Pek çoğu niyet halinde kalsa bile başından bunca askeri müdahale, darbe geçmiş bir ülke olmamıza rağmen hala öğrenemediğimiz anlaşılan bir gerçek var: Hiçbir darbe, ilan edilerek, davul zurna çalınarak gelmiyor. Tersine, sisteme müdahale etmeyi kafaya koyanlar bu niyetlerini son ana kadar gizliyorlar…
Son hain darbe girişimi olan 15 Temmuz 2016’da da öyle olmadı mı?
O girişimden aynı gün öğle saatlerinde bir subayın tehlikeyi göze alarak bilgi vermesine kadar haberdar olunmadığını, öğrenildiğinde de ‘gerçek mi, değil mi?’ kafa karışıklığı yaşandığını sonradan yapılan açıklamalardan öğrenmiştik.
Gerçek şu: Darbe heveslileri ne yapacaklarını en yakınlarından bile saklıyorlar.
Dün 103 emekli amiralin -bazılarının yazarı da olduğu bir internet sitesinde- yayımladıkları bildiriyi ‘milli iradenin meşru temsilcilerine parmak sallamak’ ve ‘darbe çağrışımlı metin’ olarak görmek, bu gerçek göz önünde tutulduğunda pek doğru görünmüyor.
Hatta emekli askerlerin herhangi bir konuda bildiri yayımlaması, tam tersine bir gelişme ve artık darbeler döneminin sona erdiğinin bir başka yolla açıklanması olarak bile değerlendirilebilir…
Başlarından askeri müdahale geçmemiş ülkelerde de bazı zamanlar emekli askerlerin birkaçı bir araya gelerek veya topluca görüşlerini kamuoyuna duyurdukları biliniyor.
[Donald Trump’ın dört yılı boyunca birkaç kez bu olay yaşandı. Bunun son bir yıl için yapılmış bir listesi bile var. En önemlisi, ABD’de seçimlere birkaç hafta kala (24 Eylül 2020’de) 200’den fazla general ve amiralin ‘devlet başkanlığı ve başkomutanlığa Joe Biden’in Donald Trump’tan daha layık olduğu’ yolundaki açık mektuplarıydı. İmza verenler arasında muvazzaf generaller ve amiraller de bulunuyordu. 103 amiral görüşlerini bildiriyle açıklamada oradan esinlenmiş olabilir.]
Güncel konularda görüşlerini açıklama ihtiyacı duyan emekli amirallerin -hiç değilse bazısının- dile getirdikleri rahatsızlık konularından çok daha hassas temel konularda hükümetin politikalarını destekledikleri de biliniyor.
Kamuoyumuz o isimleri, AK Parti’nin itibar ettiği televizyon kanalları ve gazetelerde politikalara destek çıkan görüşlerini serdederken görüp tanıdılar.
Mavi Akdeniz, Kıbrıs, Libya desteklenen konu başlıkları.
İmzacı emekli amiraller arasında ismini görmedim ama kendisi de bir emekli amiral olan Cihat Yaycı’nın, Kanal İstanbul projesini Montrö’yü delme ihtimali yönünden eleştirenlere, canla başla “İlgisi yok” cevabı vermek üzere kanal kanal dolaştığını hatırlıyorum.
Lafı uzatmaya gerek yok: Darbe yapacaklar bu niyetlerini bildiriyle önceden açıklamazlar.
Dahası, darbelerin emekli olmuş subaylar tarafından yapıldığı da hiç görülmemiştir.
15 Temmuz girişimi daha önceleri “Artık bizde de darbe olmaz” kanaatine ulaşmış olanlarımızı konu üzerinde yeniden düşünmeye sevk etti; her an tetikte olmak gerekiyor. Ancak her görüş açıklamayı ‘darbe niyeti’ olarak görmek ne derece sağlıklı bir yaklaşımdır, tartışmaya değer.
Türkiye geçmişte neredeyse rutine dönüşmüş belli aralıklarla demokratik sisteme müdahalelerden çok çekti. 27 Mayıs’la (1960) başlayan darbeler silsilesi, öyle olaylar yaşanmasaydı bugünki durumundan çok daha iyi bir yerde olabilecek ülkemizi her alanda geride tutmaktan başka bir işe yaramadı.
Üniformalı ve silahlı bir gücün siyasiler üzerinde gölgelerini hissettirmesini de hesaba katmak gerekiyor.
[En bilinen örnek, 1995 seçiminden birinci parti olarak çıkmış Refah Partisi’nin kendisine hükümet ortağı seçtiği ANAP’la kuracağı koalisyonu Mesut Yılmaz’a bayram ziyaretine giden üniformalıların engellemesiydi. Başbakan olduğu dönemde de, Mesut Yılmaz’ın, karşılaştığı asker baskılarını, kendisini izleyen birkaç gazeteciye, uçakta bile konuşarak değil işaretlerle anlatması garabeti de unutulacak bir olay değildir.]
‘Vesayet’ sözcüğüyle ifade edilen işte sistem üzerindeki o gölgedir.
Hükümet adına 103 amiralin bildirisine iktidar cephesi adına şiddetle karşı çıkanların sergiledikleri hassasiyetin altında da geçmişin kötü örnekleri yatıyor.
AK Parti’nin 20 yıla yaklaşan iktidarının en gözle görünür başarısı ‘vesayet’ zincirini kırmasıdır.
Zinciri kırmak kolay olmadı.
Meclis’te çoğunluğa sahip olduğu halde kendi içerisinden birini Cumhurbaşkanı seçtirebilecek AK Parti’ye aday dayatması yapanlar çıkınca alınan birkaç basamaklı bir karşı-tavır, Abdullah Gül’ün kendisinden vazgeçmiş görünen partisine rağmen adaylıkta direnişi ve cumhurbaşkanı olduğunda izlediği politikalar vesayetin geride bırakılmasında etkili oldu.
Muhalefetin bütün renklerinin demokrasi ayıbı davranışları, Anayasa Mahkemesi’nin utanılacak kararı, AK Parti’yi kapatma davası…
Az sorun yaşanmadı o dönemde.
Yaşandı ve vesayet gölgesi direnilerek aşıldı.
Şimdi bir internet sitesinde emekli askerler bildiri yayımladı diye bunu ‘vesayet’ ile eş-değerde görmek ve ‘darbe çığırtkanlığı’ olarak sunmak yanlış bir tepkidir.
Neredeyse aynı konuda (Montrö antlaşması) iki ay önce 126 emekli büyükelçi de bir açık mektup yayımlamışlardı.
Emekli askerlere gösterilen tepkinin asgarisi onların bildirisine yöneltilmemişti.
İki açıklama arasında temelde fazla bir fark yok oysa.
Bu arada, Montrö antlaşması gibi ülkenin egemenlik haklarıyla ilgili temel bir konuda, iktidar içerisinde önemli konumlarda bulunan kişilerin, başka anlamlara da çekilebilecek açıklamalar yapmasının yanlışlığı da ortada.
Her konu tartışılabilir elbette, ancak bazı konular tartışmaya açıldığında onu ilgili bütün çevrelerin katkısına da açık tutmak gerekir.
Emekli büyükelçiler ile emekli amiralleri, neden açılmış bir tartışmaya katkıda bulunan konuya taraf kişiler olarak görmüyoruz?
Öyle görmeliyiz.