki yıllarda Medine döneminden başlayarak, fetihler boyunca birçok halk, din ve inançla karşılaştılar.

İslam hukukçuları genel bir tasnifle ülkeleri iki kategoride incelemişlerdir:

  1. Darül İslam
  2. Darül Harp

Darül İslam Müslümanların egemen oldukları ve İslami kurallara göre yönetilen topraklardır. Darül Harp ise "Küfrün" egemen olduğu, İslami ve İslami yönetim şeklinin geçerli olmadığı yerlerdir.

Darül Harp'ten kasıt savaşmak değildir, kastedilen; yönetimin İslam dışı olması ve potansiyel olarak çatışma ihtimalinin bulunmasıdır.

Şafii hukukçulara göre Darül İslam üçe ayrılır:

  1. Müslümanların yaşadığı ve egemen oldukları yerler.
  2. Müslümanların fethettiği ve egemen oldukları ancak halkı Müslümanlara cizye vergisi veren gayrimüslimlerden oluşan yerler.
  3. Müslümanların fethettikleri ancak bir müddet sonra tekrar gayrimüslimlerin egemenliğine geçen yerler.

Şafii hukukçularının bu yorumuna göre bugün İspanya, Yunanistan, Bulgaristan ve Portekiz gibi ülkeler de Darül İslam'dır.

Bazı İslam hukukçuları bu tasnife "Darül Sulh"u da eklemişlerdir. "Darul Sulh" halkı ve yönetimi İslami olmamasına rağmen Müslümanlara düşman olmayan ve barış anlaşması imzalayan ülkelerdir.

Müslümanların gayrimüslimlerle (Putperest, Yahudi, Hıristiyan, Mecusi, Hindu...) veya bir başka ifade ile "öteki" ile münasebetleri birkaç ana başlık altında incelenebilir;

  1. Mekke dönemi
  2. İlk Medine dönemi (Hicret'ten sonra)
  3. Son Medine Dönemi
  4. Dört Halife dönemi
  5. Sultanlar dönemi
  6. Yakın dönem  (19. ve 20. yüzyıl) 
  7. Bugünkü dönem


Mekke dönemi

Hz. Muhammed'e Allah tarafından peygamberlik görevi verilerek tebliğe başlamasından sonra putperest Araplarla ilk ilişki şekli 'çatışma' olmuştur.

Uzunca bir dönem Müslümanların karşıtlarına bir yaptırım uygulama şansları olmadığı gibi imkânları da olmamıştır.

Bu dönemin ana ilkesi "Lekum dinikum velyedin" dir (Sizin dininiz size, benim dinim bana).

Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın adıyla.
De ki: Ey kâfirler.
Ben sizin taptıklarınıza tapmam.
Siz de benim ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz.
Ben de sizin taptıklarınıza tapacak değilim.
Siz de benim ibadet ettiğime, ibadet edecek değilsiniz.
Sizin dininiz size, benim dinim bana.

Kafirun suresi


Mekke döneminde Müslümanlar önlerine ilk hedef olarak inançlarını yaşayabilme ve tebliğ yapabilmeyi koymuşlardır.

12 yıl süren bütün bir Mekke dönemi boyunca öncelikli hedef budur.


İlk Medine dönemi

Hz. Muhammed'in 622 yılında Mekke'den Medine'ye hicreti İslam tarihinin en önemli dönüm noktasıdır.

Mekke'de, büyük bir ekonomik ve siyasi kuşatma altında can güvenlikleri olmadan yaşamakta olan Müslümanlar için yepyeni bir dönemin başlangıcıdır.

Bu dönemde sayıları artık bir topluluk olarak yaşayabilecek sayıya ulaşan Müslümanlara, yaşam şekillerini düzenleyen ayetler de inmeye başlar.

Bu dönemde Allah tarafından gönderilen ayetlere "Medeni" (Medine'de gönderilen) ayetler adı verilmektedir.

Medeni ayetlerle daha detaylı bir şekilde helal ve haramlarla, toplumsal, kamu hayatını düzenleyen yasalar belirlenir.

Medine'de ortaya çıkan bir diğer önemli sosyal durum da putperest Arapların (Evs ve Hazrec Kabileleri) yanında ciddi bir Yahudi nüfusun da (Beni Kaynuka, Beni Kurayza, Beni Nadir) yaşıyor olmasıdır.

Medine'de, ayrıca çok az sayıda Hıristiyan da bulunmaktadır. Hz. Peygamber 622 yılında Medine'ye hicret etmeden önce Medine'de oluşmuş bir siyasi yönetim bulunmamaktaydı.

Medine birbirlerine rakip Evs ve Hazrec kabileleri arasında bölünmüş durumdaydı ve yönetim Arapların klasik kabile geleneklerine göre yürütülmekteydi.

Yahudi kabileleri arasında da dönem dönem sorunlar ve çatışmalar çıkmaktaydı. Hicret'ten 5 yıl önce 617 yılında Evs ve Hazrec arasında meydana gelen Buas Savaşı'nda, Beni Kurayza ve Beni Nadir Yahudileri Evs Kabilesi'ni; Beni Kaynuka ise Hazreclileri desteklemişti.

Siyasi hâkimiyet Araplarda olmasına rağmen ekonomik üstünlük Yahudilerdeydi. Hicret'ten hemen önce Hazrec Kabilesi'nin lideri Abdullah bin Ubey, Medine'de emir (Kral) olma hazırlığı içindeydi.

Hz. Peygamber'in Medine'ye gelişi ve bazı Evs ve Hazrec ileri gelenlerinin Müslüman oluşu planlarını bozdu.

Hz. Muhammed Medine'deki sosyal hayatın daha düzenli ve güvenlikli bir şekilde devam etmesi için Medineli müşrik Araplar ve Yahudilerle Bedir Savaşı'ndan (14 Mart 624) önce Medine Vesikası adı verilen bir anlaşma (Sözleşme) imzaladı.

Bazı kaynaklar ise Medine Vesikası'nın iki bölümden oluştuğunu, Müslümanlarla ilgili olan ilk kısmının Hicret'ten hemen sonra, Yahudilerle olan kısmının ise Bedir Savaşı'ndan sonra imzalandığını aktarmaktadır.

85 Muhacir ve Ensar'dan oluşan Müslümanlar ile Medineli müşrik Araplar ve Yahudiler arasında imzalanan Medîne Vesîkası, orijinal metninde; kitab ve sahîfe adlarıyla, kaynaklarda ise muvâdaa ve muâhede gibi isimlerle anılır.

Medine Vesikası'nın en çarpıcı yanlarından biri anlaşmayı imzalayan Müslümanlar, Müşrikler ve Yahudilerin topluca ve birlikte, diğer insanlardan ayrı bir 'Ümmet' olarak adlandırılmalarıdır.

Batılı araştırmacılar bu belgeyi "Medine Anayasası" (The Constitution of Medina) olarak adlandırırken, Muhammed Hamîdullah bu vesikanın tarihte tesbit edilebilen ilk yazılı anayasa olduğunu belirtmektedir. 

Bu sıralarda Medine (Yesrib) şehrinin nüfusu yaklaşık olarak 10 bin kişiydi. Bu nüfusun 1,500'ü Müslüman Arap, 4 bin 500'ü putperest Arap ve 4 bini ise Yahudilerden oluşuyordu.

Ayrıca çok az sayıda da Hıristiyan'dan yaşamaktaydı. Bazı kaynaklarda 1,500 kişilik Müslüman nüfus içinde, Müslüman Mekkeli Muhacirlerin sayısı 226 kişi olarak belirtilmektedir.

Medine Vesikası ile Medine şehrinde siyasi birliğin yanı sıra, din ve vicdan hürriyeti, can, mal ve namus emniyeti gibi sosyal hayat için çok önemli olan konular da hukuki güvence altına alındı.

Genel kabule göre anlaşma 47 maddeden oluşmaktadır.

Ancak Muhammed Hamidullah'ın da aralarında olduğu bazıları; 12, 20, 25, 36 ve 45. maddeleri ikişer bende ayırarak madde sayısını 52 olarak belirlemişlerdir.

89 Medine vesikasının tam metni şu şekildedir: Bismillâhirrahmânirrahîm.

1. Bu vesika, Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli (Mekkeli) ve Yesribli (Medineli) müminler ve bunlara tâbi olanlarla sonradan onlara katılmış olanlar ve onlarla beraber cihad edenler için düzenlenmiştir.

2. Vesikayı imzalayanlar diğer insanlardan ayrı bir Ümmet teşkil eder.

3. Kureyşli muhacirler kan diyetlerini ödemeye katılacaklar ve savaş esirlerinin fidyesini müminler arasındaki mâkul esaslara ve adalete göre ödeyeceklerdir.

4. Avfoğulları daha önce olduğu gibi kan diyetini ödemeye iştirak edecek ve Müslümanların teşkil ettiği her zümre savaş esirlerinin fidyesini müminler arasında adalet prensibine göre verecektir.

5. Hârisoğulları daha önce olduğu gibi kan diyetini ödeyecek ve her zümre savaş esirlerinin fidyesini müminler arasında adalet çerçevesinde verecektir.

6. Sâideoğulları, daha önceki yaptıkları gibi kan diyetini ödeyecek ve her zümre savaş esirlerinin fidyesini müminler arasındaki adalete göre verecektir.

7. Cüşemoğulları, evvelce uygulandığı gibi kan diyetini ödeyecek ve her zümre savaş esirlerinin fidyesini müminler arasındaki adalet prensibine göre verecektir.

8. Neccâroğulları eskisi gibi kan diyetini ödeyecek ve her zümre, savaş esirlerinin fidyesini müminler arasında uygulanan mâkul esaslara ve adalet prensibine göre verecektir.

9. Benî Amr bin Avf, daha önce olduğu gibi kan diyetini ödeyecek ve her zümre savaş esirlerinin fidyesini müminler arasında kabul edilen esaslar ve adalet çerçevesinde verecektir.

10. Nebîtoğulları daha önce yaptıkları gibi kan diyetini ödeyecek ve her zümre savaş esirlerinin fidyesini mâkul esaslar ve adalet çerçevesinde verecektir.

11. Evsoğulları eskiden olduğu gibi kan diyetini ödeyecek ve her zümre savaş esirlerinin fidyesini mâkul esaslara ve adalete göre verecektir.

12a. Müminler, kendi aralarında ağır malî sorumluluklar altında bulunan hiç kimseyi bu halde bırakmayacak, fidyesini veya kan diyeti gibi borçlarını mâkul esaslara göre ödeyecektir.

12b. Hiçbir mümin diğer müminin mevlâsı ile ondan habersiz bir anlaşma yapamayacaktır.

13. Takvâ sahibi müminler saldırganlara, haksız bir fiil tasarlayanlara ve cürüm işleyenlere, bir hakka tecavüz edenlere, müminler arasında karışıklık çıkarmak isteyen kimselere karşı olacak ve bunlardan biri kendilerinden bir kişinin evlâdı bile olsa hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.

14. Hiçbir mümin kâfir için bir mümini öldüremez ve mümin aleyhine kâfire yardım edemez.

15. Allah'ın zimmeti, himaye ve teminatı tektir, dolayısıyla müminlerden -yetki bakımından- en aşağı derecede olan birinin kabul ettiği himaye onların hepsini bağlar, zira müminler birbirinin kardeşidir.

16. Yahudilerden bize tâbi olanlar, zulme uğramadan ve onların düşmanlarıyla yardımlaşmadan yardımımıza hak kazanacaktır.

17. Müminler arasında geçerli olan barış tektir. Hiçbir mümin Allah yolunda girilen bir savaşta diğer müminleri hariç tutarak bir anlaşma imzalayamaz; anlaşma ancak müminler arasında eşitlik ve adalet çerçevesinde yapılacaktır.

18. Savaşa katılan bütün askerî birlikler nöbetleşe görev yapacaktır.

19. Müminler birbirinin Allah yolunda akan kanlarının intikamını birlikte alacaktır.

20a. Takvâ sahibi müminler en iyi ve en doğru yol üzerinde bulunurlar.

20b. Hiçbir müşrik bir Kureyşli'nin malını ve canını himayesi altına alamaz ve hiçbir müminin Kureyşliler'e müdahalesine engel olamaz.

21. Bir kimsenin bir müminin ölümüne yol açtığı kesin delillerle sabit olur ve maktulün velisi diyete razı olmazsa o kimse kısas hükümlerine tâbi olur; bu takdirde bütün müminler öldürene karşı tavır alır.

Bunlara sadece bu hükmün uygulanması için hareket etmek helâl olur.

22. Bu yazının içeriğini kabul eden, Allah'a ve âhiret gününe inanan bir müminin bir katile yardım etmesi ve ona sığınacak yer bulması helâl değildir.

Katile yardım eden veya sığınacak yer gösteren kimse kıyamet günü Allah'ın lânet ve gazabına uğrayacaktır ve artık kendisinden ne bir para ne de bir tâviz kabul edilecektir.

23. Üzerinde ihtilâfa düşülen konular Allah'a ve resulü Muhammed'e arz edilecektir.

24. Yahudiler müminler gibi savaşa devam ettiği müddetçe savaş masraflarını kendileri karşılayacaktır.

25a. Avfoğulları Yahudileri müminlerle birlikte bir ümmet teşkil eder. Yahudilerin dinleri kendilerine, müminlerin dinleri de kendilerinedir. Buna mevlâları da dâhildir.

25b. Haksızlık yapan veya suç işleyen kimse yalnız kendine ve aile fertlerine zarar vermiş olacaktır.

26. Benî Neccâr Yahudileri Avfoğulları Yahudileriyle aynı haklara sahiptir.

27. Benî Hâris Yahudileri Avfoğulları Yahudileriyle aynı haklara sahip olacaktır.

28. Benî Sâide Yahudileri Avfoğulları Yahudileriyle aynı haklara sahiptir.

29. Benî Cüşem Yahudileri Avfoğulları Yahudileriyle aynı haklara sahip olacaktır.

30. Benî Evs Yahudileri Avfoğulları Yahudileriyle aynı haklara sahiptir.

31. Benî Sa'lebe Yahudileri de Avfoğulları Yahudileriyle aynı haklara sahiptir. Haksız bir fiil işleyen kimse sadece kendine ve aile fertlerine zarar vermiş olacaktır.

32. Cefne kabilesi Sa'lebe'nin bir koludur, dolayısıyla onlar gibi mülâhaza edilecektir.

33. Benî Şetîbe Yahudileri de Avfoğulları Yahudileriyle aynı haklara sahip olacaktır. Şüphesiz iyilik, günah ve kötülükten farklıdır.

34. Sa'lebe'nin mevlâları bizzat Sa'lebîler gibi kabul edilecektir.

35. Yahudilere sığınmış olan kimseler bizzat Yahudiler gibi kabul edilecektir.

36a. Yahudilerden hiçbir kimse Hz. Muhammed'in izni olmadan -Müslümanlarla birlikte savaşa- katılamayacaktır.

36b. Bir yaralamanın intikamını almak yasak edilmeyecektir.

Bir adam öldüren kimse yalnız kendini ve aile bireylerini sorumluluk altına sokmuş olur. Bu sorumluluktan kaçmak haksızlıktır. Allah bu kurallara riayet edenlerle beraberdir.

37a. -Medine'ye yönelik bir saldırı olması halinde- Yahudiler ve Müslümanlar kendi savaş masraflarını kendileri karşılayacak, bu Sahîfe'de gösterilen kimselere savaş açanlara karşı yardımlaşacaktır.

Onların arasında kötülük değil iyi niyet ve samimiyet hâkim olacaktır. Bu Vesika'daki bütün kurallara muhakkak riayet edilecektir.

37b. Hiçbir kimse müttefiklerine karşı suç işleyemez; mazluma muhakkak yardım edilecektir.

38. Yahudiler Müslümanların yanında savaştıkları müddetçe harcamalara katılacaklardır.

39. Yesrib Vadisi bu Sahîfe'de adı geçenler için mukaddes bir yerdir.

40. Himaye altındaki kimse bizzat himaye eden gibidir; ne zulmedilir ne de kendisi zulüm işleyebilir.

41. Himaye hakkına sahip kimselerin izni olmadıkça kimseye himaye hakkı verilemez.

42. Bu Yazı'da adı geçen kimseler arasında meydana gelmesinden endişe edilen anlaşmazlık ve öldürme vak'alarının Allah'a ve resulü Muhammed'e arzedilmesi gerekir. Allah bu Sahîfe'ye en iyi riayet edenlerle beraberdir.

43. Kureyşliler ve onlara yardım edecek olanlar himaye altına alınmayacaktır.

44. Bu Vesika'da zikredilen kişiler Yesrib'e saldıracak olanlara karşı yardımlaşacaktır.

45a. Eğer Yahudiler, Müslümanlar tarafından barış antlaşması yapmaya veya barış antlaşmasına katılmaya davet olunursa bunu kabul edip anlaşmaya iştirak edeceklerdir.

Eğer Yahudiler Müslümanlara aynı şeyleri teklif edecek olursa müminler de aynı sorumlulukları yerine getireceklerdir. Din uğruna yapılacak savaşlar bu hükümlere tâbi değildir.

45b. Medine'deki her zümre şehrin savunmasında kendine ait bölgeden sorumludur.

46. Bu Sahîfe'de adı geçenler için konulan şartlar hem Evs Yahudilerine hem de onların mevlâlarına Sahîfe'de adı geçen kimseler tarafından tâvizsiz bir şekilde uygulanır.

Kurallara mutlaka uyulacak ve asla aykırı hareket edilmeyecektir.

Haksız kazanç sağlayanlar sadece kendilerine zarar vermiş olurlar. Allah bu Sahîfe'de gösterilen maddelere en doğru ve en mükemmel şekilde riayet edenlerle beraberdir.

47. Bu Vesika haksız bir icraatta bulunan veya suç işleyenlere ayrıcalık sağlamaz yahut cezalandırılmasına engel olmaz.

Savaş için yola çıkanlar da Medine'de kalanlar da emniyet içinde olacaktır; haksız bir fiil ve suç işlenmesi hali müstesnadır.

İyilik yapanlar ve sorumluluğunun bilincinde olanlar Allah ve Resulü'nün himayesi altındadır. 

Medine Vesikası, yaklaşık 10 bin nüfuslu küçük bir şehirde uygulamaya konulmasına rağmen, özü ve ruhu itibarı ile tarihin en önemli birlikte yaşama projelerinden biridir.

Etnik ve dini olarak birbirinden farklı; putperest Araplar, Müslüman Araplar ve Yahudilerin oluşturdukları bu birlikte yaşama modeli; ne yazık ki, Yahudilerin ihtirasları ve sözlerinde durmamaları nedeniyle uzun süreli olamamıştır.

10 bin nüfuslu Medine'de 1,500 kişi ile nüfusun yüzde 15'ini oluşturan Müslümanların dominant rolleri ve 624 yılındaki Bedir Savaşı'ndan sonra yeni Müslüman olanlarla sayılarının hızla artması müşrik Araplar ve Yahudileri endişelendirmiştir.

Anlaşmayı ilk ihlal eden Hazrec Kabilesi'nin müttefiki olan Yahudilerin Beni Kaynuka Kabilesi oldu. Alışveriş yapmak için Beni Kaynuka Çarşısı'na giden Müslüman bir kadına sarkıntılık edilmesi için çıkan olaylarda birkaç kişi hayatını kaybedince, Hz. Peygamber Beni Kaynuka mahallesini kuşattı.

Bu arada Enfal Suresi'nin 58. ayeti; "Eğer bir topluluğun antlaşmayı bozacağından endişe edersen antlaşmayı derhal sona erdirdiğini onlara açıkça bildir. Allah ahdini bozanları asla sevmez" nazil oldu.

Beni Kaynuka, Medine Vesikası hükümleri gereğince yapması gerekenlere yanaşmayarak savaş düzeninde savunma hattı oluşturdu.

Beklenilen sürede dışarıdan umut ettikleri yardım ve destek gelmeyince 15 gün sonra, Mayıs 624'te; tüm Kabile teslim oldu.

Hz. Muhammed 700 yetişkin Beni Kaynuka savaşçısı için ölüm hükmü verdi ancak Hazrec'in lideri ve münafıkların ileri geleni Abdullah bin Ubey'in araya girmesi ile ölüm kararı sürgüne çevrilerek, şehirden ayrılmaları için 3 gün süre tanındı.

Beni Kaynukalılar ticaretle uğraştıkları için alacaklarını tahsil etmelerine izin verildi. 3 gün sonra Medine'yi terkeden Beni Kaynukalılar Suriye'ye giderek Ezriât'a yerleştiler.

"Medine Vesikası" ile ilgili ikinci sorun Yahudilerin Beni Nadir Kabilesi ile yaşandı. Medine'deki 3 Yahudi Kabilesi'nin en büyüğü olan Beni Nadir, Yahudiler içinde ayrıcalıklı bir konuma sahipti.

Benî Nadîr'den bir kişi diğer iki Yahudi kabilesinden birini öldürdüğünde yarım diyet verirken, onlar Beni Nadir'den birini öldürdüklerinde tam diyet veriyorlardı.

Beni Kaynuka'nın Medine'den sürülmesi, Müslümanlar ve özellikle de Hz. Muhammed'in özel yaşamı ve eşleri ile ilgili tahkir edici şiirler ve hicivler yazan Beni Nadirli Ka'b bin Eşref'in bir suikastla öldürülmesi üzerine korkuya kapılarak Hz. Muhammed ile ikinci bir anlaşma yaptılar.

Ancak 625 yılında meydana gelen Uhud Savaşı sırasında bir gece 200 adamıyla birlikte gelen Mekke müşriklerinin lideri Ebu Süfyan'la anlaşarak Müslümanlarla ilgili istediği tüm bilgileri verdiler.

Uhud Savaşı'nda Müslümanların açık bir zafer kazanamamaları ve kısmi bir başarısızlık ortaya çıkması Beni Nadirlileri cesaretlendirdi ve müşrik Arapların Hz. Muhammed'i öldürme tekliflerine sıcak bakmalarına neden oldu.

Bu gelişmeler sonucu Hz. Muhammed ile yaptıkları anlaşmayı bozma eğilimine girdiler.

Bundan sonra yaşanan süreç ile ilgili rivayetler kısaca şu şekildedir:

625 yılının Temmuz ayında meydana gelen Bi'ri Maûne hadisesinde 70 İslâm davetçisinin tuzağa düşürülüp kılıçtan geçirilmesi olayında kurtulanlardan Amr bin Ümeyye ed-Damrî, olayı Resûl-i Ekrem'e haber vermek üzere Medine'ye dönerken yolda kendilerine saldıranlardan olduklarını zannettiği Benî Âmir kabilesinden iki yeni Müslüman'ı öldürdü.

Bu yanlışlık karşısında maktullerin diyetlerinin ödenebilmesi için Hz. Peygamber bir grup sahâbîyle birlikte Nadîroğulları'na giderek "Medine Vesikası" hükümleri gereğince diyete iştirak etmelerini istedi ve onların kendi paylarına düşen kısmı toplamak için hazırlık yapmaları sırasında bir duvarın dibine oturup beklemeye başladı.

Benî Nadîrliler üzerine büyük bir taş yuvarlayarak onu öldürmeye çalıştılar.

Diğer rivayete göre ise Hz. Peygamber'e bir komplo hazırladılar ve İslâm'ı kabul etmeleri için 3 arkadaşıyla birlikte gelip kendilerinin çıkaracağı 3 hahamla tartışmasını istediler; ancak 3 haham yerine, 3 suikastçı belirlediler.

Bu gelişmelerden haberdar olan Hz. Muhammed, onlara haber göndererek 10 gün içinde Medine'yi terk etmelerini, aksi halde yakalananların öldürüleceklerini bildirdi.

Yahudiler şehri terk etmek için hazırlıklara başladıklarında Hazrec lideri Abdullah bin Übey bin Selûl gitmemelerini, kendilerine 2 bin adamıyla yardım edeceğini bildirdi.

Ayrıca Benî Kurayza ve Benî Gatafân kabileleri de destek vereceklerini iletince Beni Nadirliler Medine'yi terk etmeyeceklerini ve savaşa hazır olduklarını ilan ettiler.

Hz. Peygamber Ağustos 625'te önce diğer Yahudi kabilesi Beni Kurayza ile bir anlaşma yaptıktan sonra Beni Nadir mahallesini kuşattı.

15 gün sonra kuşatmanın şiddetinden bunalan Benî Nadîr Yahudileri, bekledikleri yardım da gelmeyince develerinin yüklenebildiği kadar yükle Medine'den ayrılma talebinde bulundular; taleplerinin kabul edilmesi üzerine bir kısmı 600 deve yükü ile Suriye ve Ezriât'a, daha az sayıdaki bir kısmı da Hayber'e gidip yerleştiler.

Medine'de kalan son Yahudi kabilesi olan Beni Kurayza da 627 yılında meydana gelen Hendek Savaşı'nda Müslümanlarla anlaşmasını bozarak Mekkeli müşriklerle işbiriğine gitti.

Bu işbirliğinin sağlanmasında sürgünden sonra Hayber'e yerleşen ve Müslümanlardan intikam almak isteyen Beni Nadir kabilesinin önemli bir rolü oldu.

Hz. Muhammed, Hendek Savaşı'ndan hemen sonra evine döndüğü 15 Nisan 627 öğlen vakti, Bilâl-i Habeşî'yi çağırarak ikindi namazının Benî Kurayza topraklarında kılınmasını emretti ve ardından zırhını giyip silâhlarını kuşanarak atına bindi.

Beni Kurayza mahallesine vardığında ileri gelenlerine teker teker seslenerek onları İslâm'a davet etti. Olumsuz cevap vermeleri üzerine kalelerinden inmelerini ve teslim olmalarını istedi; bu teklifin de reddedilmesiyle çatışma başladı.

Benî Kurayza, 15 gün boyunca kuşatma altında tutuldu.

Mekkeli ve Medineli müşriklerle, Hayber'deki Yahudilerden bekledikleri yardımı alamayan Beni Kurayzalıların, Beni Nadir'in şartlarında Medine'den ayrılma tekliflerini Hz. Muhammed kabul etmeyerek kayıtsız şartsız teslim olmalarını istedi.

Bir süre daha devam eden kuşatmanın sonunda Benî Kurayza teslim oldu.

Yahudiler hakkında hüküm vermesi için Beni Kurayza'nın eski müttefikleri Evs Kabilesi'nden Müslüman olan ve Hendek Savaşı'nda ağır yaralanan Sa'd bin Muâz hakem tayin edildi.

Sa'd bin Muaz, kendisinin vereceği hükme razı olacaklarına dair hem Evsliler'le Benî Kurayza'dan hem de Hz. Peygamber'den söz aldıktan sonra Tevrat'ın91 ve Kuran'ın hükümlerine uygun bir şekilde kararını açıkladı.

Savaşabilecek yaşta bulunan erkekler öldürülecek, kadın ve çocuklara esir muamelesi yapılacak, mallar Müslümanlar arasında paylaştırılacaktı.

Hz. Peygamber'in emri üzerine, ölüm cezasına çarptırılan bütün savaşçılara infazdan önce yiyecek ve içecek verilerek, Tevrat okumalarına müsaade edildi. Müslüman olan 4 kişi ölümden kurtuldu.

Yahudiler hakkında hüküm veren Sa'd bin Muaz, yaralarının azması sonucu birkaç gün sonra 37 yaşında vefat etti.

Devam edeceğiz...

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz