Çapı, süresi ne olursa olsun ateşkes her durumda iyi bir yoldur ve bazen devamı gelmese bile bazı durumlarda barışın kapısını aralamaya yarar. Libya’da Ulusal hükümetle muhalif güçler arasında tesis edilen ateşkesi de bu sınıfa sokmak gerekiyor. Rusya ve Türkiye’nin çağrısının sonuç alması ülkede görüşme zemini için bir fırsat yaratacaktır. Neredeyse tamamen sahipsiz kalan ve iyiden iyiye zayıflamış bulunan, başkent Trablus hariç ülkede kontrolü tamamen kaybeden hükümete soluk aldıracaktır. Bununla birlikte ateşkes, Türkiye’nin Libya’ya askeri katkı sunma girişiminin ürettiği fayda hanesine de yazılacaktır.
Ne var ki ortada bugünden sonrası için bir plan görünmüyor. Yani, ateşkesin ardından görüşme zemini ortaya çıkacak mı, çıkacaksa taraflar ne talep edecek, ederlerse bilhassa Hafter’i memnun edecek bir seçenek bulunuyor mu, belli değildir. Ateşkesin kalıcı hale gelmesini temin edecek, en azından tarafları oyalayacak bir yol haritası yoktur.
Türkiye açısından asıl mesele ise Hafter’in destekçisi olan Rusya ile birlikte hareket etmek ve bu hareketi yönetebilmektir. Bilindiği gibi Türkiye Ulusal hükümetin yanında, Rusya ise karşısında… Tıpkı nerede olduğu gibi? Suriye’de... Suriye’de de Esad’ın tam destekçisi olan Rusya ve İran’la birlikte Astana sürecinde ortak olduk ve o günden beri kaygılarımızı gidermede tatmin edici bir ilerleme olmadığı gibi Esad’ın neredeyse her günü bir gün önceden daha iyi geçti. Açık ki Astana süreci en çok Suriye’nin başından gitmesini çok istediğimiz Esad’a yaradı. Biz, ülkemizdeki Suriyeli göçmenlerin geri dönüşünü ve PYD/YPG’nin tasfiyesini mümkün kılacak gelişmeleri hedefliyorduk, bunlar olamadı. Olmadığı gibi sürecin kaçınılmaz tabiatı gereği Esad’a karşı reaksiyonumuz azaldı ve hatta rejimle belirli düzeyde görüşmelere de başladık. Bu noktada, Libya ateşkes açıklamasının ardından, o güne kadar hedefimizde olan “darbeci general” için “Hafter’i görmezden gelemeyiz” açıklamasını yaptığımızı da not etmek gerekir. Devam edelim… Barış Pınarı’nın ardından imzaladığımız Soçi mutabakatının birinci amacı olan YPG’nin 32 kilometre uzağa tahliyesinin gerçekleşmediğini de bizzat Türkiye’de yetkililer söylüyor. Sözlerin tutulmadığına dair şikayetlerimiz ortadadır. Ortada olan başka birşey de Rusya’nın YPG yöneticileriyle görüşmesi, fotoğraf vermesi ve benzeri ilişki biçimlerini geliştirmekte ve sergilemekte sakınca görmemesidir. Tıpkı ABD gibi…
Bütün bunların paralelinde yine Rusya’yla yürüttüğümüz İdlib mutabakatına rağmen şehirde katliamların ve yine en önemli talebimiz olan İdlib kaynaklı göçmen hareketinin önlenmesi sağlanamadı. Şu anda sınırımızda resmi rakamlara göre 250 bin, kimilerine göre ise milyona varacak bir yığılma yaşanıyor.
Genel olarak, ikili ilişki mesailerinde Rusya’nın Türkiye’den yararlandığı kadar Türkiye’nin Rusya’dan yararlanamadığı açıktır. Elbette, süper güçlerle ilişkinin tabiatı gereği, üretilen faydayı elli/elli paylaşamazsınız. Pastanın büyük parçası oraya (Rusya’ya) gider ama haklılığı ve gerekliliği inkar edilemez taleplerin hiç olmazsa bazılarında mesafe alınabilmedir. Alınabilmeliydi…
Evet, Türkiye’nin uluslararası sahada aktif politika izlemesi isabetlidir. Evet, yeri geldiğinde Batı ittifakına karşı Rusya’yla ortak hareket etmesi de yanlış değildir. Ama aslolan ilişki trafiği değil, lehimize sonuçları artırabilmektir. Tezlerin kabulü ve hedeflerin gerçekleşmesidir. Suriye’de fırsat kaçtı ama hiç olmazsa yolun başındaki Libya sürecinde bu prensibi işletelim…